Ahmet ÖZDEMİR
Aşağıdaki türkünün bestecisi Zülfü Livaneli’mi, Erdoğan Alkan mı, Mehmet Koç mu? Pir Sultan gibi “Kalsın benim davam, divana kalsın” demekten başka yolu yok. Ama Erdoğan Alkan’ı yakından tanırdım. Güvenim ve saygım sonsuzdu. Yine de öyle. Şiir Sebahattin Ali’nin. 1935 yıllarında yayınlanan bir öyküsünde geçiyor. Öykünün içeriğinde Konya yolunda molada bir delikanlının söylediği türkü bu şekildedir:
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı buradan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
Sekiz yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 tarihinde, Bulgaristan sınırları içindeki Gümülcine kazasının Eğridere köyünde doğdu,
Babası piyade yüzbaşısı Ali Sabahattin Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısıyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamladı
Edremit Yunan işgalinde olduğu için babası emekli aylığını alamamıştı. Aile çok zor günler geçirmişti. Parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na girdi. 1926 yılında İstanbul Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu.
Bir yıl kadar Yozgat'ta öğretmenlik yaptı. Bakanlığın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya gitti. İki yıl okudu. Dönünce Aydın ve Konya’da Almanca öğretmenliği ve Devlet Konservatuarı’nda dramaturgluk yaptı. 1931 yılında bölücü propaganda yaptığı ihbarı üzerine üç ay tutuklu kaldı.
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakk’a tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Konya'da düzeni yeren iki dörtlüğünü aktardığımız şiiri okuduğu iddiasıyla tutuklandı.
Bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yattı. 1933’de Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuştu.
Sabahattin Ali de Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldığı sürede Aldırma Gönül isimli şiirini burada yazmıştı. Bu şiir daha sonra Edip Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilmişti.
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül
Ceza evinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali, Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden görev istedi. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde15 Ocak 1934 tarihli 13. Sayısında “Benim Aşkım" başlıklı “Gazi”yi metheden bir şiir yayımladı. Şiir şöyle:
“Sensin kalbim değildir, böyle göğsümde vuran,
Sensin "Ülkü" adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran
Seni çıkartsam ömrüm başlamadan bitiyor
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir düziye
Hisler kambur oluyor dökülüyor yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.”
Bu şiirle Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalıştı. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alındı. Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yaptı.
Sabahattin Ali 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlendi. 1936'da askere alındı. 1937 Eylülünde kızı Prof. Dr. Filiz Ali doğdu. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamladı. 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başladı. 1940 yılında tekrar askere alındı. Dönüşte 1945 yılına kadar Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yaptı
"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştı. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmıştı. 1944 yılında mahkemeyi kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştı. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alındı.
İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştı. Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, iktidarın kışkırtmasıyla meydana gelen Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kaldı.
Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la MarkPaşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştı..
Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, kapatılmış, yazılar hakkında kovuşturmalar açılmıştı. Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yattı. Karşılaştığı baskılardan bunaldı.
Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştı:
"Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi".
1948'de Paşa kapısı ceza evinden çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başladı. Yazacak yer bulamadı.
Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istedi. Alamadı. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar verdi. Ali Ertekin adlı kaçakçılık yapan birisi tarafından 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırında öldürüldü.
Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden Ali Ertekin, dört yıla hüküm giydi.
Aynı yıl affedildi.
Daha sonra bu kişinin derin devlet elemanı olduğu anlaşıldı.
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başladı. Halk şiirinin izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştı Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde16-1928 yıllarında yazan Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamıştı. İlk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" 30 Eylül 1930’da Resimli Ay'da yayımlanmıştı.
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı öyküleriyle dikkati çekmişti. 1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biriydi.
ŞİİRLERİ:
Dağlar ve Rüzgâr (1934)
Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965)
Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki şiirler (1988) tüm şiirleri
ROMAN:
Kuyucaklı Yusuf (1837-1988)
İçimizdeki şeytan (1940-1982)
Kürk Mantolu Madonna (1943-1988)
ÖYKÜ:
Değirmen (1935)
Kağnı (1936-1983)
Ses (1927-1972)
Yeni Dünya (1943-1982)
Sırça Köşk (1980)
OYUN:
Esirler
KÖŞE YAZILARI
Yayınlanma: 27 Temmuz 2023 - 13:32
"KULA DEĞİL YÜREĞİNE SOR BENİ"
Ahmet ÖZDEMİR Aşağıdaki türkünün bestecisi Zülfü Livaneli’mi, Erdoğan Alkan mı, Mehmet Koç mu? Pir Sultan gibi “Kalsın benim davam, divana kalsın” demekten başka yolu yok
KÖŞE YAZILARI
27 Temmuz 2023 - 13:32