Bir harmanın tahılını somun eyleyip verseler, gene doymaram.
Somun köyüne uğradık,
Somunu kaymağa, kuymağa doğradık;
Somun bitti, biz ağladık.
Ah bir somun, vah bir somun!
Oturaram kişi kimi,
Doğruyuram bişi kimi,
Dört değirmen daşı kimi.
Burnum başladı harekete,
Ah bir kete vah bir yağlı kete!
Ordan kalktım, düştüm yola,
Bir köye uğradım.
Baktım ap-ak torbadan süzerler,
Lokum kimi keserler,
Tahta üstüne düzerler,
Ilık su ile ezerler,
Hangeli, haşılı bezerler.
Dedim bu olsa, kurut olar.
Aldım elime kaşığı
Bir vurdum kuruda,
Bir vurdum yağa,
Hangelin dibini sıyırdım,
Haşılın işini kayırdım.
Yedim de yedim,
Doydum da ne doydum.
Karnım yumuşaktı,
Oldu katı mı katı;
Unuttum bizim pire atı.
Ey Ağalar, Beyler, Eziz komşular!
Ustalar, döşemeyi bir değil iki deyifler.
Biz de öyle diyek:
Şad olsun damağınız,
Ağ olsun gününüz,
Yoğ olsun derdiniz, gamınız,
Çoğ olsun muradınız.
Sözü n´eyliyek,
Aşk deryasını boylıyak,
Meclise hizmet eyliyek,
Çıldırlı Âşık Şenlik´in ?Yaş Destanı?nı söyliyek.
Allah Usta Şenliğe irehmet eylesin!..
Hepimizin geçmişlerine de.
 
Men Karslı Âşık İslam Erdener. Arz edeceğim hikâye, bizden evvelki ustalardan almış olduğum Selman Bey ile Turnatel Hanım Hikâyesi. Biz hikâyelere şöyle giriş yaparız.
Aşk-ı ihtilat,
Seyr-i meşgulat,
Zevk ile sohbet
Vasf-ı hikâyet,
İzzet ü iltifat
ile huzurlarınızda nerelerden ve kimlerden bahsetmeliyim? Çin-Maçin ülkesinin payitaht şehri olan Bedişhan şehrinde Alihan Vezir ´den oğlu Selman Bey ´den ve Selman Bey´in talebe arkadaşlarından.
İkinci olarak; yine Sinbat´ın ülkesi, Bedişhan şehrinde Kahraman Padişah ´tan, Calâl Vezir ´den, Celal Vezir´in kızı Gevher Hanım ´dan, onun kırk cariyesinden, Camal Vezir ´den, oğlu Esat Bey ´den, Gevher Hanım´ın anası Senem Hanım ´dan, Başcariye Mine Hanım ´dan, Salâtın Cariye ´den, Bağban Abuzer ´den, Müzevvir Çamkırçölpen ´den, Hekim Aziz ´den, Dağların katili Gaddar-ı Zengi ´den, İmtihan Mağarası ´ndan,
Üçüncü olarak da Haveran ülkesinde Hatem şehrinde Müressef Şahı ´ndan, onun kızı Turnatel Hanım ´dan, Eyyam Müneccim ´den, Turnatel´in Hanım´ın anası Dilbaz Sultan ´dan bahsedek... Mevzuumuz bu ismi geçen memleketler ve şahısların arasında cereyan edecektir.
??????
Efendim göz ile görmemişiz, dil ile bizden evvelki üstatlardan öyle bellemişiz ki Çin-Maçin ülkesinin Bedişhan şehrinde Alhan isminde bir vezir vardı ki ülkeyi o yönetirdi. Onun bir şah-ı huban, kadd-i nev-civan her marifete malik bir oğlu vardı. İsmine Salman Bey derlerdi. Salman Bey zamanını tahsilli bitirmişti, diplomasını almıştı. Talebe arkadaşlarıyla beraber çok ava kuşa giderdi. Avcılığı çok severdi. Ömürleri o vaziyette safa ile geçip gederdi.
