Şehir ve Kültür Dergisi’nin son sayısı, Anadolu'nun mimari harikalarından biri olan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’na kapak oldu. Dergide, Sivas Hizmet Vakfı Genel Sekreteri İbrahim Yasak’ın kaleme aldığı “Tarihin Sessiz Tanığı: Divriği” başlıklı yazı dikkat çekiyor.

UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan ve 13. yüzyıldan günümüze ulaşan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nın tarihsel ve kültürel önemine odaklanan yazıda, yapının eşsiz taş işçiliği, mimari detayları ve mistik atmosferi ele alınıyor. Yazı, okuyucuları Divriği’nin derin tarihine bir yolculuğa çıkarıyor.

Derginin bu sayısında Sivas’ın Divriği ilçesine dair zengin içerikli bir gezi yazısı yer alıyor. Doğal güzellikleri, tarihi dokusu ve kültürel mirasıyla öne çıkan Divriği, bu sayede hem yerli hem de yabancı okurlar için keşfedilmeye değer bir destinasyon olarak tanıtılıyor.

Dergide yer alan yazıda İbrahim Yasak şunları ifade ediyor:

"TARİHİN SESSİZ TANIĞI: DİVRİĞİ

Divriği gezisi bir güne sığacak bir ilçe değil…

İlçe merkezini gezmeden önce aracımızla tepeye uzanan kıvrımlı yoldan tırmanmaya başladık. Bir noktadan sonra ise araçtan inerek ve ahşaptan yapılmış gezi yolundan yürüyerek hem çevreyi izliyor hem tepenin üst noktalarına doğru çıkıyoruz. Ayağımızın altında gıcırdayan ahşapları adımlayıp yukarılara çıktıkça manzara daha geniş açıdan tüm ayrıntılarıyla seriliyor gözlerimizin önüne… Yer yer seyir alanları için yapılmış platformlarda durduk, çevreyi izledik, fotoğraflar çektik. Aşağılarda Ulu Cami ve ilçenin her bir noktasına uzanan ağaçlıklar içerisinde konaklarıyla, minareleriyle, kümbetleriyle eşsiz manzara olarak Divriği, sessiz ve kendi halinde sanki asırların rüyasını yaşıyor hâlâ.

Hem izleyip hem şehre ve şehrin dününe dair konuştuk ve gezdik bir müddet.

Nihayetinde 2021 yılında yapılan projenin en göz alıcı ve heyecan uyandırıcı yerine ulaştık. Geniş bir platform olarak vadinin üzerine doğru uzanan Cam Seyir Teras’ın giriş kısmındayız. Gerçekten etkileyici gözüküyor, biraz da ürpertici… Zeminden 243 metre yükseklikte, ülkemizin en büyük cam teraslarından biriymiş burası. İnsan basmaya, üzerinde yürümeye çekiniyor, korkuyor, ürperiyor. Cam terastan aşağılara bakınca insan, tedirginlik ve heyecan dolu duygulara kapılıyor, adımlarını yavaş yavaş atıyor. Çekinerek, korkarak yürüyor terasın üzerinde insan. Altımızda ta derinlerde uçurumu andıran bir vadi. Gözümüzü aşağıdan yukarıya kaldırdığımızda, dik yamaçların zirvesinde ise bir tarafımızdaki Divriği Kalesi öbür tarafımızda Kesdoğan Tepesi. Her ikisinin arasında ise yalçın ve dik yamaçlarla uçurumu andıran derinlikteki Çaltı Çayı Vadisi. Yinede cam terasın üzerinde uç kısmına doğru giderek çekinerek ürpererek muhteşem tablonun büyüleyici güzelliğine bakmaya doyamıyoruz. Aşağıya bakmak ise ürkütüyor. Vadinin tabanında Karasu Nehri ile birleşen ve Fırat’ın en büyük kollarından biri olan Çaltı Çayı akıyor. Hemen ırmağın kenarında dağın dibinden bazen tünellere girerek çıkarak demiryolu uzanıyor. Divriği’den Erzincan’a doğru giden demiryolu hattı bu… Tablo muhteşem ve etkileyici… Biraz korkarak bile olsa Cam Teras’ta durup vadinin derinliklerine, Divriği Kalesi’ne ve Kesdoğan Kalesi’ne ve uzaklardaki ilçe merkezine bakmak ise bir o kadar muhteşem bir duygu… Divriği Kalesi’nin yeniden onarılan surlarıyla ve heybetiyle kayalık dağın tepesinde gökyüzüyle buluşmuş olan Kale Camisi kartpostallık tablo gibi duruyor karşımızda. Divriği surları çepeçevre kuşatıyor kaleyi ve camiyi. Heybetli başlarını kaldırıp yıkılmaz ve ulaşılmaz bir hırçınlıkla bakıyor sanki iki kale birbirine. Araları uzak değil ama keskin ve derin bir uçurum hâlinde yalçın kayalıklarla sertçe bölünmüş gibi..

