deyip can korkusuyla, aşkı coşa gelip Koca Lele ağlayarak, bakalım orada saza vurup ne söyledi?
Dedim oğul gel tutma zulümkâr havasını
Gökte melekler halleder her kulun nefesini
Nice yüz bin ehli mümin elinden kıldı zârı
Özüne kargışçı ettin aldın bedduasını
Beytin sesi, sazın nağmesiyle beraber kulağına değince Lâtif Şah, usulca yatağının içinde doğruldu. Doğruldu ki Koca Lele, baş tarafında saz çalıp türkü söylüyor. Bunu gören Lâtif Şah da yatağının içinde, aldı bakalım orada Koca Lele´ye ne söyledi?
Koca Lele´m ne sorarsın cevrimin cefasını
Kim sürmüştür itibarsız dünyanın sefasını
Bir tegayyür güzel gördüm attı peykan okunu
Hışmınan tarümar etti gönlümün kafesini
Koca Lele, ?Tahminimde yanılmadım, bu oğlan âşık olmuş, fakat babası benimle gürzleşti. Belli olmaz, icap eder beni öldürür. Bu benim şahımdır, bunun belki bana bir istifadesi olur. Şunun babasının beni öldüreceğini bir anlatayım. Belki faydası olur.? deyip aldı Koca Lele:
Ne mekânda derde düştün gel söyle ahvalini
Yağının yazığı gelir görse müşkül halini
Dedim oğul tövbekâr ol çek bu işten elini
Daha sürmezsin dünyanın zevk ile safasını
Aldı Lâtif Şah:
Cenk ettin hâke getirdim ganimeti cabadan
Hep bana ricaya geldi havf çekip hicab eden
Seksen bin secer içinde indirdim kecebadan
Serviden sürahi gördüm kaddinin havasını
Koca Lele; ?Tahminimde yanılmıyorum. Bu çocuk âşık olmuş olmaya, bu Elvan Dağı´nda tekke yoktu. Bu çocuk bu tekkeyi nereden çıkartı yahu!? dedi. Aldı Koca Lele:
Ben Lele ´yim anlamışım sohbeti demden seni
Badeyi Hızır elinden içirip camdan seni
Veririm düşkün serimi kurtaram gamdan seni
Geşt ü güzar eylerim ben derdinin devasını
Yani; ?Senin âşık olduğuna dair elinde bir nişane, bir emare, bir bergüzar yoktur. Şimdi ben senin derdini ne yapayım?? diyor Lâtif Şah´ın hiç bir şeyden haberi yok. Bir tek ordu kumandanın; ?Bu çocuk hasta da tekkeyi ziyarete getirdik.? demişti, onu duymuştu. Başka bir şey bilmediği için, aldı Lâtif Şah:
Lâtif Şah ´ım âha düştüm gamdan ferah bulmasa
İlacın nâ-mümkün olur kader yerin almasa
Türbeyi ziyaret eden şuh-ı terlan gelmese
Yığsan hekim Lokman´ı bilmez derdin devasını
Koca Lele, aklından dedi ki: ?Ben bu kadar ayılttım, konuşturdum. Babası da koca bir padişah! Maşukasını da o bulsun. Bana ne, ben gideyim, şunu babasına müjdeliyim, öz canımı kurtarayım!?
Koca Lele, Lâtif Şah´ın yanından çıktı. Vakit ikindi zamanı, ?Divan dağılmadan yetişeyim.? diye acele olarak, doğru padişahın huzuruna koştu. Lele, kapıdan dışarıya çıkıp da Lâtif Şah odada yalnız kalınca, Mihriban Sultan´ın hayali gelip gözünün önüne durdu. Mihriban Sultan´ın hayaline bakarken yine aklı başından gitti, arkasının üstüne, yatağın içine geriye düştü. Lele´nin haberi yok, koşarak müjdeye gidiyor.
Koca Lele, koşa koşa divana geldi. Telaşla kapıdan içeri girince, tabi Padişah da tereddütle oturuyor. ?Acaba Oğlum öldü mü, ne oldu?? diye. Yukarıya doğruldu;
-Aman Lele´m ne haberle geldin?
-Şah´ım! Hayırlı haberle geldim. Müjdeler olsun, oğlunu iyi ettim. Eskisi gibi güzel güzel konuşuyor. Görmek istersen gözünle görebilirsin, dedi.
-Tamamen iyi oldu mu Lele´m?
-Sade iyi oldu Şah´ım. Aynı eski hâlini aldı.
-Vay sağ olasın Lele.
Babası kalktı, Lele´nin önüne düştü. Bir adım ilerde Şah, bir adım geride Lele geliyorlar. Geldi, Lâtif Şah´ın yatak odasına girdiler ki aynı eskisi gibi yatıyor Lâtif Şah. Bunu gören Lele dikildi kaldı. Babası ileriye geldi;
-Oğlum Lâtif Şah!
Ses yok. Geriye döndü;
-Lele! Hani iyi olmuştu!
-Bayaktan iyi olmuştu Padişah´ım. Benimle güzel güzel konuşmuştu.
Padişah, tabi evvelkinden daha fazla kızdı bu işe, Dedi ki:
-Lele! Evvelce seninle konuştu, ötekiyle konuştu, ben bunları bilmem. Benimle konuşacak. Gözlerimle göreceğim, kulaklarım duyacak. Sen bunu bu derde giriftar ettin. Derdine de ilaç bulamıyorsun, geldin bana; ?Hastayı iyi ettim.´ diye yalan söylüyorsun he mi? Geberme saatini bekle! Kabahatin bir iken, iki oldu.
Böyle deyip kapıdan dışarı çıktı. Koca Lele kendi kendine; ?Vay Latif vay! Bayaktan iyi olmuştun, niye böyle oldun. Babanın yanında bir konuşsaydın bir yol ne olurdu. Şükür, Padişah sazı görmedi. Saz burada ya, yine ayıltırım. Kolayını belledik.? dedi.
Sazı alıp yine Lâtif Şah´ın baş tarafına oturdu. Sazın telleri kopacak kadar vuruyor, boğazı patlayarak kadar bağırıyor, asla kımıldamanın imkânı yok. ?Eyvah felek! Öldü bu!? dedi. ?Bu daha iyi olmaz, ben de öldüm işte!? Yatsıya kadar uğraştı, ayıltamadı. ?Gideyim, çoluğumla çocuğumla bir helâlleşeyim, vedalaşayım da hiç olmazsa, vasiyetsiz ölmeyeyim. Bundan umut geçti.? dedi. Yatsıdan biraz sonra evine geldi. Çoluğuyla çocuğuyla, ailesiyle helâlleşti. Ortalarına oturdu. Çoluk çocuk, aile bütün ağlaşıyorlar.
Ahmet, biraz sonra geldi ki ne görsün; babası oturmuş, çocukların arasına öyle ağlıyorlar ki gözlerinden nisan yağmuru gibi yaş akıtıyorlar. Keloğlan içeri girdi;
-Baba derdin ne yahu? Kocaman adam çoluğu çocuğu kırıp geçiriyorsun. Hep ağlıyorsunuz. Ne oldu ki size?
-Ulan git Keloğlan!
-Baba nereye gideyim yahu? Sen benim babamsın, ben senin oğlunum. Ben senin gamını kasavetini bileceğim, sen de benim eksiğimi noksanlarımı bileceksin ki mesut, bahtiyar olarak yaşayalım.
-Şöyle yaklaş yanıma, gel hele, dedi.
Keloğlan gelip babasının önüne iki dizinin üstüne oturdu.
-Buyur baba!
-Oğlum Keloğlan! Bu Lâtif Şah Elvan Dağı´nda düşüp de bayılınca, evvelce sen gördün. Geldin bana müjde ettin, ?Buldum.´ diye. Sen bunu orada bulunca, yanında bir nişane, bergüzara benzeyen bir şey var mıydı?
-Yok baba. Ben gidince onun bir süsü püsü bir şeyi yoktu, dedi Keloğlan.
-Nesi vardı?