Selman Bey hemen hemen 18-20 yaşlarına gelmişti. Bir gün avdan döndüler. Yemeklerini yediler. Yatma saati gelince Salman Bey yatak odasına çekildi, elbisesini soyundu, girdi yatağa, başladı uyumağa. Tam gece yarısında Salman Bey rüya âleminde baktı ki yeşil sarıklı beyaz sakallı bir nurani baba, başının üzerinde durmuş bir elinde kadeh yönünü kıbleye çevirmiş salât u selâm getirir. Salman Bey onu görünce boynu katladı, başını sağ omzunun üzerine koydu ve manalı manalı dervişin yüzüne baktı ve şu şekilde söze başladı:
-Derviş baba eğer mana kalırsa. Biz kâlü belâdan bu ana kadar ehl-i İslâm evlâdı olmuşuz. Men öyle anlıyıram ki kadehdeki nesne her neyse menim için getirmişsin. Bizim İslâm dininde içkinin bir katresi, bizim nesil be neslimize haramdır. Men dilerem ki onu mana münasib görmeyesin.
Derviş Salman Bey´in kemaline;
-Aferin, dedi. Dinle meni yavrum.
Dedi:
-Buyur.
Dedi ki:
-Bizim Kur´an-ı Kerim´imizin bize haber verdiğine göre 7 kat göktür, 7 kat yerdir. Her katın arası beş yüz senelik yoldur. Beş kere yedi otuz beş. Üç bin beş yüz senelik yoldan arşın tam bitim noktasından bu sahba-yı kadehteki hakikat badesini sizin için tuhfe-yi hediye getirmişim. Çok iyi bil ki bunu içen ilm-i hikmetten ders alır. On iki tarikata yol açar ve ünlü bir âlim olur.
Salman Bey bunu duyar duymaz el attı kadehe ki dervişin elinden kadehi ala. Derviş kadehi çekti.
-Şartsız şeraitsiz işler olmaz, dedi. Bunun da şeraiti var. En evvela seni ve meni ve bu mükevvenatı bir lahzada ?Kün.? emriyle yoktan var eden Allah´a niyet edeceksen. İkincisi; Âdem´den hateme 124.000 peygamber geldi geçti. Evvelisi Âdem safiyullah, ahiri de ahir zaman peygamberi, bizim peygamberimiz, Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimize niyet edeceksen ki bu iki zat-ı şeriflerin arasında her ne kadar peygamber-i zişan efendilerimiz geldi geçtilerse, hepsi haktır ve gerçektirler. Müsannifler 226 da tasnif etmişler, ama 28´ine ?Nebi? dediler. Üzeyir, Lokman, Zülkarneyn bu üçü ihtilaflı kaldı. Kimisi o üçüne ?Nebî? dedi kimisi ?Velî? dedi. Fakat o 25´i şüphesiz enbiyadırlar. Kur´an-ı Kerim´in surelerinde zikr olunurlar. Bunun hepsinin efdalı olan ahır zaman peygamberine niyet edip içeceksen.
-Ya üçüncüsü?
-Yavrum üçüncüsü, dedi. Haveran ülkesinin Hatem şehrinde Müressef Şahı´nın kızı Turnatel Hanım niyetine içeceksen.
Kadehi Salman Bey´e uzattı. Salman Bey kadehi alır almaz içindeki hakikat badesini beden seyahatine devretti. Devrettikten sonra boş kadehi dervişe verdi. O anda Salman Bey´in var azasına şiddet-i zelzele düşüp titremeye başladı.
-Aman Derviş Baba! Bu nece badeydi mana verdin men bu anda kendimi bahr-i muhit deryasının tam orta yerinde görürem, dedi. Derviş, Salman Bey fikrinden geçen endişenin sırrına vakıf oldu.
-Menim yavrum, hiç merak etme. Şimdi bizim de bir kudret televizyonumuz var ki biz onun ismini ayine-yı devran koymuşuz, hele gel menim kudret televizyonumdan bak ne göreceksen, dedi.
Sağ elinin iki parmağını şöyle açtı;
-Gel parmağımın arasından bak.
