Doğu Karadeniz'in yaylalarından süzülen, bazen hüzünlü bazen coşkulu o büyülü ses... Düğünlerin, şenliklerin vazgeçilmezi tulum, popülerliğini korusa da onu yapan ve o sese can veren usta eller gün geçtikçe azalıyor. Ancak bu kadim enstrüman, ustaları azaldıkça adeta değerine değer katıyor ve bir kültürel miras olarak yeniden keşfediliyor.
Rize'nin, özellikle Çamlıhemşin ve Hemşin ilçelerinin simgesi haline gelen tulum, artık sadece yöre halkının değil, bölgeye gelen turistlerin de ilgi odağı. Bu ilgiye kayıtsız kalmayan Rizeli tulum yapım ustası Engin Dervişoğlu, dükkanında bu sanatın son bekçilerinden biri olarak hem tulumun sırlarını paylaşıyor hem de bu kültürü yaşatmak için mücadele ediyor.
BİR OĞLAK DERİSİNİN MELODİYE DÖNÜŞÜ
Peki, basit bir hayvan derisi nasıl oluyor da Karadeniz'in ruhunu taşıyan bir enstrümana dönüşüyor? Usta Engin Dervişoğlu, bu meşakkatli süreci adım adım anlatıyor:
"Her şey bir yaşındaki oğlak derisiyle başlıyor. Önce mısır unu ve tuz yardımıyla tüylerini döküyoruz. Sonra deriyi, fermente olması için peynir suyuna yatırıyoruz. Birkaç gün sonra şişirip kurutuyor ve ardından çitileyerek yumuşatıyoruz."
Ancak tulumun asıl ruhu, 'nav' adı verilen ve geleneksel olarak şimşir ağacından yapılan klavye kısmında gizli. Dervişoğlu, "Tulumun en önemli parçası nav'dır. İçinde toprak kamışından yapılan ve 'analık' dediğimiz klavye ile sesin çıktığı 'dil' bulunur. Bu parçaları birleştirmek ve deriyi özel bir yöntemle bağlamak, büyük bir ustalık ister," diyor.
DÜNYADAKİ TÜM BENZERLERİNDEN FARKLI
Tulumun kökeni hakkında genel kanının Orta Asya olduğu belirtilse de, Engin Dervişoğlu kendi teziyle bu görüşe meydan okuyor ve tulumun Hemşin yöresinde doğduğunu iddia ediyor. Bu iddiasını ise dünyadaki hiçbir başka tulumda olmayan bir özelliğe dayandırıyor:
"Dünyadaki tüm derili enstrümanlardan, yani İskoçların gaydasından, Gürcülerin 'Çiboni'sinden farklı olarak bizim tulumumuzun 'nav' kısmının son perdesi yuvarlak olarak biter. Bu, ona özgü bir imzadır ve burada, bu topraklarda geliştirildiğinin kanıtıdır."
Geçmişte içine peynir, yağ, bal konularak saklama kabı olarak kullanılan oğlak derisi, zamanla Karadeniz insanının duygularına tercüman olan bir enstrümana evrilmiş.