-Bir kuru kâğıdı vardı onun, dedi.
-Ne oldu o kâğıt?
-Ben aldım da fesimin içine koydum.
-Çıkart hele.
Keloğlan fesi çıkardı ki fesin içinden düşmüş.
-Baba fesin içine koymuştum ya, soyha düşmüş, dedi.
-Ulan oğlum, gözlerin çalkama çanağına dönsün! Herif beni öldürüyor. Şunu bulmanın kolayı!
Keloğlan, o yana bu yana koşup dolaşıp yatıyordu. Tavlaya geldi ki atların fışkısının içine düşmüş. Sararmış ama yırtılmamış. Aldı getirdi.
-Baba! Gözün kör olsun, niye intizar ettin. Aha soykası, yemedim ya! Kuru bir kâğıt yahu! İçine bile bakmadım daha, dedi.
Kaldırıp babasının önüne attı kâğıdı. Koca Lele, kâğıdı yerden aldı. Kalemin ucuyla zarfı zedelemeden ağzını açtı; kâğıdı içinden çıkarttı. Baktı ki kız beyitini, adresini, künyesini hep yazmış. Anladı ki Lâtif Şah, bu kızı görmüş âşık oluş. Kız da buna adres bırakmış.
-Oğlum!
-Buyur baba!
-Bu kâğıtlar şahın neresindeydi?
-Sol göğsünün üstünde, yeleğinin altındaydı baba, dedi.
-Peki!
Koca Lele, kâğıdı geri zarfın içine koyup, ağzını yapıştırdı. Lâtif şah´ın yanına geldi. Aynı oğlunun aldığı yere kâğıdı koyup elinin ayasıyla kâğıdı yerleştirdi. O vakit Lâtif Şah, gözlerini larp edene açtı. Koca Lele, hemen kâğıdı çıkarıp Lâtif Şah´ın eline verdi.
-Aha Şah´ım! Derdinin ilacını buldum şükür. Daha bayılma yavrum!
Lâtif Şah zarfı aldı; yırttı; içinden kâğıdı çıkarttı baktı ki kız beytini, adresini, künyesini, her şeyini yazmış.
-Vay sağ olasın Lele´m, dedi. Ben bunu hayâl rüya biliyordum. Demek ki bunun bir adresi, yeri yurdu varmış. Lele, artık ya ben bunu bulur getiririm ya onun yolunda ölürüm, Hiç bir kuvvet onu elimden alamaz, dedi.
Koca Lele aklından dedi ki: ?Hayırlısıyla, ben seni bir yol babana göstereyim de ne yaparsan yap bana ne! Kendi dışarıdayken bayıldığı için gözü korktu, daha Lâtif Şah´ın yanından kalkıp gitmedi. Lâtif Şah da günlerdir uyuyor ki zaten uykuya hiç bir ihtiyaç kalmamış. Lele´nin de korkuyla uykusu gelmiyor. Güneş doğuncaya kadar bunu lafa tuttu.
Sabah oldu, güneş doğdu, divan açıldı. Divanın açılma saatini zaten biliyorlar. Lâtif Şah kalktı, kılıcını kalkanını kuşandı. Koca Lele ile beraber, doğru babasının divanhanesine geldiler. Babasını selâmlayıp divana durdu. Babası hayran meftun olup, göğsünü çeke çeke yüzüne baktıktan sonra;
-Geçmiş olsun oğlum, dedi.
-Sağ ol baba, ama daha geçmedi.
-Şükür geçmiş oğlum, ayağının üstüne kalkmışsın.
-Baba ayağımın üstüne kalktığıma bakma, benim derdimin ilerisi çok.
-Oğlum, bu derdi bir anlayabilir miyim, dedi babası.
-Anlarsın baba kolay.
-Neymiş?
-Baba! Ben Hindistan şehrinde Erciyar Hükümdarı´nın kızı Mihriban Sultan´a âşık oldum. Hakkını helâl et, gidiyorum, dedi.
Babası;
-Etme tutma oğlum!
-Etme tutmanın kâr edeceği yok baba. Hakkını helâl ediyorsan et, etmiyorsan beni avara etme, gideceğim, dedi.
Lâtif Şah´ın annesi Şemsinur Sultan da oradaydı. Kendini daha fazla tutamadı.
-Oğlum, dedi, biz memlekette ne kadar kız varsa onların hepsini sana gösterelim. Hangisini beğenirsen, al. Burdan tâ memleket aşırı gidip kız getirmek olur mu?
Lâtif Şah´ın söz kulağına girer mi, kararını vermiş bir kere.
-Yok ana, Ben o kızı alacağım, dedi.
Şemsinur Sultan, baktı ki oğlu kararlı, orda bakalım Lâtif Şah´a ne dedi?
Aldı Şemsinur Sultan:
Dizimin takati didemin nuru
Oğul bu sitemi gel verme bize
Gurbet elde kimse çekmez nazını
Korkarım ki cismin canından beze
Aldı Lâtif Şah:
Bu sineme vurma terk-i töhmeti
Hayali perişan dikilme yüze
Gamdan ferah bulmaz aşkın şiddeti
Ne ricaya bakar mihnete söze
Aldı Şemsinur Sultan:
Ülke şahı gurbet ele gider mi
Aklı olan devletini budar mı
Oğul da anayı tekdir eder mi
Ne deyim sen teki huluskarsıza
Aldı Lâtif Şah:
Sinemi yandırır sevdanın narı
Onunçün atmışım namusu ârı
Yığıla dünyanı tüm sim ü zeri
Zerre miktar kadar görünmez göze
Aldı Şemsinur Sultan:
Şemsinur Sultan ´ımaşkım ezeli
Kırılmış mı bu yerlerin güzeli
Sana bin yâr bulam gılman misali
Abdal olup düşme sahraya düze
Aldı Lâtif Şah:
Lâtif Şah´ ım beni salma hiddete
Sadr-ı hacaleten söyleme hata
Bin güzelden muteberdir bir buta
Baksana sinemde alışan köze
Söz tamama yetti. Lâtif Şah, annesi Şemsinur Sultan´ın sözlerini kulağına koymadı. Kadın; ?Bunun başına bir hal gelecek.? diye hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Bunun üzerine babası;
-Gidecek misin oğlum, dedi.
-Gideceğim baba.
-Peki oğlum, ne yapayım, beni de Allah düşünsün. Madem gideceksin, sana asker veririm. Ordunu çek git. Nerdeyse bu kız al gel, dedi.
Lâtif Şah sordu ki;
-Baba ne kadar asker vereceksin?
-Ne kadar istersen, o kadar vereceğim. Bu işe nihayet olmaz, dedi. Bunun hududu yok. Ne kadar istersen o kadar vereyim.
Dedi ki:
-Baba! Bana dört bin-beş bin kişi versen, zaten bunların hepsinin göreceği işi ben yalnız görürüm. Dokuz bin on bin kişi versen, bu kadar askeri diyar-ı gurbete nasıl götüreyim, neyle götüreyim, neyle dolaştırayım? Ben asker götürmem. Ancak baba senden bir ricam var. Ben Hindistan şehrinin yollarını bilmiyorum. Hindistan şehrinin yollarını bilen birini yanıma katarsan bana kâfi gelir. Vereceğin ordudan daha çok bundan memnun olurum. Ben giderim, kendi işimi kendim görürüm. Allah için verirse, görür geri gelirim, dedi Lâtif Şah.
O zaman babası bir düşündü. ?Ben bunun önüne beri benzer adamlar katsam, her adam gidip de orada padişahla dünürlük yapıp iş göremez. Ben bunun yanına anca vezirlerimden birini katarım.? dedi.
-Ey Oniki Mirzahanlarım!
-Buyrun Şah´ım!
-Kalkın bakayım, dedi.
