lk taş plağını 1935 yılında doldurmuş ve "Tokatlı Hamit'in Türküsü" olarak bilinen “Tokat yaylasında yaylayamadım” ve "Dam başında sarı çiçek” adlı türküleri okumuştu:

“Dam başında sarı çiçek

Burdan gidek Ürgüp’e göçek

Ürgüp’e vardığımız gece

Hak yoluna kurban kesek”

Hayatının büyük bölümü düğünlerde içkili ve çalgılı ortamlarda geçmişti. Bu nedenle çeşitli yörelerin türkülerini öğrenmek ve söylemek zorundaydı. Zengin bikrim ve repertuara sahipti. Elbette bu repertuvar içinde bozlaklar da bulunuyordu.

Refik Başaran, yaratılış olarak kalender, gözü tok ve dost canlısıydı. Paraya önem vermemişti. Çok para kazanmasına rağmen, bunu değerlendirmemişti. Arkadaşlarıyla harcamıştı. Sazcı olarak gittiği köylerden aldığı elbise, çorap benzeri armağanlardan elinde bir şey kalmamıştı. Evine gönderdiği, yok denecek kadar azdı.

Refik Başaran türkülerinin sözleri, ağız araştırmaları için de oldukça orijinal metinlerdi. Buna Orta Anadolu ağzının en karakteristik şekli de denilebilirdi. Nevşehir ve yöresine göçebe Yörük ve Türkmen oymaklarından birçoğunun yerleştirilmiş olması, bölgeye ağız yapısı bakımından Orta ve Güney Anadolu ağızlarını en iyi temsil eden ve zengin özellikler taşıyan bir nitelik kazandırmıştı.

Plak yapmak için sık sık İstanbul'a gidip köyünden ayrı kalmış ve sıla özlemi çekmişti. Bunun için söylemiş, olduğu sözlü ezgilerde hasretlik ve ayrılık temalarını ağırlıklı olarak işlemişti.

Refik Başaran, aynı zamanda bağlamayı ve türküyü geniş kitlelere ulaştıran önemli bir kültür taşıyıcısıydı. Orta Anadolu halk müziği kültürünün ilk ve en değerli halkalarından biriydi. Bu ağzı çok iyi kullanan Refik Başaran’ın bu bölgelerde çok sevilmesi doğaldır. İşte hepinizim sevdiğini sandığım bir türküsü daha:

“ Merdivanın altından

Gel odama odama

Essahtan bir yâr gibi

Naz edersin adama.”

Refik Başaran’ın adını unutturmayan türkülerin başında, genç yaşta vurularak öldürülen Ürgüplü Cemal'in ardından karısı Şerife'nin söylediği meşhur ağıt geliyor. Şerife, 90 yıldan fazla yaşadı. 30 Kasım 1993 günü vefat etti. 14-15 yaşlarında Cemal'le evlenmiş, mutlu geçen birkaç yılı Cemal'in pusuya düşürülerek öldürülmesiyle sona ermişti. Bu hadiseden sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır. Bu içli ağıt, geçmişte olduğu gibi günümüzde de yalnız Ürgüp’te değil, Orta Anadolu başta olmak üzere pek çok yöresinde söylenmekte. Elbette bizler iki veya üç güfte olarak dinliyoruz. Şerife’nin yaktığı ağıt oldukça uzun. Ben size dokuz kıtasını yazayım. Başka yerde bulamazsınız:

Türkünün asıl metni şöyledir:

Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez

Kıratın acemi konağı tutmaz

Oğlun da çok küçük yerini tumaz

Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım

Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Ürgüp'ten de çıktın kırat kişnedi

Üzengiler ayağını boşladı

Yağlı kurşun iliğine işledi

Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım

Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Ürgüp'ten de çıktığını görmüşlür

Kıratının sekişinden bilmişler

Seni öldürmeye karar vermişler

Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım

Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Cemal'ın giydiği ketenden yilek

Al kana boyanmış don ile göynek

Sana nasip oldu ecelsiz ölmek

…….

Karlık ile başkadın pınar arası

Çok mu imiş Cemal'ımın yarası

Ağlayıp geliyor garip anası

……..

Cemal'ın giydiği kadife şalvar

Dükkânın kilidi cebinde parlar

Oğlun da çok küçük beşikte ağlar

………

Kıratın üstünde bir uzun yayla

Ne desem ağlasam kaderim böyle

Gidersen Ürgüp'e sen selâm söyle

……..

Kıratım başımda oturmuş ağlar

Cemal'a dayanmaz şu karlı dağlar

Üzüm vermez oldu Karlık'ta bağlar

………

Giden Cemal gelir mi de yerine

İçerimde yaram indi derine

Cemal düştü kahpelerin şerine

……….

Refik Başaran son yıllarını Anayurt köyünde geçirdi. 1947 yılının bir yaz günüydü. Ayaş pazarından yol arkadaşıyla köye dönerken bir pınar başında mola vermişlerdi. Bir süre sona herkes pazar heybelerini sırtlayarak tekrar yola koyuldu. Refik Başaran orada kaldı. Çok geçmeden ölüm henüz kırk yaşındaki usta sanatçıyı ıssız bir dağ başında yakaladı. Yunusça bir garip ölümdü. Nice zaman sonra cesedi bulundu. Gözyaşları içinde Ayaş'ta toprağa verildi.

Refik'in ölümü üzerine söylentiler çıkarılmıştı. Kimine göre terk edileceği korkusuyla birlikte yaşadığı kadın öldürtmüştü. Kimine göre Ayaş'taki bir düğünden sonra Ankara'ya dönerken bindiği eşekten düşerek ölmüştü.

Bir başka söylentiye göre 6 Mayıs 1947’de Hıdırellez törenlerini kutlarken fenalaşarak ölmüştü. Gerçek olan o ki, ömrünü Türkü sevdasıyla gurbette geçiren Refik Başaran’ın mezarı da gurbetteydi. Ancak otuz yıl aradan sonra 1977 yılında kendi köyü Taşkınpaşa’ya nakledildi. Rahmetler diliyorum.

Ruhu şad olsun.