Salman Bey bunun parmağının arasından bakar bakmaz, gördü ki; çöl çölistan içinde bir yeşil cennet. Dedi ki;
-Zümrüt yeşilin ortasında etrafı muhkem surlarla çevrili bir büyük şehir kurulmuş, vasfı dile gelmez. Her yanı güzel saraylarla bezenmiş: Sarayların burçları bulutlardan nem çekir ve şehirden en az iki kilometre Salman Bey tarafına doğru çok güzel bir bahçe. Bahçenin orta yerinde bir havuz. Havuza yakın çok müzeyyen bir saray ki sarayın her bir kiremidi zümrüt ve zebercetten döşenmiş. O sarayın balkonunda bir kız gezir, dedi.
-Haa! Yavrum, o kız mana çok hizmet etmiştir. O kızdaki nişaneleri mana söyle bakayım hele doğru mu görmüşsün?
Salman Bey dedi ki:
-Derviş Baba! Gözümü tertibattan ayıramıram mana iyi kulak as.
Şimdi sevgilisi Turnatel Hanım´ın güzelliğini vasfa getirir, dil ile. Dedi ki:
Kaddi hub kamet
Müjgân-ı harrat,
Kaşları herrat,
Haddi kuduret,
Dü çeşmi afat
Itrı melahat,
Buhah ebiyyat,
Sinesi seyahat,
Zülfü zulumat,
Cebhi mahiyat,
Melek şecaat,
Dihanı nebat,
Bir bedir sıfat
Gılman nezaket,
Huriye nisbet
Ayın on dördü gibi? Yusuf u Züleyha´nın yirmi dört güzelliğinin on ikisi onda halk olunmuş. Kaşları yay, kirpikleri şimşir ok, gözler ceylan gibi. Bel ince, beden nazik, saçlar sırma-tel gibi. Zülüfler ipek yumağı, eller yumuşak pamuk gibi. Parmaklar ince kalem, yanaklar elma. Dudaklar gül yaprağı gibi bahar mevsiminde biten nergis çiçekleri gibi tir tir titriyir.
-Bin daha aferin yavrum, işte o ülke Haveran ülkesidir. O Haveran ülkesindeki hükümdarın kızı Turnatel Hanım´dır. Siz onun âşığı, o sizin maşukunuzdur. Menim yavrum! Zamanın arazına göre başta fil, ikinci deve, üçüncü at, dördüncü katır, sözüm ona beşinci merkep zamanın vasıtası? Yani dünyanın öte başından kalkıp da öbür başına gelinse, iki sene iki aya zor gelinir. Bu saydığımız araçlarla, menziliniz iki sene iki aylıklı olunur.
Derviş böyle deyince, Salman Bey fikrinde böyle hesap etti.
-Heyhat! Yılan göbeğiyle, kuşlar kanadıyla gidemez, men nasıl giderem, diye bunu hesaba kattı.
O anda derviş baba parmağını geri çekince Salman Bey çok üzüldü. Bunu gören Dervişin merhameti mevce geldi, bir daha ayine-yi devran önüne getirdi.
-Gel, menim yavrum gel. Bir daha hasret didarının doyumluğunu almak için doya doya sevgiliye bir daha bak.
Bir daha baktı. Derviş sırra kadem oldu. Tabi o saatte oğlanı kıza ve kızı oğlana, her ikisini bir birine âşık ve maşuk etti, sırra kadem oldu, çekildi gitti.
?..
Salman Bey kalsın memleketinde biz gelelim Turnatel Hanım´a?
Efendi! Açıldı hayırlı sabahlar cümlemizin üzerimize her an hayırlı sabahlar olsun. Zülcelâl hazretleri, ordumuza yurdumuza ve Türkiye´mize ve tüm dünyada bulunan Türklere zeval vermesin. Men bu sohbeti, bu saydıklarımın sağlığına okuyorum.