On ikisi de ayağa kalktılar. Koca Lele, bunun vezirliğinden çıktığı için tabi o kalkmadı. Kapının ağzında çömeldi. Serbestledi gayrı orada duruyor. Vezirler kalktı,
-Buyur şahım, dediler,
Dedi ki:
-Her hanginiz bu çocuğun önüne düşer, bunu tehlikesiz, çetesiz yollardan Hindistan şehrine götürür, Hindistan şehrinde Erciyar Hükümdarı´yla bunu anlaştırır, kızı Mihriban Sultan´ı buna alır da sağ selâmet bana getirirse, ahd ü peymanım olsun ki terazinin bir gözüne altını koyacağım, bir gözüne o veziri koyacağım, tartıp vereceğim.
Vezirler ağırlığınca parayı duyunca gözlerini fal taşı gibi açtılar. Lâtif Şah´ın canı eviyor ki ?Beni göndersin.?. Padişah da ? Acaba hangisi daha iyi konuşur.? diye bunları süzüyor.
O arada vezirler, bir yol dönüp Lâtif Şah´ın yüzüne baktılar. Lâtif Şah´ın yüzüne bakınca paradan gönülleri geçti. Kendi kendilerine dediler ki: ?Yahu! Bu çocuğun aklı başında yok. Bir yol okumaya hevesleniyor, bir yol avcılığa hevesleniyor, bir yol şahlığa hevesleniyor. Hiç birinde bir ip tutturamıyor. Bu serseri yolda giderken, birine takılır, bunu vurup öldürürler, bizi de öldürürler. Öldürmeseler bile, biz geriye gelince; ?Oğluma ne yaptınız da geldiniz?´ diye babası bizi öldürür. Bunun menzili yakın, parası çok. Bunun altında var bir iş. Biz bu parayı yiyemeyiz.? dediler. Yukarı doğruldular ve dediler ki:
-Devleti Şah´ım! Hiç boşa avara olma. Biz Hindistan´ın yolunu bilmiyoruz.
-Hiç biriniz bilmiyor musunuz?
-Hiç birimiz bilmiyoruz, dediler.
Padişah;
-Oturun bakalım, dedi.
On ikisi de oturdu.
-Koca Lele kalk bakalım ayağa, dedi.
Koca Lele usulca kalktı;
-Buyur Şah´ım!
-Bu çocuğun önüne sen düşeceksin, dedi. Bunu kese, yollardan tehlikesiz götüreceksin. Hindistan şehrinde Erciyar Hükümdarı ile bunu anlaştıracaksın. Sağ selâmet ben bunu geriye isterim. Sana para da yok. Mecburi olarak gideceksin, dedi.
Koca Lele;
-Şahım ben ihtiyarım. Diyar-ı gurbette çocuğun başına belâ olurum. Çocuk kendini mi dolandırsın, beni mi dolandırsın? Bir sürü genç vezirlerin var. Onların birini yanına katsana.
-Onların hiç bir kabahati yok, dedi. Ben seni bunun yanına kattım ki buna mukayyet ol diye. Sen buna mukayyet olup da o kızı buna göstermeseydin, şimdi bu dert ne senin başına gelecekti ne de benim başıma gelecekti. Mecburi olarak sen gideceksin. Yoksa seni cellâda vereceğim. Öbür dünyaya göndereceğim, dedi.
Koca Lele, aklından dedi ki: ?Bu adam benimle zıtlaştı. Beni öldürür öldürmesine. Bunun kılıcıyla ölmektense gideyim de yollarda öleyim. Elinden kurtarayım hiç olmazsa.?
-Gideyim, şahım, dedi.
-İstersen gitme! Seni mecburi olarak göndereceğim, dedi.
Dedi ki Koca Lele:
-Gideyim şahım, fakat bazı işin zor tarafı varır, bazısının da plan tarafı vardır. Her zaman zoraki iş görülmez. Madem benim üstüme yıktın, bu işi görürüm, Allah izin verirse. Hindistan şehrinin yolunu pekâlâ biliyorum. Şimdi ben Lâtif Şah´ın önüne düşüp bunu oraya götürürüm. Oraya varınca Erciyar Hükümdarı, olur ya benim senin Lele´n olduğumu, bunun senin oğlun olduğunu bilmez. Koskoca padişah, ona yekten dünürlük yapılmaz. Artık bir ay mı kalırız, iki ay mı kalırız, üç ay mı kalırız, o belli olmaz, padişahla anlaşana kadar! Ben buradan tüccar kılığına gireyim. Bezirgân kılığında oraya gideyim. Oraya varınca padişahın hediyesini ayrı gönderirim, karısının hediyesini ayrı gönderirim, kızının hediyesini, vezirlerinin hediyesini ayrı. Padişah da ?Bu ne cömert tüccarmış. Hepimizi hediyeledi.? diye olur ki günün birinde beni davet eder. Davet, yemek muhabbetinde, o zaman kendimi takdim ederim. Seni bildiririm, oğlunu tanıtırım. Dünürlüğü kolayca yaparım şahım, dedi.
-Peki Lele´m! İşi gör de nasıl görürsen gör, dedi padişah. İşte benden ne kadar mal istiyorsan, kervancı olmak için?
Dedi ki:
-Şah´ım! Benim beğenmiş olduğum kumaşlardan, en halis Yemen kumaşı olarak seksen deve yükü kumaş vereceksin, dedi. Koca bir padişah, -yok değil ya- Emir ferman buyruldu, seksen tane deve geldi. Türlü mallardan buna seksen deve yükü, -develerin götüreceği kadar- kumaş yüklendi. Koca Lele´ye bir Arap at hazırlayıp, eyerlediler.
Koca Lele, Arap atın üzerine binip, ilerideki devenin yularını eline aldı. Lâtif Şah da Benliboz´u hazırlayıp, divanın önüne geldi. Lâtif Şah içeri girip babasının elini öptü.
-Sağ olasın baba! Hakkını helâl et, gidiyorum, dedi.
O zaman Gamsız Şah´ın içi elvermedi, orada aldı bakalım Lâtif Şah´a ne dedi:
Aldı Gamsız Şah:
 
Geda olup gedalara karışma
Elden hicap eyle biraz çek sen ar
Otur tahta hükm eyle Kaf´tan Kaf´a
Bundan artık hiç olur mu iftihar
Aldı Lâtif Şah:
Ne sual edersin ihtiyar peder
Hele bak fikrinde ne hayaller var
Seyhat etmek serden gamı dağıtır
Gitmesem vücudum tarumar olur
Aldı Gamsız Şah:
Yılıp ricaya gelmiştir hepi
Örtme karşımızda muhakim kapı
Layık mıdır harap ola bu yapı
Senden özge kime edem itibar
Aldı Lâtif Şah:
Tahtında bir şahsan söyleme naçar
Gör ki fikirinden ne hayal geçer
Belki senden evvel benimdir ecel
Hiç Hakk´ın ilgarı oldu mu inkâr
Aldı Gamsız Şah:
Fikirin guşuma olmuştur agâh
Aklını başından almış bedir mah
Lâyık mıdır bu devrana çeken ah
Gamsız Şah ´ım ben ki dertten bî-haber
Aldı Lâtif Şah:
Lâtif şah´ın bir dilekti murazı
Özü öz canına eder garazı
Gamsız kuldan Allah olmaz ırazı
Mümin olan gerek çeke ah ü zâr
deyip kesti. Babası Gamsız baktı olacak gibi değil, dedi ki:
-Oğlum, mademki gidiyorsun, sağlık helâl olsun, güle güle git. Allah işini rast getirsin. Sağ selâmet geri gel, dedi. Yalnız oğlum yanına çıraklar al. Bu develer böyle boyuna gidecek değil ya! Yıkılacak, yüklenecek, yayılacak bu hayvanlar.
-Sağ olasın baba, dedi. Ben zaten bu derde giriftâr oldum. Benim yüzümden başkaları huzursuz olmasın. Benim Koca Lele´m, katarımın önünden sürüp giderse, ben devemin yıkılacağı yerde yıkarım, yükleneceği yerde geri yüklerim, dedi.
Hiç kimseye ihtiyacım yok. Babasının elini öptü, dışarıya çıktı. Benliboz´un üstüne bindi.
-Çek, Lele katarı, dedi.