Kesdoğan Kalesi için anlatılan onlarca farklı efsane var. Onlardan biri de şöyle: Divriği Kalesi Bizanslıların, Kesdoğan Kalesi ise Türklerin elindedir. Divriği Kalesi’nde güzel mi güzel bir Rum kızı, karşı dağda ise yakışıklı bir Türk genci vardır. Karşı tepelerden gönülleri birbirine düşer. Bilirler ki babaları savaş hâlindedir. Normal şartlarda kavuşmaları mümkün değildir. Kızı kaçırmaktan başka çıkar yol görünmez. Bir sabah erkenden Doğan isimli Türk genci iki kale arasına ip gerip kızı kaçırmak ister. Doğan bir ucundadır ipin, kız ise diğer ucunda onu bekler. Rum muhafızları iki dağ arasına gerilmiş ipi ve ip üzerindekileri gençleri görürler. Ok yağmuruna tutarlar. Yakalanacaklarını anlayınca kız, Doğan’a «Kes Doğan!» diye bağırarak ipi kesmesini ister. Ele geçeceklerini ve başka çıkış yolu olmadığını gören Doğan ise ipi keser. Keser ama ikisi birlikte aşağıya Çaltı Çayı’nın soğuk sularına düşer ve ölürler. Onlarca farklı anlatımı olan bu olay üzerine o günden sonra bu tepenin adı «Kesdoğan» olarak söylenir.

Dracula'nın hapishanesi turizme kazandırılacak
Dracula'nın hapishanesi turizme kazandırılacak
İçeriği Görüntüle

Fotoğraflarını çekiyoruz bu muhteşem ve etkileyici manzaranın sonra ahşap yürüyüş yollarında gezinmeye devam ediyoruz, seyrediyoruz etrafı. Bir “Cevher Çınarı” karşılıyor bizi gezdiğimiz güzergâhların yüksek bir yerinde. Teras projesinin yapımının ana destekçisi olan Erdemir Maden’in, hatıra olarak çelikten yaptırdığı 2.5 metre yüksekliğindeki” Cevher Çınarı” heykeli bu... Heykele üç farklı yönden bakıldığında farklı tasarlanmış şekiller olarak gözüküyor her bir yanı çınarın, hayat ağacı, çift başlı kartal gibi…

Seyir Terası’ndan ayrılıyoruz. Aracımızla ilçe merkezine doğru tepeden aşağılar doğru inmeye başlıyoruz. Sağ tarafımızda Iğımbat Tepesi’nin zirvesinde yeşillikler içindeki Hüseyin Gazi’nin kabrinin olduğu tepeye ilişiyor gözlerim. Daha önceki gezilerimde ziyaret ettiğim kabrin son durumunu soruyorum Divriğili kaptanımıza. Ziyaretçilerin yoğun olduğunu söylüyor. Battal Gazi’nin babası olduğuna inanılan ve asırlardır ziyaret edilen kabir 1959 yılında düzenlenmiş. Mezar taşı kitabesine Latin harfleriyle “Aslen Medineli olan Battal Gazi’nin babası Hüseyin Gazi burada yatar. Doğum yeri Malatya olup, harp ederken Divriği’de şehit olmuştur.” sözleri yazılmış.

