Kimlik, ?sen kimsin?? sualine sözle verilen cevaplardan herhangi bir cevap değil, insanın ?hafıza, hayal ve tefekkür? gücünün eylem katında tezahürüdür. Ülkemizde bir kimlik problemi olduğu sıkça söylenir, ancak ne olduğu üzerinde derinliğine düşünülmeden Türklük, Müslümanlık gibi azametli üst kültür yahut köylülük, şehirlilik gibi alt kültür dinamikleri hakkında vecizeleştirilmiş sözlerle geçiştirilir. Gerçekte bizi başkalarına tanıtan şey, kendi hakkımızda söylediklerimiz değil, eserlerimiz ve davranışlarımızdır. Türkiye´de ikamet eden insanlar üç aşağı beş yukarı birbirinden farklı tonlarda da olsa kimliğini oluşturan unsurlar hakkında benzer şeyler söyler, bazen de övünerek söyler.Kimliğimizin başkaları tarafından değerlendirilmesine imkan veren davranışlarımıza gelince, ne birbirine benzer ne de övünülen o azametli üst kültür unsurlarının hatlarını ve inceliklerini taşıyan davranışlar sergilenir. Bu ülkede kimlik problemi vardır, ama bu problem, ?kim olduğumuz? sorusuna cevap verememekten çok, kimliğimizi oluşturan asli unsurların asaletine uygun davranışlar sergileyememekten kaynaklanmaktadır.
Hemşerim olsun ama çamurdan olmasın
Çok yönlü ve derin tartışmalar gerektiren kimlik meselesine dair sihirli formüller verecek salahiyette değilim, ancak genel hatlarıyla kimliğin mahalli, milli ve evrensel olarak adlandırabileceğimiz üç hanesi olduğu söylenebilir. İnsan bir evin, bir sokağın, bir mahallenin ve nihayet bir şehrin mensubudur. Şehrin insanları, okul vesilesiyle yahut mahalleler arası maçlarla, bazen de mahalle kavgaları nedeniyle yakın mahallelerle, kamilen şehirle bütünleşir, giderek şehirlilik, bir ikamet adresi olmaktan çıkarak mahalli kültür ve kimlik haline gelir. Çocukken ?Hangi mahallelisin?? sorusuna göğsümü gere gere cevap vermekte, mahallemi sevmekte ve onunla övünmekteyim. Kimliğimi oluşturan temel insani değerlerin pek çoğunu mahalleme borçluyum ve o değerleri daima taşımaya çalıştığımı söylemek isterim. O günlerin şehir daha yaşanılır idi. Zaman o ritimle devam etseydi, şehir mimarisini kökten tahrip eden şok dalgalarını karşılayabilecek ve geleceğe yönelik isabetli tercihlerde bulunacak donanıma sahip olsaydık, bugün pek çok şehrimiz daha medeni, insan ilişkileri daha sağlıklı olabilirdi diye düşünüyorum. Kentleşme ne yazık ki tekmil Türk mülkünün gövdesine bir azap gibi yapışmıştır. Başımıza gelen ne olursa olsun, bulunduğu halden daha medeni şehirler inşa etmek hepimizin vazifesidir. Taşıdığımız üstün değerlerin hala buna müsait bir zemin oluşturduğunu düşünüyorum.
Şehir kültürünün kazandırdığı değerler yani ?mahalli kimliğimiz? bizi daha üst değerlere taşıyacak giriş kapısıdır.Gerçekte, bir şehre ait olmak, ?Hangi insanların şehrine aidiz?? sorusuna cevap vermektir çünkü şehre insanlar kimlik kazandırır. Geleneğimizde öyle Buhariler vardır ki Buhara´ya, öyle Bağdadiler vardır ki Bağdat´a, öyle Semarkandiler vardır ki Semarkant´a, öyle Bosneviler vardır ki Bosna´ya, öyle Sivasiler vardır ki Sivas´a bedeldir. Şehre kimlik kazandıran insanlar, tarihi aşarak bir şehri daima teşrif ederler, isimleriyle bir vatan, bir milli kültür haritası çizerler. Şehrinin kazandırdığı davranışlar ve değerler şehirlilik mektebinden hakkıyla mezun olan insana, başka şehirlerde, başka milletlerle karşılaştığında, özge bir şahsiyet olduğunun şahitleri olacaktır. Bir şehri hakk-el-yakin yaşayan insan, başkalarına söyleyecek sözü, dinleyecek kulağı, sevecek kalbi, medenilerin gereğini yerine getirecek kültür ıstılahlarına sahip olan insandır. Şehir, bazen toprağın altındaki hatıralarımız, bazen üç beş dost, bazen de yalnızlık demektir. Hatıraların yerini iç beş dost, üç beş dostun yerini yalnızlaşmanın aldığı ve şehrin, mahallenin, evlerimizin birer ikamet adresine dönüştüğü bir süreci yaşamaktayız. Sadece kozmopolitliğin zirvesinde kentlerde değil, bütün şehirlerimizde yalnızlığın ?trafik plakası hemşeriliği? biçimine dönüşmesi, kütle mimarisi üzerine yerleşen bir kütle kültürünü sokaklarımızın baskın rengi haline getirmektedir.