Koca Lele. Boz Maya´yı heyleyip Yemen şehrinden çıktı.
Yiyip içerek, konup göçerek on beş gün yol aldılar. Koca Lele katarın önünde, Lâtif Şah Benliboz´un üstünde, katar ikisinin arasında. Seksen deve uzadı gidiyor. Lâtif Şah geriye döndü baktı ki Yemen şehrinin dağları kaybolmuş gitmiş, daha gözükmüyor. Üç yüz altmış altı damar, yüz kırk dört pare kemiğine ateş düşüp yandı. Koca Lele´ye;
-Ey Koca Lele, deveyi eğlet. Sineme birkaç söz geldi. Onu sinemden ayırt edeyim, ondan sonra yolumuza devam ederiz.
Koca Lele, develeri eğletti, Latif Şah indi yere.
-Koca Lele! Hakikaten anam doğru söylemiş; gurbet kokuları gurbet acıları daha memleketimizi terk etmeden bana dokunmaya başladı. Dur hele az, dilime birkaç kelam geldi. Söyleyim de içim rahatlasın.
Orada aldı bakalım Lâtif Şah Koca Lele´ye ne dedi; Koca Lele ona ne cevap verdi. Biz ne söyledik, buradaki dinleyenler ne dinlediler?
Aldı Latif Şah:
Kesildi nişanem yâd oldu vatan
Gözden yitti bizi elin dağları
Leyla intizarı çünkü var canda
Viran eyler seher sümbül çağları
Aldı Koca Lele:
Sabr eyle zulümün her belâsına
Mevlâ´m sınar dergâhında çokları
Bir darlığa bin genişlik veren var
Hikmetinden var eyledi yokları
Aldı Latif Şah:
Yakın menzilimiz ehlet taşıdır
Cismimi yandıran aşk ataşıdır
Ezel bu ayrılık Hakk´ın işidir
Felek saldı bizden cüda sağları
Aldı Koca Lele:
Nizaynan içilmez feleğin zehri
Salmışsın zahmete çekerim kahrı
Talandı gönlümün pay-i taht şehri
Kırıldı kaddimin dal budakları
Aldı Latif Şah:
Latif Şah da vatanından cüdadı(r)
Emr-i kaderullah Bârî Hüda´dı(r)
Felek hicran taftağından budadı
Soldu selvi şecerimin dağları
Aldı Koca Lele:
Koca Lele diyor artmıştır cezam
Üy be üy od düşmüş yanar var azam
Eksilmeden yaram sızıldar tezem
Sönmüştür gönlümün çam çırahları
Lâtif Şah´ın içine bir hüzünlük düştü. Kendi kendine dedi ki: ?Bir daha bu Yemen şehrini ya görürüm ya göremem! Benliboz´u sürüp ileriye vardı.
-Lele´m!
-Buyur Şah´ım!
Orada Latif Şah kendisini tutamayıp aldı birdaha, bakalım Koca lele´ye ne söyledi:
Koca Lele´m biz bu sene n´eyledik
Attı gurbet ele yollarımızı
Bir mecâzi aşka düştük müptelâ
Daha görür müyüm ellerimizi
Gamı def olmayıp, aldı bir daha:
Geri koydum tacı tahtı hanemi
Melül ettim atamınan anamı
Haramîden aldım Altın Bina´mı
Bıraktık ellere mallarımızı
Koca Lele, aklından dedi ki: ?Bu çocuk Altın Bina´ya iyice hasret. Dayanamayıp geri dönecek. Şükür, yol yakınken gönlü geçti.?
Dedi ki:
-Şah´ım! Sen orada hastalanınca başımızın derdine düştük. Altın Bina´nın kapısını dahi örtmeyi unuttuk. Asker bütün toplandı, senle benle beraber Yemen şehrine geldik. Elvan Dağı´nın tepesindeki Altın Bina ıpıssız kaldı. Biliyorsun ki içi altın, inci, mücevher hepsi dolu. Babanı da kandırıp iyi mallar aldık, dedi. Bunu da götürelim oraya yıkalım. Seninle zevk-i sefamızla orada yaşayalım.
Lâtif Şah;
-Öyle mi Lele´m, dedi.
-Öyle Şah´ım.
O zaman Lâtif Şah orada aldı bir daha:
Lâtif Şah ´ım enginlerden geçerken
Ordular içinden yiğit seçerken
Turna gibi yücelerden uçarken
Şahine vurdurduk tellerimizi
deyip kesti.
-Lele´m! Geri dönüp de gidip Altın Bina´ya yerleşmek kendi elinde değil. Gönlümün tellerini şahin vurdu. Çek katarı, dedi. Çek!
Koca Lele; ?Yahu! Yine gönlü geçmedi. Bize Hindistan´ı boylatacak.? dedi içinden, mecburen katarı çekti.
Konarak göçerek, yiyip içerek on beş gün daha yol aldılar, on altıncı gün yine Koca Lele önde, Lâtif Şah geride gidiyorlar. Koca Lele baktı ki orada yol iki çatal olmuş. Hindistan´a giden yol belden aşıp doğru gidiyor, fakat körlenmiş, yol hâlinden çıkmış. Gidip gelen olmamış. Yol olduğu, bir parça belli. İkinci yol da dağın dibine doğru dönmüş gidiyor. Bunu görünce Koca Lele tereddütlendi. ?Hindistan´ın yolu şu yoldu. Acaba bu yol neden otlanmış, neden bırakılmış, gidip gelen olmamış? Şu yol da Hindistan´a mı gidiyor, yoksa başka bir yere mi?? diye düşündü.
 
 Şüphelenip orada eğlenmeye mecbur kaldı. Koca Lele inince, tabi katarı eyledi.
Lâtif Şah, ?Bu ihtiyar neden katarı eğledi?? diye atını ileriye sürüp geldi ki Koca Lele bir körlek, bir de işlek yolun arasında o yana bu yana bakınarak düşünüyor.
-Lele´m niye eğlenin? Katarı çek gidelim, hangi yola gideceksek bir an evvel.
Dedi ki:
-Şah´ım! Yolu şaşırdım, çıkartamıyorum.
-Sen niye orada ?Biliyorum.? dedin de burada şaşıyorsun? Orada bilmiyorum deseydin, babam belki bir bilen adam bulur, yanıma katardı. Ben de rahatça giderdim.
Dedi ki:
-Şah´ım! Kusuruma bakma, ihtiyarlık var, unutmuşum. İyice düşüneyim, yanlış yola gitmeyelim.
Koca Lele yolu pekâlâ biliyor, ama otlandığı için şüpheleniyor, gidemiyordu. Belki bir yolcu gelirse, soralım ki; ?Şu yol da Hindistan´a gidiyor mu, gitmiyor mu?? diye. İşlek yolun ne tarafa gittiğini bilmiyor. Onun için eğlenmiş düşünüyordu. Lâtif Şah sıkıştırıyor, Lele de;
-Şah´ım beni sıkılama. Yanlış yola gidip de seni diyâr-ı gurbette süründürmeyeyim. Bir yol iyice düşüneyim, bulayım da ona göre gidelim.
Lele oyalanırken o işlek yoldan, dağın dibinden bir atlı çıktı. Bunlara doğru geliyor. Lele atlıyı görünce;
-Şah´ım! Şuna soralım da yol hangisiyse, ona göre gidelim, dedi.
-Peki dedi Lâtif Şah.
O atlı bunların yanına geldi, selâm verdi. Koca Lele;
-Aleykümselâm oğlum, dedi. Az dur bakayım.
O adam durdu.
-Oğlum! Bu yollar nerenin yolları? diye sordu.
Dedi ki:
-Emmi bu yollar Hindistan yolları.
-İkisi de gidiyor mu?
-İkisi de gider, dedi.
Koca Lele sordu ki;
-Oğlum eski yol hangisiydi, Hindistan´ın esas yolu?
