Birkaç kez sinemaya uyarlanan romanın kahramanı Dr. Victor Frankenstein. Biz Frankeştayn dedik öyle de gidiyor. Benim beynimde Frankeştayn´ın yaptığı çağrışım Frenk Şeytanı´dır ve birleşik isim yapıp ?Frenkşeytan? diyebiliriz. İnsandan, üstün insan (GDO) yaratmak düşüncesi, bize yabancıdır; ancak Frenkler düşünür. Şimdi bilim üstüne tartışma açmayalım, bu sayede ömrümüzün uzadığına dair filan? Frenk, özel bir isim; değil, Kitab-ı Mukaddes´ten beslenen anglo-sakson, germen ve Latinleri kapsam alanında barındıran bir kültür ıstılahıdır... Tekvin, iki tanrılıdır; biri Allah (Elahim), diğeri İsrailoğullarının millî tanrısı Yahwe... Bir yönüyle hümanizm gösterisine izin veren ?İnsan soyu birdir!? teranesi, diğer yönüyle ?Birdir ama benim soyum üstündür!? şeytanîliğinin fundamental esasları da buralarda yatar. Modern uygarlık, amelde yahweci, itikatta hristiyandır.
Frenkşeytan toplum mühendislerinin, insanı güzel ahlaka çağırarak, toplumu yükseltmek gibi bir derdi yoktur. Bütün amaçları, kişilik ibraz eden tekmil insanî değerleri hayattan kazımaktır. Kabile, cinsiyet, meslek gibi birbirine karşı sınırlandırılmış ve düşmanlaştırılmış bir insanlık tasavvuru, frenkşeytanizmin iktidar ve ekonomi anlayışının bir ürünüdür. Frenkşeytanlar elinde oyuncak olan bir toplumda üstünlüğün oturduğu koltuk, parçalanmış kimliklerin tepesidir. Münferit kimlik bile parçalıdır; boş zamanlarında insan kendi kendiyle dövüşür. ?Böl ve parçala? iki aşamalı operasyondur ve frenkşeytanizmin siyasî, iktisadî ve sosyal alanda uyguladığı ve maalesef tutturduğu yegâne taktiğidir. Türkiye´nin yakın tarihinin bütün kavgalarının, isyanlarının, arkasında da frenkşeytanizm yatmaktadır.
İnsanlar: boyunlarına mezhep, ırk, mahalli kültür kimlikleri asılarak bir hedefe karşı saldırtılırken; frenkşeytanlar, kanlı ameliyatlarla kirlettikleri yeryüzünde saltanat sürmektedirler. 28 Şubat böyle bir ameliyattı. Halkı birbirine karşı sınırlandıran frenkşeytanlar keyfe gelmiş, hepsi patron olmuştu ve keyiflerini bin yıl sürdürme hayalindeydiler. Her türlü tahrike rağmen, uzunca zamandır Türk halkının kavgaya isteksizliği üzerine, çatlak toplum mühendisleri taktik değiştirdiler. Deniz Baykal´ın darbe ile gidişi, arkasından kişiliği hiçbir belirti vermeyen bir ?karartı?nın koltuğa ikamesi; meclisi boykot ve medyanın bir kısmının soyunduğu frenkşeytan avukatlığı rahatsız edici durumlardı. Olup bitenin: Kavga istemeyen halk kesimlerinden, Ergenekon´dan sonra yeni bir darbeci zemin devşirmek çabasından başka bir anlamı yoktur. Çünkü geçmişteki ameliyatlar öncesindeki narkoz işleri böyle göstermektedir. Bazı parçalı kimlikler kullanılarak, milletin tüzel kişiliği hüviyetindeki Millet Meclisinin işletilmemesini sağlamaya çalışmışlardı. Türkiye´nin darbeye zaman zaman teşne kesimlerinin önümüzdeki günlerde nasıl tavır alacaklarını endişeyle bekliyorum. Şimdilik, meclise yürüyen eli bayraklı kitleler yok; bu iyiye işaret. (Malumunuz: Kabaca 2012´den itibaren, 15 Temmuz darbe girişimine kadar geçen sürede, meclise yürüyen kitleler de oldu, darbeye kalkışma da gerçekleşti. Yazarınızın kehanet, keramet gibi özellikleri yoktur; azıcık vakıf olduğu modern disiplinlere kendi tecrübe ve kültürünü ilave etmiştir. Siz ne dersiniz bilmem ama bence tutturmuş).
Türkiye´nin frenkşeytanları, gizli deneyler yaparak insanın genleriyle oynayan çatlak tabipler değil; çok sayıda ve örgütlü kerli ferli toplum mühendisleri. Ülkemizin sosyal genleriyle oynuyorlar; amaçları bu toplumu kendi kendini imha eden bir GDO´ya dönüştürmek. Çoğu sadist, işkenceci, cani, tecavüzcü, kaba, karanlık tipler; ama istisnasız hepsi ?üst? ve ?üstün? olma iddiasındalar. Yemeyi, içmeyi, güzel konuşmayı bilirler, insanlıktan çıkmış bir meleğin nezaketine sahipler. Bu sıfatlar mümeyyiz vasıflardır; bir tekini büyüteç altına yatırmanız bile frenkşeytanların kişiliklerini anlamaya yeter.
Frenkşeytanizmden de frenkşeytanlardan da avukatlarından da usandık; çok canımız yandı. 27 Temmuz 2011 tarihli bu yazıya ?zaman kipleri? ile ilgili küçük müdahalelerde bulundum. Bazen yazardım ama yayınlatmaz, dar alanda iletişimde bulunduğum arkadaşlarımla paylaşırdım. Kimi göçtü, kimi ise evlerinin yolunu ve sabit telefon hattını unuttular. Geçmiş, gelecek ve bugün çoğunlukla o kadar iç içe geçiyor ki, zaman kiplerini tutturmakta zorlanmış olabilirim. Ama müsterihim. Gümümüzde bir yazıyı baştan sona okuyan sayısı çok azdır; onlar da yazandan daha ariftirler.
FRENKŞEYTAN
Berat Demirci
Yorumlar