Son dönemde mahalliliği aşırı yücelten vakıf, dernek gibi örgütsel faaliyetler yoğunluk kazanmıştır. Bunun siyasi, sosyal, kültürel nedenleri elbette vardır, ama sebep ne olursa olsun ?Şehir nedir?? sorusundan çok ?Şehir kimdir?? sorusunun cevabını kurcaladığımda evimden dışarı adım atmak içimden gelmiyor. ?Hemşerim olsun çamurdan olsun!? kaba hatlarının kimlik hanemize katacağı hiçbir incelik yoktur, Aidiyet bildiren ?i? harfinin teleffuzundaki inceliği hak eden vasıflı insanların kimlik hanesini belirleyecek sayıda ve etkinlikte olmasını isterdim. Şark hasetliğinin emaresi olan çoğu birbiriyle tezat halindeki mahalli asabelerin, ?hemşoluk? söylemlerinin arkasına sığınma yerine fert olarak sorumluluğunu taşıyacak evsaftaki insanların şehre renk vermelerini arzu ederim.
Şehirli olmak ve milli olmak
Kimlik hanesini dolduran ve mahalli olan kuşatan ikinci hane milli olmaktır. Bir şehrin kültürünü taşıyan ve yaşayan insan, milli kültürün hem parçası hem tamamlayacısıdır.Mahalli olmadan milli olunamaz, olunduğunu söylemek mahalliliğin kıymetini bilmemekten kaynaklanır. Çünkü şehirlilik, milli kültürü bütün canlılığıyla taşımaktır. Kendi şehrinin kültürünü özüyle, sözüyle, davranışıyla benimseyen insan, milli değerleri kimlik hanesinin içine taşımakta hiçbir güçlükle karşılaşmayacaktır.
Milli kültürümüz, sahip olmaktan bahtiyarlık duymamız gereken büyük bir hazinedir ama o hazinenin karşılığını davranış düzeyinde tam olarak taşıdığımız ve yaşadığımız söylenemez. Mimar Sinan gibi bir mimara sahip olup, inşa ettiğimiz mapusane duvarı gibi soğuk yüzlü resmi binalar, okullar yüz kızartıcıdır. Yakın zamana kadar pek çok şehrimiz ayakta kalan sivil mimari örnekleriyle, şehir gibi şehir olduklarını ibraz eden inceliklerle dolu iken, müteahitlerin tamamen duygusal(!) arzularına amade kentler dikmekte kolay becerilecek bir iş değildir, elbirliğiyle becerdik. Bizler tarihiyle beraber yürüyerek şehirlerimize hareket ve şahsiyet katan bir orta sınıf yerine, yerlilik sosunu katık yapan ?sonradan görme?lerin hakim olduğu şehirlerde yaşamaktayız. Zeka ve girişim gücüyle değil, rant ekonomisinin ?şark açıkgözlülüğü? ile kesiştiği ?fırsat bu fırsat!? zihniyetiyle teşekkül eden bu zümrenin ciddi olarak kendi kendilerini terbiye etmesine ihtiyaç vardır.
Karamsar bir tablo çizmeye elverişli bir ortam ve nostaljinin prim yaptığı bir neşriyat furyası var, ona katkıda bulunmak istemiyorum, mahalli okunmadan milli değerlerle sağlıklı bir bütünleşme gerçekleştirilemez. Şehir denilince çoğumuz haklı olarak maziye kaçmaktayız, çünkü orada bizim ?aristokrat? değerlerimiz var ve bu değerleri kendisine mal edebilen bir ?kentsoylular zümresi? nden elen mahrumuz. ?Tarih, aristokratların mezarıdır.? Ama aristokrat değerlerin devamıdır. Tek tek bütün şehirlerimizde ve millet olarak böyle bir vasatı yakalayamadığımız için, adrenalini yüksek, becerisi düşük bir manzaraya hala mahkumuz. Yiğido, dadaş, yahut gokkoş deyince adrenalini yükselen ama mesleği, niteliği sual edilince hemşerilik yayvanlığına sığınan şehirliliğin, bize milli kimliğimizi yüceltecek bir katma değeri olacağını sanmıyorum.