Dedi ki;
-Emmi! Şu körlek yol esas yoldur, fakat bu yolun içerisinde altı-yedi tane bir tehlike zuhur eti. Ne olduğu belli değil. Bu yoldan giden, kaybolup gidiyor, geri gelmiyor. O yandan da gelen yok ki sorulsun. Onun için bu yol bırakıldı. Herkes şimdi bu yoldan gidiyor.
-Peki, sağ ol oğlum, dedi İhtiyar.
-Sen de sağ ol emmi, deyip adam atını sürdü.
Lâtif Şah Benliboz´uyla adamın önüne geçti.
-Dur bakalım arkadaş, dedi.
Adam durdu.
-Bu yolların hangisi yakındır, Hindistan şehrine, dedi Lâtif Şah.
Adam da dedi ki:
-Delikanlı, aha şu otlu yol yakın gider. Bu otlu yoldan giden bir ayda gider, işlek yoldan giden bir buçuk ayda gider. İşlek biraz yol dolanır, dedi.
-Peki.
Adam atını sürdü, gitti.
Lâtif Şah geriye gelince Koca Lele dedi ki:
-Şah´ım! Sen de duydun ya bu yolun ilerisinde bir tehlike zuhur etmiş. Giden gelmiyormuş. Herkes bu yoldan gidiyormuş. Biz de herkesin gittiği yoldan gidelim de bir tehlikeye maruz kalmayalım.
Lâtif Şah dedi ki:
-İyi ama Lele´m, bu adama ayrıyeten yine sordum. Sen de duydun. O adam dedi ki: ?Bu otlu yoldan giden bir ayda gider, işlek yoldan giden iki ayda gider.? dedi. Elimden gelse, Mihriban Sultan´ı ben bugün bulmak istiyorum. Sen beni iki ay dolandıracaksın. Bir aylık yol dururken ben iki aylık yoldan gitmem. Bu yoldan gideceğiz, dedi.
Lele yalvardı.
-Şah´ım! Başımıza bir belâ gelmesin de tek üç ay dolaşalım. Oğlum. Ne olur sanki! Buradan giden geri gelmiyormuş, kaybolup gidiyormuş.
-Canım, o gidip de geri gelmeyenler ana kuzusu değil mi? Onların başına ne belâ geldiyse, bizimkine de o gelir. Fazla konuşma da çek katarı, dedi.
Koca Lele içinden; ?Bu oğlan bir yerde ölecek, bana da sebep olacak olmasına, gidelim bakalım!?
İster istemez körlek yola düştüler. Körlek yolda on beş gün daha yol aldılar; fakat Koca Lele bu yolculuktan çok memnun kaldı. Çünkü gidip gelen olmamış, yollar otlanmış. Develeri yıkmaya lüzum kalmıyor, develer horam horam ot yolarak gidiyorlar. Koca Lele aklından dedi ki: ?Eğer böyle gidersek, çocuk benden akıllı çıktı. İyi gidiyoruz, sonunda bir pisliğini çekmeksek bu işin!?
On beş gün gittiler. On altıncı gün gece yarısı bir boğaza girdiler. Koca Lele ileriden gidiyordu. İki tarafı ormanlık dağlar. Körlük yol, boğaza doğru gidiyor. Gece yarısı girdi. Tam sabah oldu, güneş doğdu. Güneş kuşluk yerine geldi, Koca Lele hâlâ boğazda gidiyordu. Kuşluk zamanı ileriden çıktı. Lâtif Şah, daha geride boğazın içinde, develerin arasında. Koca Lele boğazdan ileriye çıktı ki sağ taraf ormanlık, dağlar; sol taraf düz ova, halı gibi ot, çiçek, çayır? Çekirge sesi, kuş sesi hep birbirine karışmış, fakat bunların içinde acı bir inilti var. O zaman Koca Lele, can derdiyle o yana bu yana bakınmaya başladı. Korktu, acı iniltiden. O yana bu yana bakınıp yatıyordu. Baktı ki sağ tarafta, ormanların içinde, ileride kısık bir dere, ormanların sık yerinde bir büyük ejderha bunların geldiğini görmüş, yarı beline kadar yukarıya doğrulmuş, gözlerini kabartmış, bunlara bakıp acı acı inliyordu. Bunu gören Koca Lele´nin korkuyla dili tutulup, atının üstünde donup kaldı. Katar eğlendi. Lâtif Şah da daha boğazın içindeydi, çıkmamıştı. Katarın gerisindeydi. ?Bu ihtiyar bu kez katarı neye eğledi acaba, neye çekip gitmiyor!? diye düşündü. Develerden o yana bu yana geçe geçe Benliboz´unu ileriye sürdü geldi ki Koca Lele atın üstünde dimdik duruyor.
-Çeksene yahu katarı! Niye eğledin, dedi.
Koca Lele´nin dili tutuk olduğu için parmaklarıyla ileriyi gösterdi. Lâtif Şah Koca Lele´nin parmak hizasına baktı ki büyük bir mahlûkat, ormanın içinde yarı beline kadar yukarıya doğrulmuş bunlara bakıyor ve acı acı inliyor. Bunu gören Lâtif Şah, sol tarafındaki kılıcını sapından tuttu. O zaman Koca Lele elini çekince, Lâtif Şah´ın yakasından tuttu. Bunun üstüne dili açıldı.
-Nereye gidiyorsun Şah´ım?
Dedi ki:
-Lele´m gideyim bakalım, bu mahlûkat neyse! Yoldan kaldırabilirsem kaldırırım. Kaldıramazsam öldük işte, dedi.
Koca Lele dedi ki:
-Onun ne olduğunu sen biliyor musun?
-Bilmiyorum, dedi Lâtif Şah.
-Şah´ım! Onun ne olduğunu ben sana anlatayım da istersen git, istersen gitme. Benden vebal kalksın.
Böyle deyip, aldı bakalım ağlayarak Koca Lele, orada Lâtif Şah´a ne söyledi?
 
İhtiyarım kurtaramam kalmadı bende mecal
Sen çevir Benliboz´unu geri kendin yola sal
Git dolaş o işlek yoldan bul yârini murat al
Ejderhayla cenge varma pehlivan Rüstem misin
-Anladın mı Şah´ım, dedi Koca Lele.
-Anlayamadım Lele´m. Bu ejder dediğin mahlûkat, hangi mahlûka benziyor? Bana lisanınla anlat bakalım, dedi.
Koca Lele dedi ki:
-Şah´ım! Buna yılanın büyüğü ejderha derler. Bunun karşısında Zaloğlu Rüstem gibi bir pehlivan olması lâzım ki kendisini tutundursun. Senin gibi doksan dokuz tane Lâtif Şah olsa, vız gelir, tırıs gider, dedi.
Bu söz Lâtif Şah´ın pehlivanlık gururuna dokudu.
Lele dedi ki:
-Şah´ım! Bu adama ne mi yapar; adamı sokar öldürür. Sokmaya tenezzül etmezse, adamı yerden çeker karnına götürür, eritir, gider, dedi. Eğer buna de tenezzül etmezse, yerden kendini fırlatıp gelir, adamın beline dolanır. Sıkar kemiklerini kırar, yine öldürür, dedi. Bunun elinden kurtarmanın imkânı yok. Ben daha kurtaramam; mal da kurtaramaz. Sen gençsin. Atın hünerli. Sen Benliboz´unu sür buradan kaç. Git o işlek yolu bul. Oradan dolaş Hindistan şehrine git, Mihriban Sultan´ını bul. Bana elveda! Beni bırak, dedi.
Lâtif Şah
-Öyle mi Lele´m, dedi.
-Öyle. Ancak böyle kurtarırsın, başka kolay yolu yok, dedi,
Dedi ki:
-Lele´m! Seni ihtiyar çağında, memleketinden, çoluğunun çocuğunun içinden alıp getirip de burada bir vahşinin karşısında bırakıp kaçıp gitmek gençliğe yakışır mı?
-Yakışmaz ama Şah´ım, sen beni kurtarayım derken kendini telef edersin. Ben zaten günümü görmüş, sefamı sürmüşüm. Ben ölsem de kasavet etme. Canını kurtar, beni kurtaramazsın, Sen bir an evvel kaç da git, dedi.