Divriği Arastası’ndan Konaklara

Ve Hüma Hatun Sokağı’na iniyoruz sonra Divriği’nin tarihî çarşısına. Arnavut taşlarıyla döşeli sokağın her iki kenarında sırt sırta vermiş küçük dükkânlardan oluşan bir arasta burası. Yıkılmaya ve terk edilmeye yüz tutmuş geleneksel bir çarşının yeniden ihya olmasıyla eski günlerine kavuşmuş çarşı. Bugün Divriği’ye gelenlere nostaljik anlar yaşatıyor burası.

Daracık sokaklarında geziyoruz çarşının. Tek katlı, küçük dükkânların arasında gezmek eski zamanlardan kalma bir çarşıda olduğumuzu hissettiriyor bize. Tarihî dokusunu olabildiğince koruyan sokak 1800’lü yıllarda yaşamış Hüma Hatun’un anısına yeniden ihya olunmuş. Çarşıdaki dükkânları kadınlar işletiyor. Ahilik kültürü içerisinde kendi el emekleriyle ürettikleri hamur işlerini, hediyelik eşyaları, dağlardan tepelerden topladıkları bitkileri, kuru gıdaları satışa sunuyor kadınlar. Sokak boyunca her dükkâna girmek, tezgâhlara, satılan mamullere bakmak istiyor insan. Biz de kimi dükkânlara girip alışveriş yaptık, sonra kapı önlerinde sokağa konulmuş küçük iskemlelere oturup çayımızı yudumladık.

Sonra Divriği’nin meşhur ve her birisi muazzam ve muhteşem mimari yapısı, geleneksel ev kültürünü yaşatan konaklarını görmek üzere mahallelerine yöneliyoruz. Divriği sadece Ulu Cami’den, Şifahane’den ve kalelerinden ibaret değil ki… Divriği konaklarıyla, çeşmeleriyle ve sokaklarıyla Anadolu’nun ücra köşesinde zamana direnerek kendini koruyabilmiş nadir beldelerimizden birisi.

Sanırım dört-beş yaşlarımda idim, 1960’lı yılların başlarıydı. Annem ve teyzemle birlikte uzun bir tren yolculuğu ile ilk kez gelmiştim Divriği’ye. Çocukluk günlerimden aklımda kalan Divriği’nin sokakları ve tabii ki dayımların oturduğu avlulu evdi. Geniş yüksek duvarlarla çevrili avlunun içerisinden taş basamaklarla çıkmıştık oturdukları ikinci kata. Bana çok büyük ve farklı gelmişti ev. İki katlı yüksek tavanlı, kanatlı kapılı devasa bir yerdi. Zihnime nakşedilen ve konak denildikçe aklıma gelen bahçesinde meyve ağaçlarının, su kuyusunun ve damında bezler üzerine serilmiş kayısının, dutun, pestilin olduğu o ev geliyor aklıma.

Sonraki yıllarda o kadar çok geldim ki her geldiğimde birçok konağını, mescidini, sokağını gezdim Divriği’nin. O ev hangi mahalledeydi bilmiyorum. Şimdi daha önce de birkaç kez gördüğüm başka bir konağa, Prof. Recep Hocamızın konuşma yapacağı Mühürdarzade Konağı’na doğru sokak aralarından ilerliyoruz. Divriği’nin taş döşemeli, yüksek avlu duvarları arasında sanki fazla kimse yaşamıyormuş izlenimi veren sokaklarında yürüyoruz hocamla. Sokak boyunca bahçe duvarlarından sarkan ağaç dalları, kapı tokmakları ve ahşap dikdörtgen pencerelerin panjurlarını izleyerek sanki bir eski zaman beldesinin terkedilmiş sokağındayız. Yüksek bahçe duvarı ve büyük kanatlı kapısıyla Mühürdarzade Konağı’na geldiğimizde kanatlı kapısından giriyoruz avluya. Girişin sol tarafında duvara bitişik taş kürünlü çeşmesi, meyve ağaçlarıyla geniş bahçedeyiz. Yaz ayının bunaltıcı sıcaklığında serin bir ortam. Ağaçlar altına masalar kurulmuş. Sol tarafımızda iki katlı ahşap ve kerpiçle inşa edilmiş beyaz sıvalı, cumbalı geleneksel bir Divriği evi.