Turnatel Hanım ayılmadı, ikinci gün oldu ayılmadı, üçüncü gün oldu ayılmadı.72 saat baygın kaldı. Hükümdarın emrinde ne kadar tabip, lokman, hekim filanı var ise kimse onun derdine çare bulamadı. Hükümdar böyle bir fikire vardı ki; babasının zamanından kalma 85-90 yaşına el atmış, babasının baş veziri vardı. Bu adam çok marifetli ve metanetli bir adammış. Kendisi müneccimmiş, daire kurup bir remil atsa, 70 sene evvel, 70 sene sonra gel-geç işi bilirmiş. O vezir aklına gelir gelmez, hemen ona bir tahtırevan gönderdi. Veziri huzuruna celb etti. Yaşlı vezir içeri girince, yerinden kalktı elini öptü, geri yerine oturdu
-Kusura bakmayın, dedi. Sizi buraya getirttim. Size hürmetim babama hürmettir, İşim düştü, onun için sizi getirttim. Ama bu sohbet, devlet dairesinde olmuyor, sarayın hareminde oluyor. Turnatel evinde yatır.
-Menim kızım, dedi, bir derde giriftar olmuş. Bunun derdine derman, vezir baba.
Müneccim hiç tereddüt etmeden tertibatı kurdu. Bir remil attı. Remil atar atmaz. Turnatel´in sırrı müneccimin gözünün önüne dikildi. Müneccim korktu. Kendi kendine dedi ki:
-Burada hükümet erkânı oturuyor. Hükümet erkânı o devirde 12 kişiden mürekkep idi. Bu kadar erkânın yanında men nasıl diyebilirem ki ?Sizin kızınız bu kadar uzak yolda bir delikanlıya âşık olmuş.? derhal menim başımı keser.
Bu fikirle bir şey söylemedi. O zaman kızın piri yetişti. Kıza dedi ki:
-Müneccim namertlik yaptı. Şimdi size destur verirem. Kalkın yatağınızdan, giyinin. Kendinize çekidüzen verin. Babanızı ikna edin. Eğer babanız ikna olmazsa, müneccime söyleyin, o derdinizi ona söylesin.
Turnatel Hanım hab-ı nazdan gözlerini açtı, etrafa baktı ki etrafı bir galmagal sarmış. Bir güzel yuyundu, yıkandı, üzerini giyindi, kendine çekidüzen verdi. Gittik kapıdan içeri girdi. Rüya âleminde gördüğü güzel murassayı bir daha gözünün önünden geçirir kız. O zaman, kızın aşkı mevce geldi. Babasına ne söylesin, babası ve erkân dinlesin. Men kızdan vekil okuyayım; ordumuzun yurdumuzun ve milletimizin sağlığına? Tüm Türkiye´de dünyada bulunan Türk kardeşlerim sağlığına ve sizin, hepinizin sağlığınıza? Her zaman devranımız şad olsun inşallah!
Makam: Karaçi
Bu cebrin tahtını, sırr-ı hikmetten
Hidayet ilmini seçmeyen bilmez
Bahr u sefinenin gam girdabına
Hicran mihnetine düşmeyen bilmez.
Bu tahsilâtı verecem: Bizim bu bulunduğumuz yeri bir vapur hesap edelim. Herhangi bir denize açılmış gedirik. Herhangi bir sebebe maruz kaldı vapur alabora oldu battı veyahut büyük okyanuslardaki üçgene düştü çıkamıyor. ?Bu cebrin tahtını, sırr-ı hikmetten / Hidayet ilmini seçmeyen bilmez.? Behr, deniz; sefine, gemi; gam girdabı, bu üçgen behr-i sefinenin gam girdabına hicran mihnetine düşmeyen bilmez. Babası hiçbir şey anlamadı bundan. Kız baktı ki emeği boşa gitti. ?Emeğim yazık oldu? dedi ve ikinci kıta olarak şunu okudu:
Sevda mana kıldı sitem kastini
Soldurdu zevkimin hub nevrestini
Eserli serhoşun gaflet mestini
Celâlli kevserden içmeyen bilmez.
Yine babası bir şey anlamadı. Turnatel Hanım, götürüp üçüncü kıtayı okuyor.
