Günümüz insanı, hayat ölçünlerinin artmasına ve sahip oluna bilirlik olanaklarının –eskiye nazaran- yükselmesine karşın beklentisel olarak mutlu olması gerektiğini düşünürken ve zannederken ne yazık ki ters orantılı gelişen bir manevi çöküntü içerisinde kendisini bulmaktadır. İnsanlar artan refah seviyelerini, ekonomik rahatlamalarını ikili ilişkilerine ve topluma sağlıklı olarak yansıtamamışlardır.  Ne zaman ki insanoğlu, toplumdan uzaklaşıp kendisini kapattı; dost, arkadaş, komşu, akraba yerine kitle iletişim araçları, sanal ortam ve çevreleri tercih eder oldu, işte bu andan sonra toplumda ruhsal çöküntüler ve sorunlar ardı sıra gelmeye başladı. İnsan; sevincini, üzüntüsünü, korkularını, heyecanını, duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşmak zorunda olan sosyal bir varlıktır. Bu alandan uzaklaşan insanlık nihayetinde çağın hastalığı olan ruhsal hastalıkları kendi eliyle doğurdu. Akabinde de ihtiyaca binaen yeni meslek dalları oluştu.  Mahalle kültürünün yaşandığı dönemlerde olumsuz durum ve olaylara oldukça asgari düzeyde ve çok nadir münferit tarzda rastlanırdı. Çünkü kişiler arası ilişkiler sevgi ve saygı temelleri üzerine bina edildiği için kötülük ister istemez barınamazdı. Toplumda var olan çürük elmalar, sağlam olanları zedelememesi adına anında ayıklanırdı. Sonrası için gelişebilecek olumsuzluklar, önceden bertaraf edilirdi. Çocukluk yıllarımdan hatırlıyorum. O zamanlarda ola ki sözlenmiş olan çiftler, daha yolun başında anlaşamayıp “söz atmış” olsalar ya da “nişandan dönmüş ” olsalar idi bu tarz olayların toplumda yansımaları oldukça şiddetli olurdu. Çünkü mahalle kültürü doğası gereği yapıcı bir vazife üstlendiği için günümüzde sıradan olan bu tarz olaylar, o dönem toplumda acımasızca eleştirilirdi. Bu durumdan dolayı özellikle mahalle baskısına maruz kalmamak adına “yen kırılır, kol içinde kalır” anlayışıyla çiftler arasındaki küçük meseleler büyütülmeden halledilme yollarına gidilirdi. Mahalle kültürünün kazandırdığı kazanımlardan bir diğeri de insanlarda “aidiyetlik” duygusunu yani “yalnız değilsin” hissini oluşturmasıydı. Bu kültür içerisinde büyüyen insanlardaki hâkim duygu; güven ve rahatlama duygusuydu. Çünkü komşu komşunun külüne muhtaçtı. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” anlayışı çerçevesinde komşu hakkı hep gözetilirdi. Bugün insanoğlunun tek güvencesi cebi ve bankadaki hesabı; tek derdi ise amansızca biriktirmek. Sonrasında sahip olduklarını kaybetme kaygısı, yalnızlaşma korkusu ve güvensizlik duygusunun bireyi sarması… Akabinde de maddeci, seküler ve materyalist bir düzen…  Konu itibariyle sonsöz olarak; Mahalle kültüründe insanlar yalnız değildi, günümüzde ise herkesler yalnız. Bu kültürü yaşayan insanlar mutluydu, şu an insanlık mutsuz. Mahalle kültürü insanlarda sonsuz itimatlar oluştururdu; şimdi insanlar endişeli, kaygılı ve birbirlerinden korkuyorlar. Mahalle kültüründe “büyük-küçük” anlayışı hâkimdi. Büyüğe hürmet, küçüğe sevgi; toplum anlayışında esas felsefeydi. Şimdi izler karışmış durumda. Bu kültür o dönem içinde bir haber kaynağıydı. İnsanlar gelişen ve gelişebilecek her şeyden haberdardı. Şimdi insanlar oldukça duyarsız ve burnunun dibindekinden bi haber. Eskiden çocuklar eve girmezlerdi, şimdi dışarı çıkmıyorlar. O zamanlar maddi olanaklar sınırlıydı, paranın insan ilişkileri sıralamasında hiç yeri ve önemi yoktu. Parası olmayana, bakkal amcanın veresiye defteri vardı. Şu an yaşam ölçünlerimiz arttı, sorunlar da peşi sıra…  İşte burada sıralanan değişimlerin hepsi de modern hayatın bir tezahürü. Evet, günümüz anne ve babaları! Sizler manevi yoğunluğu yüksek olan bu dönemleri yaşadınız. Kendinizi bu anlamda gerçekten şanslı sayabilirsiniz!

Editör: Haber Merkezi