Lâtif Şah;
-Yok Lele´m yok! İş öyle değil, dedi.
Tabi bunda da can korkusu var. Ejderhadan korktu. Mihriban Sultan´ın hayali gelip gözünün önüne durdu. Mihriban Sultan´a hasret kalacağım diye, ağlayarak aldı bakalım orada Koca Lele´ye ne söyledi?
Koca Lele´m düşüp gelme peşime
Ölürsem başının çaresine bak
Vuramazsam kılıcınan başına
Körpe vücudumun paresine bak
Gamı def olmayıp aldı bir daha:
Ben ölürüm sen kalırsan savaştan
Ahde vefa etmedik mi biz baştan
Matem elbisesin bizim kumaştan
Giydir Mihriban´a karasına bak
Koca Lele dedi ki:
-Şah´ım! Sen öldükten sonra, beni Mihriban Sultan´ın yanına koymazlar ki senin öldüğünü haber vereyim. O da senin kumaşından karalar giye, yasını matemini tuta. Ben de onun karalarına bakayım. Sen beni bırak, kaç git. Mihriban Sultan´ını bul. Karasına bak, ağına bak, neresine bakarsan bak. Beni düşünme, dedi.
Lâtif Şah;
-Öyle mi Lele´m?
 
 
 
-Öyle Şah´ım dedi. Bu işin başka kolay yolu yok. Lâtif Şah aldı bir daha:
Bu yolları bundan almak kastımdır
Sığınmışım Mevlâ benim dostumdur
İnsanoğlu her mahlûktan üstündür
Şimdi Lâtif Şah ´ın nârasına bak
deyip kesti. Beytini kestikten sora;
-Lele´m, Bu mahlûkat geriden kendini fırlatıp atar da adamı belinden sarar diye söyledin.
-Evet Şah´ım. Kendini atar; adamın belinden dolanır. Sıkar kemiklerini, kırar öldürür, dedi.
Lâtif Şah dedi ki:
-Öyleyse Lele´m, bunun üstüne atla gitmek tehlikeli. Eğer beni sarar da attan aşağı düşürürse ben kendimi toparlayamam. O zaman beni öldürür bu, dedi. Bunun üstüne yayan gitmem lâzım benim.
Benliboz´dan aşağı inip, Benliboz´un yularını Koca Lele´nin eline verdi.
-Lele´m ben gidiyorum. Sen bu hayvanı tut, burada dur, dedi. Baktın ki bu mahlûkat beni perişanlattı, öldürecek, sen beni kurtaramazın, dedi. Benliboz´a bin kaç. Mal kalsın, burada. Yelesine sarıl, düşme sakın! Bu seni kaçırır, seni kurtarır, dedi. Tekrar Yemen şehrine gidersen, padişah babam; ?Oğlumu n´ettin der?? seni öldürür. Yemen şehrine gitme, dedi. O işlek yolu bul, Hindistan şehrine git, Mihriban Sultan´ı bul. ?Lâtif Şah seni aramaya gelirken yolda ejderha parçaladı de.? O benim ölü hatırımı sayar, sana ölünceye kadar bakar. Çoluğundan çocuğundan ayrı olursun ama hiç olmazsa canından olmazsın baba. Ne yapalım mukadderat böyleymiş, dedi.
Koca Lele´ye yuları verip, kılıcını çekip kınından çıkarttı. Ejderhanın olduğu derenin ayağına geldi. Orada yüksek bir nara attı. Ejderha da yukarıdan aşağıya kıcıladı geliyor. Lâtif Şah bir yüksek tarafa çıktı. İkisinin arasında altı metre kadar yer vardı. Ejderha, Lâtif Şah´ı görünce durdu. Lâtif Şah´ı çekti götüremedi. Güçlü kuvvetli adam oludu için ileriye götüremedi. Ejderha o zaman geriden kendini toparladı, yukarıdan aşağıya kendisini öyle bir attı ki gelip Lâtif Şah´a çarptı. Lâtif Şah yuvarlandı gitti. Yuvarlanıp biraz gittikten sonra Lâtif Şah yukarıya sıçradı ki ejderha kuyruk tarafıyla Lâtif Şah´ın belinden iki dolam olarak sarmış. Kılıç tutan kolu da sargının içinde kalmış. Var kuvvetiyle silkiyor kolunu. Asla ejderhanın sargısından kımıldatamıyor. Ejderha bunu sıkmış kayımca. Hem sürüp götürüyor hem de olanca kuvvetiyle sıkıyor. Tabi güçlü kuvvetli adam olduğundan kemiğini kıramıyor, götürüyor. Lâtif Şah kendi kendine dedi ki: ?Bu hayvanın bir yuvası, ini vardır. Beni götürür de o dar yere sıkarsa, daha elinden kurtarmanın imkânı yok. Beni öldürür. Bu geniş yerde kendimi kurtardım kurtardım, kurtaramazsam, işte gidiyoruz.? Ayağını yere bekitiyor, nerde kütük görürse oraya dayıyor, asla ejderhayı eğlemenin imkânı yok. Yalnız o yana bu yana bir parça sarsıyor. Arada bazen de kılıçlı kolunu yokluyor, belki sargıdan çıkartırım diye, çıkartamıyor. O yana bu yana yarım saat kadar oralarda süründü, uğraştılar. Tabi hayvan da sıka sıka bir parça yoruldu. Lâtif Şah, bir ara öyle bir hesaba getirdi, kolunu öyle bir çekti ki kılıçla beraber ejderha sargısından kurtardı. Geriden bunun belinin ortasından bir kılıç vurdu. Kendi sargıda olduğu için ejderha da gayet kalın olduğu için dibe kadar kesemedi, ama büyük bir yara açtı. Ejderhanın belinden kılıç geçince, kuyruk tarafı gevşedi. Lâtif Şah sargıdan dışarıya fırladı birden bire. Ejderha da bunu vurup da yaraladığı yerden yukarıya doğrulttu. Tabi acıştı, küçülüyor, büyüyor, Lâtif Şah´ı sokmaya çalışıyor. Lâtif Şah da müdafaa ediyor, kılıçla kafasına vurmaya çalışıyor. Ejderha buna saldırınca, Lâtif Şah da sağa sola sıçrayarak kendini kurtarıyor. Bu kılıcını sallarken de ejderha kafasını sağa sola çekerek kurtarıyor.
Birbirleriyle müdafaa hâlinde sağlam olarak iki saat uğraştılar. Nihayet ejderhanın yarası soğudu, acıdı. Can derdiyle Lâtif Şah´a bir daha saldırdı. Lâtif Şah can acısıyla ejderhanın tepesine öyle bir kılıç vurdu ki hıyar biçer gibi ikiye biçti. Kılıç, yarı beline kadar yere saplandı. Ejderha düştü. Lâtif Şah için geriye kalan kolay oldu. Ejderhayı vurdu birkaç parçaya böldü. Kılıcının kanlarını yere sürdü. ?Çok şükür Mevlâ´ya bundan kurtardık. Koca Lele da kaçmadıysa, inşallah ikinci bir tehlikeye kadar, gayrı serbest gideriz.? dedi. ?Lele kaçtıysa, daha Benliboz´a yetişemem. Hayvan da beni götüremez. Mal da başıma belâ kesildi.? diyerek konakladıkları yere doğru gidiyor.
Koca Lele de Lâtif Şah orada ejderha ile tutuşunca; ?Bu bunun elinden daha kurtaramaz. Ben bari kaçayım da kendimi kurtarayım.? diye tedbirini almış, ayağını üzengiye sokmuştu. Yukarıya doğrulacağı vakit, Benliboz arka ayaklarının üzerine yukarıya şaha kalktı, arkasının üzerine düştü Lele. Düşünce, orada öylece kaldı. Bayıldı kaldı.
