Bilim ve siyasi stratejiler, bilgi-iktidar ilişkileri açısından her yönüyle önem taşımaktadır. Bilimin sosyal mühendislik alanında kullanılması, bilgiyi üreten kişilerin ?operasyonel bağlantılar? içinde olduğunu mutlak anlamda göstermez. Olabilir mi? Evet olabilir ve bu da anlaşılmayacak bir durum değildir; çünkü bigi-iktidar iş birliği, beşerî ilişkileri demokrasi ve piyasaya bağlı modern yönetim biçiminin bir gereğidir. Antropoloji ilminin genelde bu tür işlere elverişli olduğunu düşündürten pek çok neden var. Malinowski gibi önemli bir bilim adamı bile yerlileri beyaz adam gözüyle görmüştür. Mahut ilmin diğer sosyal alanlardan farklı tarafı, kültür ve kimliklerle daha yakından ilgilenmesidir. Ruth Benedict´in Krizantem ve Kılıç kitabı bu konuda tam kavşak noktasındadır. Müteveffa hanımefendi, İkinci Cihan Harbi´nde ABD´nin istihbarat dairesinde çalışmıştır. Kitabın ise hâlâ özgün bir yeri vardır. Kaldıysa, okumayı seven tazelere de satır arasında kitap ismi vermiş bulunduk. Bunu hep itinayla yaparım, mesleğimin ve maruf olanı paylaşma ahlakının gereğidir; çok aldıran olmaz ama olsun.  
Siyasal İslamın İflası batılı ülkelerden çok ülkemizde yankı uyandırmıştır. Bugün de ?Siyasal İslam? kavramı ara sıra kullanışlı hale gelmektedir ve bu bile muhtevasını değil, işlevini önemli kılmaktadır. Olivier Roy, Ruth Benedict derinliğine sahip olmayabilir ama operasyonel amaçlarla kullanıma daha elverişlidir. Gündem oluşturması, muhatap bulması ve özellikle bağlamından kopartılması yaşadığımız dönemin iletişim-popüler kültür sarmalının bir gereğidir. Bilgi üretememenin tehlikesi de bugün buradan kaynaklanır;  üretemeyenler, başkalarının ürettikleriyle hareket ederler. SSCB sonrası Yeni Orta Asya konusunda Olivier Roy´un yazdığı kitap da bu mânâda misyonunu yerine getirmiştir. Yazar/yazarlar misyoner değildir ama kendi kültürünün izleri, misyonunu içinde taşımaktadır; taşımaması muhaldir. Günümüzde bilginin kullanım alanı, üretenin niyetinden farklı stratejilere açılabilmektedir.
Siyasal İslam kavramı ışığında ve önemli bir hareket olarak değerlendirilen Refah Partisi hükümet olma yoluna girmişti. Benim de katıldığım bir sempozyumda sonraları aynı kavram siyasete soyunan üst düzey akademisyenlerin ve partinin ağır toplarının gündemini tayin etmişti. İlginç olan ise, oraya başka bir el tarafından sokulan ?Kültürel İslam? açılımının RP´nin ağır toplarının ilgi odağı olmasıydı. Manipülatif hâle gelen ?Siyasal İslam? kavramına süratle bir alternatif öne sürülmüş ve kabul görmüştü. RP´nin elbette kurucu bir kadrosu vardı ama ?ortak akla sahip? bir kurmay heyeti yoktu; Ak Parti´nin de olmadı. Ortak akıl değil, ?ortak fırsat?tan söz edilebilir. Fırsat, ?ortak akıl?a imkân alanı açabilir. Bugün dönüp ?kurucular takımı?nın nerede olduğuna bakmak, kervanın yolda dizildiğini göstermeye kafidir. Bunun temel sebebi, bilgi-iktidar ilişkisinin çift yönlü donanımsızlığı ve hazırlıksızlığıdır.
Üretenin niyetinden bağımsızlaşan ?Siyasal İslam? kavramı bugün de birilerince zaman zaman kullanılmaktadır ama 28 Şubat´la beraber stratejik önemini yitirdiği için anlamını kaybetmiştir.  İslam, bir kesimde ?varmış gibi? algılanan bir güzellik; diğer kesimde ?gelecekmiş gibi? algılanan bir tehlikedir. İslamî değerlerin sosyal hayatta ve gündelik muaşerette zayıflaması, bu iki algının birbirini tamamlaması sonucunu doğurmuştur. Ortaya çıkan çok parçalı ama kararsız kimlikler, özellikle teolojik söylem çeşitleriyle çoğaltılmaktadır. STK, medrese, külliye gibi isimlerle anılan ve faaliyet alanı belirginlik taşımayan oluşumların ciddi herhangi bir denetimi olmadığı gibi; paraşütle indirilmiş gibidirler.  Dindarlık ve muhafazakarlık ekseninde belirginleşen yeni kimliksiz davranış biçimlerinin ortaya çıkışı bunlarla doğrudan ilgilidir. Esas olan kimlik değildir; kimliğin sağladığı imtiyazdır. Bir ucundan İslam´a lehimlenmişlerdir ama tüketim, giyim kuşam, teknolojiye adaptasyon konularında son derece moderndirler. Birbirleriyle bütünleşmek bir yana rekabete girmekte; Mal-Para-Makam konusunda birbirlerine benzeyen davranışlar sergilemektedirler. Kimliklerini sorarsan İslam´dır ama davranış birliklerini sağlayan şey, kapitalizmin açtığı meşruiyet alanıdır. Bu vasata zemin hazırlayan aktörlere özel bir bilinç atfedilemez; makam ve unvanları ne olursa olsun sadece devirlerine mahsus figüratif şahsiyetlerdir. Batılıların ve batıcıların bu tür cemaatimsi oluşumlara ?hoşgörülü? tavrı ise bilinçlidir; çünkü beşerî malzemenin hâl ve gidişi, piyasa vasıtasıyla kitleler üzerinde denetleme güçlerini artmaktadır. İstanbul seçiminin ayrıca tasnifine ve tahliline gerek olmadığını düşünüyorum. Demokrasi; insanların en zayıf yerlerinden yönlendirilmesini ve yönetilmesini sağlamaya elverişli olmasaydı, kapitalizm ile ta baştan kaynaştırılmazdı. Krala değil, kurala/bürokrasiye bağlı kapitalizm; hakimiyetini ancak bu şekilde sağlayabilmişlerdir. Bütün dünya, demokrasi sayesinde bir azınlığın yönetimine boyun eğmiştir.