Turnatel der müddet seçildi vakttan
Cismim bîzar oldu fikr ü meraktan
Aşkın firakından takdir-i Hak´tan
Kudret kitabını açmayan bilmez
Ne yazık ki babası hiç oralı olmadı. Tövbeler olsun hiçbir şey anlamadı. Hükümet erkânıyla babası şöyle oturmuştu, müneccim bu taraftaydı. Turnatel, bu sefer müneccimin önüne geldi.
-Hey müneccim vallahi seni men evvel Allah, sonra pîrime havale ederem, sözümü iyi dinle.
 
Makam: Yanık Kerem
Ey müneccim sen Mevlâ´yı seversen
Söyle babam yetik olsun sırrıma
Münkir olup verme hakkın nâ-hakka
Vallah seni tafşıraram pirime
Dolu gözler
Dağ başın dolu gözler
Gözü yolda sevgilim var
Yatmaz yolu gözler
Bu sefer müneccimi bıraktı, tam babasının karşısına geldi. İkinci kıtasını ona binaen okuyor.
Sevda meni etti böyle zayıf can
Bu derde n´eylesin tabîb-i Lokman
Vezir vekil muhtar sultan hükm-i han
Bakmayın ahıma intizarıma
Oku yara
Kitap aç oku yara
Sinemde yer kalmadı
Belki ok oku yara
 
Turnatel ´em gurbet ele arzum var.
Cidey vatan ollam diyar be diyar
Sevda aşk ateşi hışm-ı tamu nar
Gazab-ı kast eyler târumârıma
Kara dağlar
Kuş kalktı kanat ağlar
Avı yaralı gitti
Belensin kana dağlar
Hükümdar dedi ki:
-Ey Müneccim! Men bundan hiç bir şey anlamadım. De görüm kızımın hastalığının aslı nedir? Ya kızımın derdine derman, ya katline ferman.
Müneccim baktı ki, işler karışık. İçinden dedi ki.
-Bir hükümdara kızının bir delikanlıya âşık olup, yanıp tutuştuğunu nasıl söylerem. Desem, bir türlü, demesem bir türlü. Ya gazaba gelir de kellemi uçurursa! Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık? En iyisi mi, söyleyim de bu sır menimle toprağa gitmesin.
Müneccim, seyrek sakalını üç kere sıvazladı, gözlerini kısıp derin bir nefes aldı. Sonra yere büzülüp dedi ki:
-Ey ülkemizin kudretli hükümdarı! Senin kızın, iki sene, iki ay, iki hafta, iki saat uzakta, bir kahraman delikanlıya âşık olmuş. Onun için yanıp tutuşuyor. Kızın, ?Hak Âşığı?dır. Esas sevgilisine kavuşmazsa, yanıp kül olar, küllerini bile bulmazsın.
Hükümdar, bunu eşitince öyle bir hiddetlendi ki bütün mahiyeti tir tir titredi. Müneccimin korkudan otuz iki dişi birbirine vurdu, seyrek sakalının kılları tiken kimi dikildi. İnce bacakları yaprak kimi esti. Hükümdar, Zindancıbaşını çağırttı:
-Al götür bu acuze ihtiyarı, zincire vurup zindana at ki bir daha Hükümdar´a söylenecek sözün ayarını öğrensin, dedi.
Zindancıbaşı, Müneccim´i götürüp zindana attı. ?Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.? derler. Müneccim, zindana atıldı ama bunun, ne Turnatel´e ne de Hükümdar´a faydası oldu. O, hilâl kaşlı, sırma saçlı, gül yüzlü, şahmar zülüflü, ince belli, lâle boyunlu nazlı çiçek, nergis gibi sararıp solmağa başladı. Yemekten, içmekten kesildi. Ağzı var, dili yok. Uyku yok, durak yok. Babası, anası, ülkedeki cümle insan Turnatel´in derdine yandı. İşitenler gözyaşı döktü. Has bahçede çiçekler açmaz oldu, dallarda kuşlar ötmez oldu.