Lâtif Şah koşa koşa geldi ki Lele orada yatıyor. Benliboz da eskisi gibi eşiniyor. Lâtif Şah, Koca Lele´yi baygın yatar görünce mateme düştü. Kendi kendine dedi ki: ?Yiğit odur ki emanetini sağ selâmet geri sahibine götürür. Bu ihtiyarın bir yol korkup dili duruyor, bir düşüp bayılıyor. Ben bunu böyle olursa sağ selâmet geri çoluğunun çocuğunun içine götüremeyeceğim.? Orada içi dolop, hüzünlendi, Koca Lele´nin sağ tarafına çömelip ağlayarak aldı bakalım, orada ne söyledi?
Ne yatarsın koca Lele´m
Od düşürme cana doğru
Benim derdim bana yeter
Çekme beni nara doğru
Lâtif Şah´ın sesi Lele´nin kulağına değince, gözünü açtı ki Lâtif Şah gelmiş, baş tarafında deyiş söylüyor. Başka bir söz bulamadı, sadece;
-Ah sevgili Şah´ım! Ejderhanın elinden nasıl kurtardın? diyebildi. Lâtif Şah aldı bir daha:
Koca Lele´m çekme âhı
Unutun mu barıgâhı
Sıdk ile bil sen Allah´ı
Koymaz kulun dara doğru
 
Zaferim gönlüm hoş etti
Erenler kılıç kuşattı
Lâtif Şah yolu boşalttı
Gayrı gidek yâre doğru
Koca Lele´yi kucaklayıp arabasının üstüne bindirdi. Kendisi de Benliboz´unun üstüne bindi.
-Çek bakalım katarı Koca Lele, dedi.
Koca Lele, katarı çekti, gidiyor. Lâtif Şah da yanı sıra gidiyor ki ?Bakalım, Lele ejderhanın parçalarını görünce bana ne diyecek!? diye. Ejderhanın olduğu yere geldiler. Koca Lele gördü ki Lâtif Şah vurmuş ejderhayı, parça parça etmiş. Her parçası tomruk gibi bir yerde yatıyor. Bunu gören Koca Lele;
-Yavrum sağ ol, dedi.
Lâtif Şah´ı atının üstünde kucaklayıp, alnından öptü. Aşkı coşa gelip de aldı, orada bakalım Koca Lele, Lâtif Şah´a ne söyledi?
Barekallah hub yaratmış kuvvetini Zülcelâl
Her tüyüne kurban olsun yüz Mihriban kaşı hilâl
Kahraman-ı Katil m?oldun nedir sendeki bu hâl
Her belâdan esirgesin Yaradan Şah´ım seni
Koca Lele aldı bir daha:
Ayrılma benim sözümden koyma Hakk´ı dilinden
Hiçbir varlık kurtaramaz daha senin elinden
Baban ile bile aldık elma pirin elinden
Kuvvetin gücün kudretin oradan Şah´ım senin
Sözü tamama ermeyerek, Koca Lele aldı bir daha:
Sağ selâmet yetiştirsem seni bir yol dengine
Kılıç bağlayıp beline binsen Bozlu Bengi´ne
Kısmet olsa Mihriban´ın tutup versem terkine
Ordu cenk etse elinden alamaz Şah´ım senin
Lâtif Şah;
-Lele´m, beni iyi övdün. Bu, bana Hindistan´a kadar yeter. Çek katarı, dedi.
Koca Lele katarı çekti.
Konarak göçerek, sağ selâmet on beş gün daha yol aldılar. On altıncı gün Hindistan´ı görecek bir yere geldiler. Hindistan şehri göründü. Koca Lele, Hindistan şehrini gördü, tanıdı. Zaten evvelden beri Hindistan´a gitmiş gelmişti, tanıyordu Hindistan şehrini. Aşağı doğru gidiyorlar, fakat Hindistan´ın ahalisi de bunları gördü. Bunları gören adamlardan birkaçı, Erciyar Hükümdarı´nın huzuruna geldiler.
-Devletli şahım! Kimsenin gelmediği yoldan iki yabancı sökün edip geliyor, dediler.
-Öyle mi?
-Öyle.
İki muhafız çağırdı, dedi ki:
-Oğlum! Hindistan şehrinin kenarına çıkın. Onların bir kervancıbaşısı vardır, takip edin. Gelince onu huzuruma getirin. Bir soralım ki bu yolda kimseyi bırakmayan mahlûkat neymiş, öğrenelim. Bu müşkülden kurtaralım.
-Peki.
İki muhafız emri alıp, Hindistan şehrinin kenarına çıktılar. Orada bunları bekliyorlar. Tabi gelenlerin haberi yok. Bunlar da katarı çekip sağdan düz ovaya indiler, Hindistan şehrinin önüne. Orada Koca Lele katarı eğledi. Lâtif Şah, atını sürerek geldi.
-Niye eğledin Lele´m katarı, dedi,
Dedi ki:
-Şah´ım! Şu gördüğün şehir Hindistan şehri. İşte Mihriban Sultan burada. Yolumuz tamam. Şimdi biz buraya hususi tüccarlığa mal alıp satmaya gelmedik. Biz bu adamla dünürlük yapacağız. Biz bu adamdan bir müsaade almadan böylece bu katarı çekersek, congul cungul bu şehre girersek, doğrudan doğruya bizim saygısızlığımıza verilir bu iş. O zaman şahın yanında ben serbest konuşamam. Utanırım, mahcup olurum, dedi. Madem biz bu adamla dünürlük yapacağız, mal burada kalacak. Birimiz malın yanında duracağız. Birimiz gideceğiz bu adamdan bir müsaade ferman alacağız. Kendi müsaadesiyle şehre girerse, tabi bu; ?Ne tâdil-i erkânlı bir tüccar ki geldi benden müsaade aldı da şehrime müsaade ile girdi.? diye adamcağızın hoşuna gider. Gözüne gireriz. Sonra konuşma esnasında da karşısında serbest konuşuruz.
O zaman Lâtif Şah;
-Peki Lele´m! Nasıl biliyorsan, öyle olsun, dedi.
-Nasıl biliyorsan öyle mi olacak, dedi. Koca Lele.
-Evet nasıl biliyorsan, öyle olsun.
-Öyleyse Şah´ım, buraya ikimiz de senin işin için geliyoruz. İşin plan tarafı bana, zor tarafı sana. Planım sökerse ne âlâ, sökmezse sen o zaman zoru kullanırsın, dedi. Buraya kadar sen benim şahımdın, ben de senin Lele´ndim. Burada işimizi görüp de geri dönünceye kadar, ben senin baban olacağım, sen de benim oğlum olacaksın. Her neyi emredersem, sözümden çıkmayacaksın. Her hitabında bana ?Baba? diye hitap edeceksin.
Lâtif Şah;
-Peki Lele´m dedi. Bundan sonra sen benim babam ol, ben de senin oğlun olayım. Buyur baba! Ne emrediyorsun, dedi.
-Yık bakalım, katarını buraya, dedi. Koca Lele.
Lâtif Şah,
-Peki baba yıkayım, ama sert konuşma, dedi.
Koca Lele dedi ki:
-Eğer beni böyle karşılayacaksan babalığın, oğulluğun bir lüzumu yok.
-Tamam, karşılamam da sen de sert konuşma, emret. Eğer yapamazsam o zaman sert konuş.
Koca Lele dedi ki:
-Oğlum! Bu malları buraya yık. Develer burada yayılsın, gözle bir tarafa gitmesin. Mallara kimse el sürmesin. Burada mukayyet ol. Ben gideceğim Şah´tan bir müsaade ruhsat alıp geleceğim. Ben gelinceye kadar burada dur.
-Peki dedi, Lâtif Şah.
Lâtif Şah denkleri kucaklayıp kucaklayıp develerden aşağıya indirdi. Koca Lele de atını sürüp Hindistan şehrine gitti. ?İki muhafız bunu şehrin kenar tarafında takip ediliyor.? demiştik. Hindistan şehrinin kenarına gelince, iki muhafız önüne çıktılar;
-Dur bakayım baba!
Durdu.
-Sen necisin baba?
-Ben bezirgânım oğlum.
-Şu kervanın kervancıbaşısı sen misin?
