EBS, İTALYA TURU (3)
İtalya gezimize dair daha önce iki yazı yazmış fakat yoğunluktan dolayı devamını yazamamıştık. Gezimizi, üçüncü yazı ile anlatmaya devam ediyoruz.
Eğitim Bir Sen tarafından düzenlenen turumuzda Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya üzerinden İtalya topraklarına giriş yapmıştık. Önce; Padova, San Marco Adası yani Meşhur Venedik (Venezzia) ve içerisinde 2055 yaşında bir Roma amfi tiyatrosu, Casa Di Giulietta (Romeo’nun maşuku meşhur Jüliet’in evi), Vittorio Emanuele II’nin heykelinin de olduğu Verona’yı da gezdikten sonra yeni durağımız Sirmione oldu.
Sirmione Kasabası, kalburüstü, kodamanların yaşadığı, İtalya’nın en büyük gölü olan Garda Gölü Kıyısında kurulmuş; yeşilin, mavinin, doğanın, tarihin iç içe olduğu, kelimenin gerçek anlamıyla “muhteşem” bir yer. Her yer ve her şey çok düzenli, temiz. Garda Gölü’ne girmek için can atsak da önceden hazırlığımız olmadığı için bu güzel gölün suyuna ancak ayaklarımızı sokabildik. Bu, mükemmel doğa ve göl üzerinde bulunan Sirmione Kalesi (Sirmione Scaligero Castello) de dimdik ayakta. Kale etrafında, alışveriş yapabileceğiniz dükkânlar bulunmakta. Bunlar arasında dondurması meşhur olanlar da var. Bizler de gelmişken tadına bakalım dedik. Her ne kadar hayatımızın en pahalı dondurmasını yesek de tadımlık değil; resmen doyumluk. Yolunuz düşerse bir kişilik sipariş verip, iki hatta üç kaşık isteyin. Ardından, ver elini Milano.
Milano, Dünya modasının başkentlerinden biriymiş. Paris, New York ve Londra ile birlikte dünyanın dört moda başkentinden biri olarak bilinen şehir, diğer İtalyan şehirlerinde olduğu gibi yem yeşil. Modanın başkenti olunur da alış-veriş olmaz mı? Olur tabi. Milano da Dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan hatta kimilerine göre Dünyanın ilk AVM’si olarak kabul edilen Vittorio Emanuele Galerisi bulunuyor. Galeri, İstanbul Kapalı Çarşı’dan yaklaşık 400 küsur yıl sonra 1877 tamamlanmış ve mimarisi, “neorönesans” tarz olarak adlandırılıyor. İçerisine adımınızı atar atmaz, gerçekten başka bir yapıya girdiğinizi anlıyorsunuz ve “bu başka bir şey” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Buradan çıktığınızda hemen karşınızda yapımı 500 yılı bulan Duomo Katedrali bulunuyor. Avrupa’nın en büyük katedrallerinden biri olan Duomo, 40 000 kişi kapasiteli, görkemli bir yapı. Mimari olarak; Gotik; Neoclassik ve Neo-gotik tarzları ihtiva ettiği belirtiliyor. Milano’da başka birçok gezilip görülecek yer bulunuyor. Milano da gezerken; giyiniş ya da giyinmeyiş tarzları ve hareketleriyle Türk olmadıklarını düşündüğüm, yabancı zannettiğim kişilerin çoğunun Türk çıkması ya da Türkçe konuşması da ayrıca şaşırttı beni.
Ve başkent Roma. Kimilerine göre Avrupa’nın en güzel şehri. Sanat galerileri hariç, 84 gerçek müze varmış Roma da. Tarihin en büyük imparatorluklarından Roma İmparatorluğu’nun kalbi. Şehrin o kadar çok gezilip-görülecek yeri var ki en iyisi Roma’ya özgü bir geziye katılmak. Dünyanın yedi harikasından biri olarak gösterilen Kolezyum (MS 72-80), Âşıklar Çeşmesi, Halk Meydanı (Roman Forum), 135 Basamaklı İspanyol Merdivenleri ve tabiki Saint Peter's Bazilikası yani Vatikan. Yapımı 120 yıl süren ve inşa sürecinde birçok mimarın görev aldığı Hristiyan âleminin yönetim ve etki merkezi. Roma da en çok dikkatimizi çeken durumlardan biri de sokaklarda mini araçların çokça bulunmasıydı. Sadece Roma için üretilmiş araçlar bile varmış. Nemi Gölü ve Albana Gölü de Roma’dabulunuyor. Çevresine göre yüksekçe bir yer. Yaşlılar buraya yazın çıkıyormuş. Papa’nın yazlığı da bu bölgede.
Roma demişken Vatikan dememek olmaz. Citte Del Vatikano (Vatikan). Ülke içinde ülke. Buradaki, Aziz Petrus Bazilikası Hristiyanların en büyük kilisesi. Yapıyı, aralarında Mikalenjelo ve Rafael’inde bulunduğu 18 ayrı mimar yapmış. Meydanı ise Mikalenjelo tasarlamış. İsviçreli muhafızlar koruyor. Burayı görünce, aklıma Mehmet Ali Ağca’nın Papa suikastı ve sonrasında Papa’nın kulağına ne fısıldadığı geliverdi.
İtalya dediğimizde bahsedecek çok şey olması ve bunların birkaç köşe yazısına sığmasının nâ mümkün olması nedeniyle yazının bundan sonraki bölümünde kısa kısa notlar ile İtalya turumuzu neticelendireceğiz. Bu notlardan biri de Rönesans ve tabiki Leonardo Da Vinci. Da Vinci; annesini küçük yaşta kaybediyor. Hafif düzey otizmli ya da disleksili olmasına karşın; babası, kendisine 5 yaşında okuma yazma öğretmiş. Ailesi köyün zengini. Evdeki uşaklar, Da Vinci’nin isteklerini ikiletmiyorlar. Çok soru soran ve sorduklarının cevabını araştıran birisi. Örneğin; ölü bir kuş görüyor ve “insanlar neden uçamıyor” diye soruyor. Para vererek kanat taktırdığı insanları uçurumdan atıyor ve birçoğu ölüyor, maalesef. Fakat bu yaralı, ölü bedenler üzerinde de araştırmalarına devam ediyor, bedenlerin anatomisini inceliyor. Mezarcıyla anlaşıp, cesetleri incelemeye başlıyor. Ardından canlı biri olarak kendini keserek incelemelerine devam ediyor. İnceleme için kimseyi bulamadığında kimsesizlere yöneliyor. Bu araştırma sürecinde Da Vinci, kendi kayıtlarına göre 168 kişinin ölümüne neden olmuş.
Gelelim, Dünyanın en fazla turist çeken yapılarından ve İtalya da en çok ziyaret edilen anıt olan Pisa Kulesi’ne. Pisa Nord(Kule), aslında mimar bir aile olan Pissano Ailesi tarafından, “En Değişik Çan Kulesini Yapma Yarışması için bir çan kulesi olarak yapılmış. Aile, yarışmayı kazanmış ama bina eğilmeye başlamış. Kule eğilmeye devam ediyor. Kule, mucizeler meydanında yer alıyor.
Yine, bitiremedik.
Es-selam…
D E V A M E D E C E K