Nuri Demirağ'ın amcası Ömer Mühürdarzade 1841’de yaptırmış bu konağı. İki katlı ev mutfak, depo, toyhane, yazlık ve kışlık oda, divanhane, kahve ocağı, misafir odası, cihannüma gibi mekânlardan oluşuyor. Nuri Demirağ üç yaşındayken babasının vefatı üzerine amcası yanına alıyor ailesi ile birlikte. Nuri Demirağ'ın çocukluğu ve gençliği 18 yaşına kadar bu konakta geçmiş.

Girişin sol tarafından ikinci kata çıkılan merdiven ile yazlık oturma mekânı olan Divanhane’ye çıkıyoruz. Geniş bir balkonu andırıyor, özellikle yaz aylarının sıcaklığında oturulan serin bir mekân burası. İki katlı binanın üst katı selamlık ve altı oda bulunuyor. Bunlardan büyük olan odanın ahşap tavanı geometrik ve baklava dilimli desenlerle bezenmiş, tamamı el işi ahşap oymacılıkla kaplanmış. Orta kısmındaki göbekli çıkıntısıyla tavan, ahşap işçiliğinin ve sanatının nadide bir örneği olarak dikkatimizi çekiyor. Odaya adım attığımızda, pencere önünde çalışma masasında oturan balmumundan yapılmış Nuri Demirağ heykeli ile karşılaşıyoruz. Oda ve üst kat müze olarak düzenlenmiş. Demirağ’ın ülkemize yaptığı sanayiden demiryoluna, uçak imalatına ve siyasi mücadelesini sürdürdüğü Kalkınma Partisi’ne, çıkardığı gazetelere ait bilgi ve belgeleri sergileniyor. Alt kat ise harem bölümü. Burada Toyhane denilen içinde yaz kış günlük yaşamın geçtiği geniş bir oda bulunuyor. Yüklüğün içerisinde banyo ve duvarlarda alçı çiçeklikler, dolaplar ile mutfak, depo yer alıyor. Yine Divanhane’nin altında ise ahşaptan yapılmış tavan yüksekliğinde zahire ambarı var. Kapı ve pencereleriyle, merdivenleriyle, tavan süslemeleriyle Divriği evlerinden birisi burası.

Prof. Recep Hoca’nın konuşmasını dinledikten sonra avludaki masalarda Divriği’nin meşhur pilavını yiyoruz hep beraber. Bu avluda önceki haftalarda Prof. Hüseyin Akkaya’yı da dinlemiştik. Yine “Susmuş” namıyla maruf Aydın ile de gezmiştik burayı ve Sancaktarzade Konağı’nı…

Konaktan ayrılıyoruz, Divriği’nin sokaklarında diğer konakları, çeşmeleri, türbeleri ve mescitleri geziyoruz bir müddet.

Divriği’de yüzün üzerinde tescilli, her biri avluları, kapıları toyhaneleri, toyhanelerindeki uzun kış gecelerinde muhabbetin demlendiği kürsüleri, haremlik ve selamlıklarıyla bir şehrin kendine has sivil konutları bulunuyor. Tevrüzlüler Konağı, Ayan Ağa Konağı, Şeyhoğlu Konağı, Sancaktarzade Evi gibi… Ve restore edilmeyi bekleyen onlarcası daha…

Tarihi dokusunu, kültürel değerlerini her bir sokağında, taşında, kümbetinde yaşatan Divriği, hala asaletiyle sessiz duruşunu sürdürüyor."

Kaynak: Haber Merkezi