Hükümdar cümle adamlarını huzuruna çağırtıp kızının derdine çare bulmalarını istedi. ?Araba devrildikten sonra, yol gösteren çok olur.? derler. Herkes bir fikir söyledi; ama Hükümdar hiç birini beğenmedi. Yalnız Turnatel´in anasının fikri aklına yattı. Hemen emir verdi;
-Ülkemin bütün kendine güvenen delikanlıları, en güzel elbiselerini giysinler, sarayın önünden geçsinler. Kızım kimi beğenirse, kimi seçerse onu kendime damat yapacağım, dedi.
Belliki Hükümdar ne Müneccim´in sözüne inanmış, ne Turnatel´in sazını, türküsünü anlamıştı. Kızımın Hâk Âşığı olduğuna, aşk badesi içtiğine, iki yıllık mesafedeki sevgilisini kendisi arayıp bulmadıkça yanıp kül olacağına inanmırdı. Hükümdar, kızını huzuruna çağırdı:
-Ey yüreğimin başı, ciğerimin köşesi, evimin neşesi, nar tanem, nur tanem, bir tanem; ceylânım, maralım, nazlı güvercinim, yeşilbaşlı sunam, aziz kızım! Sarayımın çırasıydın, has bahçemin sunasıydın. Şimdi nazlı çiçekler kimi soldun, bülbüller kimi sustun. Varım yoğum yoluna kurban. Bak sarayın dışından gelen seslere kulak ver; bir defa balkona çık, bak neler göreceksen!
Turnatel, balkona çıktı ki ne çıksın; bütün ülkenin güzel delikanlıları sarayın meydanında yığılıp, sıra olmuş, giyinmiş kuşanmış... Turnatel´i görünce, balkona yaklaşıp birer birer geçmeye başladılar. Hükümdar kızının gözlerine, gözlerini dikip dedi:
-Nazlı kızım! Derdini söylemeyen derman bulamaz. Söyle görüm derdini öz atana. Altın, elmas istiyirsen, bütün hazinem senin olsun, ipek, atlas, sırma istersen; Yemen´den, Çin´e, Hint´ten, İran´a, bütün kervanları buraya yıktıraram. Eş, arkadaş istersen, işte bütün ülkemin güzel, yakışıklı delikanlıları... Seç, beğen, dilediğinle seni evlendirerem. Bir toy düğün eyliyem, bir, oyun eğlence kuram ki yedi ülkeye nam olsun.
Turnatel, gözünü yerden kaldırıp bir geçen delikanlılara baktı, bir de atasına baktı. Gözlerinden kanlı yaşlar dökmeğe başladı.
-Kuvvet kudreti, namı saltanatı, sarayı bahçesi dillere destan Hükümdar atam! Menim gözümde, ne altın elmas, ne ipek atlas, ne başka erkek var. Men Hak Âşığıyım. İki yıl, iki ay, iki hafta, iki saatlik yolda özümün badeli âşığına kavuşmazsam, yanar kül olurum. Badeli âşıklar, yollara düşer, öz sevgisini, özü arar. Bırak meni sevgilime gideyim, aşkın kemendi belime geçmiş, çekip götürür. Men gitmezsem, o alıp götürür meni, dedi:
Hükümdar baktı ki, kız elden gedir. Bu işin sonunda birce kızını yitirmek var. Perşembe´nin gelişi, çarşambadan bellidir. Kız, gitti gedir. Başka mümkünü çaresi yoktur.
-Kızım Turnatel´in her bir tertibi, düzeni hazır olsun. Yol çekeceğiz.
Sonra ferman eyledi, Müneccim Veziri zindandan çıkardılar. Padişah bildirdi. Müneccime döndü dedi ki:
-Ey müneccim! ?Söz var halk içinde; söz var hulk içinde konuşulur . ? Sen bu kadar ahbabımın yanında bir hükümdarın yüzüne niçin söyledin ki: ?Senin kızın iki sene, iki aylık yolda bir kahraman delikanlıya âşık olmuş.? Bunu sakin bir yerde, yalnız mana niye söylemedin?
-Ey Zikrullah-ı âlem, Ey kıble-i âlem! Siz istediniz, men de söyledim.
-Peki öyleyse? Dediğin oldu. Kızım sevgilisini aramaya çıkacak. Senin burada akraba olan kaç hane reisi olur.? dedi.