-Evet benim.
-Seni şahımız istiyor, buyur huzura gideceğiz, dedi.
Koca Lele´nin atının dizginlerinden tuttular. Yavaş yavaş alıp Erciyar Hükümdarı´nın divanhanesine götürdüler.
Dediler ki:
-Baba in atından, divana dur!
Koca Lele, atından indi. Tabi şimdiye kadar şah meclislerine girmiş çıkmış koca bir vezir. Tadil-i erkânla divan kapısını vurup Şah´ı selâmlayarak huzura girdi. Erciyar Hükümdarı´na
-Selâmünaleyküm, dedi.
Erciyar Hükümdarı;
-Merhaba babacığım! Hoş geldin, dedi.
Koca Lele, sağ elini göğsünün üstüne koyarak;
-Merhaba Şah´ım! Hoş bulduk, dedi.
-Babacığım necisin?
-Kervancıyım.
-Peki senin yanında yiğit yiğit adamların birçok cengaverlerin var mı?
-Yok Şah´ım, dedi. Yanımda seksen tane devem var. Bir oğlum var, bir de karşında görmüş olduğun ihtiyar can olarak bu var elimde, dedi.
-Senin bu geldiğin yolda belki yirmi senedir milleti bu tarafa bırakmayan neymiş? İyi anlatacak birisi denk gelmedi ki sorup da öğrenelim, müşkülden kurtaralım. Sen bu yolu geldin babacığım. Bu mahlûkat ne mahlûkattır ki kimseyi bırakmıyor da seni bırakıyor. Şunu bana bir anlatabilir misin, dedi.
Koca Lele, bir düşündü. ?Şimdi benim yanımda bir yiğit oğlum var. Orada bir ejderha vardı, vurdu parça parça etti onu, öldürdü. Biz de geldik. İnsan bir meclise girer girmez kendini överse şereften, hünerden, maharetten düşer. Bunu bilahare söylememiz lâzım.? dedi kendi kendine.
-Hiç bir şey yoktur Şah´ım, dedi.
-Olması gerek baba, dedi.
-Yoktur Şah´ım, hiç bir şey yok. Ben bu yolu bir aydır geliyorum. Öyle otlanmış, öyle serbest ki develerimiz yayıla yayıla, sulana sulana rahat olarak; oğlumuzla, konuşarak, muhabbet ederek geldik.
O zaman Erciyar Hükümdarı, kendi kendine dedi ki: ?Yahu! Bu herifte öyleyse bir keramet var. Herkesi görüyor da bunu niye görmüyor. Muhakkak bunda bir keramet var. Bunun duasını almak bize kâfi gelir.? dedi. Emir ferman buyurdu ki;
-Bunu alın, benim bütün kiralık mağazaları gezdirin. Hangi mağazayı beğeniyorsa, malını oraya yıksın. İstediği fiyata satsın. ?Şu fiyata bu fiyata satacaksın.? diye buna sorgu sual yok, dedi. Neye satarsa satsın. İcap ederse, öteki mağazaları bunun malı tükeninceye kadar kapatın, dedi.
-Peki dediler.
Koca Lele´yi alıp çıktılar divandan.
Birçok mağazalar gezdirdiler. Nihayet Koca Lele şehrin merkezi yerinde büyük bir mağaza beğendi. O mağazayı boşalttılar, temizledi, pakladılar. Koca Lele de geldi, Lâtif Şah´a malları yükletti. Çektiler, seksen tane deveyi mağazanın önüne geldiler. Ayrı ayrı düzdüler. Develere çobanlar tuttular. Bu çobanlar, develeri aldı dağlara yaymaya götürdü.
Lâtif Şah´la Koca Lele mağazaya yan yana oturdular. Koca Lele dedi ki:
-Şah´ım sen burada otur. Ben gideyim şu Hindistan´ın mağazalarını bir gezeyim. Getirdiğimiz kumaşların fiyatlarına bir bakayım, öğreneyim. Eller neye satıyorsa, biz de ona satalım. Müşteriye karşı ham davranıp başımızdan kaçırmayalım, dedi.
-Peki.
-Koca Lele çıktı, Hindistan şehrinin bütün mağazalarını gezdi. Getirdiği kumaşların fiyatına baktı, öğrendi. Geriye geldi, mağazaya oturdu. O zamanın behrinden kendinin getirdiği kumaşlar, Hindistan şehrinde beş kuruş ediyorsa, Koca Lele yüz paradan ilan etti, yani daha ucuz fiyat tayin etti. Yüz paradan ilan etmesindeki gayesi, bu adam malının delisi değil ya oraya tabi tüccarlığa gitmedi, Padişah´la dünürlük yapmaya gitti. Milletin gözüne girip padişahın gözüne girmeye çalışıyor.
Ahali de beş kuruşluk malın ucuz paraya verildiğini duyunca, bütün başka mağazalar bırakıp bunun mağazasına akın etti. Millet bütün hep hizaya dizilip alıyorlardı. Koca Lele bir kenara oturdu, kasanın başında para alıyor. Lâtif Şah da tezgâhın başına oturmuş, gelenlere -O zaman arşın vardı.- arşınla ölçüp ölçüp mal veriyordu. Mal almaya gelenler, ilkine Lâtif Şah´ı görünce dışarıdaki işini unutuyor, hayran meftun oluyor, yüzüne baka baka orada vakit geçiriyor. Yani beş dakikada çıkacak olan anca bir saatte çıkıyor mağazadan. Öyle alış veriş ediyorlar. Bu minval üzerine bunlar, Hindistan şehrinde üç gün ticaret yaptılar.
Erciyar Hükümdarı, Mihriban Sultan´a şehrin kenar tarafına bir has bahçe yaptırmış, etrafını sur içine aldırmış, ortasına manzaralı bir köşk inşa ettirmiş ve kızının yanına kırk tane cariye vermişti. Mihriban Sultan zevk ü sefasıyla orada yaşıyordu. Köşk, şehrin kenar tarafında olduğu için bunların gelen bezirgândan haberi olmamıştı.
Bezirgân geleli üç gün olmuştu. Lâtif Şah, Elvan Dağı´nda düşüp bayılınca, o da başında;
 
Eğnimden dökerim yeşili alı
Göğ giyer yas tutar beklerim yolu
Yâdigâr al sakla bu arzuhalı
Sana verip bir nişane giderim
diye bir deyiş söylemişti. Bu sözlerini tutmuştu ve üzerinde al, yeşil nesne hiç yok. Bütün karalar giymiş. ?Lâtif Şah gelecek mi, gelmeyecek mi?? diye yasını, matemini tutup yollarını gözlüyor.
Bunlar geleli üç gün oldu ama haberi yok. Dördüncü günü, hikmet-i Perverdigâr, Mihriban Sultan´ın çarşıya bir ısmarıcı zuhur etti. Cariyesinin birisini yanına çağırttı. Beş-on kuruş parasını verdi.
-Kızım git de şu ısmarıçları al da gel, dedi.
Cariye çarşıya çıktı. Hanımın ısmarçlarını aldı, getirip önündeki masanın üstüne koydu. Geriye çekilip karşısında el bağladı. Mihriban Sultan, ?Bir umut, acep Lâtif Şah geldi mi, cariyeden haber var mı?? diye düşünüyordu.
-Cariye çarşıda pazarda ne gibi havadisler var? diye sordu.
Cariye dedi ki:
-Hanımım yaramaz bir havadis yok. Yalnız Yemen´den bir tüccar gelmiş, dedi.
-Eee! Çok güzel mallar getirmiş. Burada beş kuruş eden malı yüz paraya veriyormuş. Şimdi bütün mağazalar boşalmış, onun mağazasına akın ediyorlarmış. Sonra yanında bir oğlu mu, çırağı mı varmış, herkes nesi olduğunu bilmiyor. Bütün Hindistan şehrinin ahalisi, şimdi o oğlanı konuşuyor. ?Böyle bir genci biz hiç görmedik, bu neyin nesi acaba!? diye hep onu konuşuyorlar.