Bazı post modern söylencelerin durum tespitin aşan, imrendirici bir dil kullanarak anlattıkları yeni demokrasi söylemi ekonomik boyuttan yoksundur. Sonra´ya atıfla abartılan ?genişletilmiş demokrasi? söylemi, batıdaki merkezileşme ve ırkçılığın yükselişi ile tezat halindedir. Küçük ve uçuk grupların afişe edilen özgürlüğü, kamufle aracıdır. Demokrasi ile kapitalizmin müşterek ve tarihî beraberliğinde, demokrasiyi belirleme önceliğinin kapitalizme ait olduğunu unutmak, ağır maliyetler getirebilir. İkisini tek başına kullanmak, yanlış anlamalara sebep olmaktadır, bu yüzden demokrasi ile kapitalizmin sarsılmaz bütünlüğünü iyi anlamak gerekir. Elan zemin bulan ve benzerleri dünyada sessiz sedasız yürürlüğe giren, demokrasinin yeni konum ve durumu, bizde daha derin tahkike muhtaçtır. Meselâ: Dar-ül harp kavramı üzerinden kendine dünyalık sağlayan bir dinî/ruhanî şahsiyet yahut cemaatimsi yapılaşma, ?yoğunluklu demokrasi? ile eline fırsat geçiren bir kapitalisttir/kapitalist oluşumdur. Eski teorik tartışmalara benzemeyen, fiili işleyişlerden söz ediyorum. Kimliklerini çok yüzlü kullanabildikleri için, inançlı kesimlerin bunlara toleransı çok geniştir ve buradan beslenirler. Bunları halkla arasına sokan siyasi partiler ve iktidarlar, halkı kaybederler ama farkına bile varamazlar. Siyasal İslam´ı değil, iktisadî İslam´ı büyüteç altına yatırmak gerekebilir.
İslamcılıkla uzak yakın hiçbir ilgisi olmayan kesimlerin, İstanbul seçimlerinde ?Siyasal İslamcılar? kavramını bir araç olarak kullanmaya kalkışmamaları, manidardı. Tutmadı ama büyük İslam âlimi anılan kişilerin de içlerinde olması, tek merkezli stratejiye işarettir. Mezkûr kavramın daha çok yirminci yüzyılla ilgili olduğunu, içlerinde elbette en şeytanî olanları bilmektedir ama meselâ siyasal laikler(!) bunun ne olduğunu etraflıca bilmezler. Çünkü onlar, ?ala dinlilik? dışında neyi görüyorlarsa karşıdırlar. Ak Parti seçmenine bir ?odak kimlik? biçme denemesinde bulundular ve komik kaçtı. Profesyonel İslamcılığa hafiften yelken açanlara tavsiyem, daha aklı başında din âlimleriyle iş birliğine girmeleridir. Siyasal İslamcılık merkezli tartışmaların gerçekte sahada mütekabiliyet sağlayacağı bir nesne/olgu vs. yoktur. Mevcut davranışları ve durumları sosyo-ekonomik veri olarak almak, en akıllıca yol olabilir. Kapitalizmi sadece azıcık bildiği, çokça duyduğu faizden ibaret sanan kafalarla akıllıca yol bulmak kolay değildir. Siyasi partilere de iktidara da geçmiş zamanlardan çok daha ağır bir yük ve sorumluluk binmiştir. Dilerim önümüzdeki dört yıl, ?fırsat?ın imkâna çevrildiği zaman dilimi olur. Belki bu ?son fırsat?tır. Çalışırken şarkı dinlemeyi de aman ihmal etmeyin! Bu yazıyı yazarken benim dinlediğim şarkı, ?Ne sevincin ömrü varmış?? şarkısıydı. Baştan ayağa sehl-i mümteni ile doludur şarkının sözleri. ?Kaçan fırsat elde kuşmuş?? dizesi bile öyle değil mi?