-Otuz kırk hane.
-Onları toplat gelsin, bunlardan senet alın, dedi. Sen de tedarikini gör, kızımla beraber yola çıkacaksan. Ya kızımın sevgilisini bulursun, ya da soyunu sopunu yerle yeksan eylerem. Şimdi men kızımı sizlere teslim edirem, menim kızımı götüreceksen. Nerdeyse sevgilisine teslim edip, oranın hükümdarına teslim ettiğinize dair mana bir kâğıt getireceksen. Senin cezan bu.
Müneccim burada kendisine kahretti. Kendi kendine dedi ki:
-Keşke boynuma bir kılıç vursaydı bu yaşlı vaktimde men ölür kurtarırdım, fakat men 5 kıta dünyayı gezecem bunun sevgilisini bulmak üçün. Mağripten kalkıp maşrığa gidecem. Hiç başka hayvanlara lüzum yoktur, Afrika çöllerinde meni sırf çakallar yer, diye mırıldanır.
Bu tarafta kızın anası kızını ikna etmeye başladı.
-Yavrum evet bir erkek bir kıza, bir kız bir erkekle evlenecek bu ilahi kanundur, fakat bizim toprağımızda elimizin altında ne kadar genç varsa baban emretsin, onlardan biriyle evlen.
Turnatel Hanım anasına şu cevabı verdi:
-Ana! Siz nefs-i emareye dayanırsınız, fakat men nefis peşinde değilim. Men bir aşk peşindeyim ki artık onun lezzetinin tadına kıymet biçilmez.
Anası Dilbaz Hanım, yıllardır, dizinin dibinde, elinin altında, gözünün önünde bin nazla büyüttüğü kızının böyle yollara, çöllere düşeceğini anlayınca gözlerinden kanlı yaşlar döktü, iki dizine vura vura kapkara eyledi. Merakı mevce geldi. Bakalım kızına ne söylesin, kızı karşılık söylesin. Her ikisine vekâleten men okuyayım. Meni dinleyen kardeşlerim sağlığına. Her zaman devranımız şad olsun, inşallah!
Aldı Dîlbaz Hanım:
Söyle görüm ne hayale düşüfsen
Hadden aşıf efkârıyın şiddeti
Gurbet elde kimse çekmez nazını
Yüz dönderif bizden kesme ülfeti.
-Sen 17-18 yaşlarında bir kızsın Gurbet elde kim senin nazını kim çeker?
-Ana hele bir kulak as, bir de men söyleyeyim. Kızı şöyle söyler:
Aldı Turnatel:
Puşt dünyanın türlü türlü hali var
Her emsalin bir teşbihdi nisbeti
Diyerler mihnetten müstesna eyler
Tebdîl-i mekânı ferah hasyeti
Mihnetten meraktan kederden düşünceden insanı kurtarır. Ne? Tebdîl-i mekân. Hava değişimine tebdil-i mekân derler. Mihnetten müstesna eyler. Anası götürüp ikinci bir sözünü böyle okuyor.
Aldı Dilbaz Hanım :
Kim ferah buluftu devr-i afattan
Bezestan nevrağın düşer hayattan
El çekmek olar mı bu saltanattan
Niçin terk edersen zevk-i ziyneti.
-Bu saltanattan el çekmek olur mu? İnci, mercan, yakut, zümrüt, altın, mücevher, elmas, pırlanta, para hazineler hep bizdedir. Neden bunu bırakıp gidirsen? Sana ne deyirem, mana kulak as.
Bunun üzerine kız da şöyle dedi:
Aldı Turnatel:
İllaçsız derdime bulunmaz çare
Cidey vatan ollam terk-i diyara
Kevkeb nakış didar burcu sitara
Siyah talihimin yığval kısmeti
-Yüz bin hatta yüz milyarca senin hazinen olsun bu meni enterese etmez, çünkü menim aşkım meni sürükleyip götürüyor.
Burada anası dedi ki:
-Hele men buna sorayım deyim ki: ?Yavrum sen kaç saatlik, kaç günlük yola gidirsen.