Milli ve evrensel olmak
İnsan olmamız gereği kimlik hanemizde kıdem olarak başta gelen, ama süreç olarak sonradan kazanılan değerlerle daima zenginleştirilen ve kemal sınırı çizilemeyen üçüncü hane evrenselliktir. Biz mahalli ve milli varlığımızla ve kimliğimizle beraber insanlık alemi denilen bir alemin üyesiyiz. İnsanoğlunun birbirinin azası gören ve ?yetmiş iki millet?e kucak açan asaletiyle göğsümüzü gererek söyleyelim, buçuğuyla beraber yaşamak bizim kültürümüzün esasıdır. Türkiye mahalli kültürün zayıfladığı, milli kültürün fikir ve davranış düzeyinde iyi temsil edilmediğini düşündüğüm bir vasatın içerisindedir. Bu hal kimliğimizin mahalli ve milli hanelerini silikleştirmektedir. Kültür seremoni aracı ve müzelerin dolgu maddesi değildir, yaşanması gereken varlığı, yaşandığı kadar yekun tutar. Bütün kültürler aynı yaştadır ve asildir, bizim kültürümüz, diğer kültürleri anlayacak, hiçbir hissi ve fikri karmaşaya düşmesizin iletişime girebilecek kudrettedir. İnsanlığa sunulabilecek ve tüm insanlığın örnek alması gereken tarihi birikime sahip iken, insanımızı yoran iç dirliksizlik yüzünden ders alan konumunda olmak üzücüdür.
Dede Korkut´un kozmoloji ve tabiat anlayışımıza örnek teşkil edecek derinlikte: ?Ağaç ağaç der isem sana, arlanma ağaç!? mısrasının, Pir Sultan´ın ?Ağaç dersem gönüllenme!? mısrası ile aynı kozmoloji tasavvurunun ve aynı kozmolojik dilin yansımaları olduğunu kavradığımızda ?Biz? denilen şeyin kök değerlerini anlamamız ve milli kültür bütününü kavramamız mümkün hale gelecektir. Bağdatlı Fuzuli´nin ?Bende Mecnun´dan füzun aşıklık istidadı var!? mısra-ı bercestesiyle, Aşık Ruhsati´nin ?Daha senden gayrı aşık mı yoktur/ Nedir bu telaşın vay deli gönül!? naralanmasının aynı şeyi hem mahalli hem milli hem evrensel bir aşk estetiği seviyesinden kavrama imkanı sonuna kadar açıktır.
Aşık Veysel´in insanlığın kökenini tarif eden ?Aynı vardan varolmuşuz!? mısrası, Hafız-ı Şirazi´nin ?Beni adem azayı yek digerest!? ile aynı dünya görüşüne ve insaniyet anlayışına bağlanmıştır. Bu anlayış, insan denilen varlığı, hümanizmin başına yerleştirilen ve evrenselliğe vurgu yapan, Latinlerin ( totus genum hümanıum: İnsan soyunun birliği ) ibaresinden kerrat ile daha iyi kavramaktadır. Aynı vardan varolmak ile aynı soydan olmak iki ayrı anlayışa işaret eder. İnsanların aynı vardan varolması, birbirinin azası olması, ?çok kültürlülük?e işaret ederken soy birliğine yapılan vurgu, kültür emperyalizmini evrim hattında meşrulaştırma gerekçesidir. İnsanları, kendinin aynısını yapmak ile azası olarak telakki etmek birbirine zıt iki tavırdır. Aşık Veysel´in halk irfanını yansıtan doğaçlama sözleri, felsefi ve düşünce ürünü Latin ibaresinden daha anlamlıdır ve daha derin bir sosyolojik tahlile imkan verici niteliktedir. Hem mahalli, hem milli varlığımızla bu yüzyılı aydınlatacak birikime sahibiz, ama sahip olmak ve bilmek değil, ?olmak? gerekir. Mahalli-milli-evrensel dairesini şahsiyetimizin içerisinde birbirine kavuşturmak da bilmekle değil ?olmak? la ilgilidir.
Sonuç
Mahalli olmak elbette önemlidir, ama şehirlerimizin kaliteye ve kaliteli insana ihtiyacı vardır. Dünya nüfusunun büyük magandalardan oluşmaktadır ve bizim ülkemiz de bundan azami payını almıştır. Şehrim üzerine bir güzelleme yazma hakkım daima baki, ama kendi kendimizi ağırlamaktan, manasız ve mesnetsiz hemşoluk gösterilerinden usandık. Hele hele halk dalkavukluğunun özel bir türünün şehir dalkavukluğunun özel bir türünün şehir dalkavukluğu suretinde magandalarca temsil edildiği, bunun da ciddi özeleştirilere bile tahammülsüzlük olarak pek çok vilayetimizde kendini gösterdiği bir ortamda, içimden orta yayla rüzgarlarının gönül açan ferahlığını yazmak gelmiyor.
Şehirler, içinde yaşayan insanların nefesiyle soluk alır verir, insan kalitemizi yükseltmekten başkaca yolumuz yok. Herkes kendi şehrini daha güzel ve medeni hale getirmenin yolunu aramalı, beğenmediğimizde gidebileceğimiz bir başka şehir de yoktu, bütün şehirler giderek benziyor çünkü?
Şehir ve kimlik
Berat Demirci
Yorumlar