Anası son sözünü okumuş:
Aldı Dilbaz Hanım:
Dilbaz ´am yazıkla men müşkül hali
Hasretin canıma zelzele salı(r)
Gelmezse sorağın oluram deli
Ne mekândır menziliyin müddeti
 
Aldı Turnatel:
Turnatel der müşkül edif halımı
Feleğin sitemi aşkın zulümü
Beş iklimden kenar atıf yolumu
Böyleyimiş bu kaderin kısmeti
deyip kesti Turnatel. Ana kız ağlayıp sarmaş dolaş oldular, ayrılık okunun acısı yüreklerini parça parça eyledi. Hükümdarın hazırlıklara başladı. Saraylarda keklikler misali beslenip yaşayan Turnatel için yolculuk boyunca rahat etmesi için ne lâzımsa yapıldı. Develer, filler üzerine gündüz ve gece için ayrı ayrı tahtlar, gölgelikler kuruldu. Her bir tahtın cariyesi, hizmetkârı içine oturup bir ellerinde gülyağı şişesi, ötekinde tavus tüyünden yelpazesi, beklemeğe başladı. Develere, atlara envayi türlü, mis kokulu yiyecekler, içecekler, giyecekler yüklendi.
Turnatel, sarayın penceresinden baktı ki, ne görsün; filler, develer, atlar, av köpekleri, ellerinde yay-okları kollarında şahin kuşlarıyla usta avcılar, seyyar mutfak takımları. Yüklenmiş mekkâreler bir seyyar şehir gibi yollara dizilmiş. Kırk yenilmez yiğit, kervanın dört etrafını aç kurtlar gibi çevirmiş. Hükümdar, kızını götürecek kervanı uğurlamak için sarayın önüne çıkmış; gözü yaşlı bekler. Anası Dilbaz Hanım, kızının elinden tutup dışarı çıkardı, öz eliyle kervanın önündeki ak filin üstüne kurulu fildişi köşke onu bindirip hayır dualar eyledi. Hükümdar kızını öpüp öğüt verdi. Turnatel babasının, anasının elini öptü kucaklaştılar ve haklarını helâl etmesini istedi, bindi taht-ı revana. Ayrılık efkârı içini yakan Turnatel, taht-ı revanın üstünde tül perdelerle süslü, atlas kumaşla çevrili köşkün içinden bir âh çekip şöyle dedi:
Aldı Turnatel:
Ana helâl eyle kılma beddua
Menim bu diyarda kalmam geçifti
Pünhan sırrım beyan oldu âleme
Sabreyleyip sükût olmam geçifti.
Sular akar gider
Etrafın yıkar gider
Dünya bir penceredir
Her gelen bakar gider
 
Aşkın firakından nûş eyledim cem
Efkâr had´den aşıf mecnun eder gam
Yanar vücudumda üç yüz altmış şem
Pervaneden ataş almam geçifti.
Meze dağlar
Çiçeği teze dağlar
Tutaydım yar elinden
Çıkaydım size dağlar
 
Turnatel der kahır müddetim çağlar
Şan şan oluf sızlar sinemde dağlar
Tabibim Eflatun olsa kan ağlar
Lokman´a müracat kılmam geçifti
Anam anam öz anam
Bağrı dolu köz anam
El ağlar yalan ağlar
Koy ağlasın öz anam
Tekrar arabadan inip ana ve babasının elini ikinci bir defa öptükten sonra bindi. Allahaısmarladık, deyip düştüler yola. Bir ince yolun türabına düştüler. Allah ver yolumu, sakla kulunu deyip bunlar gitmede olsun; nereye gidecekler iki sene iki aylık yola. ?Yol yürümekle, borç vermekle tükenir.? derler. Ceylan gözleri ağlamaktan kan çanağına dönen Turnatel, anasıyla babasının hayır duasını alıp ayrıldı. Haveran ülkesinin Hatem şehri, yollara dökülüp damlara çıkıp gözü yaşlı, bağrı taşlı güzel Turnatel´i son bir kere daha seyrettiler. Kervan gözden kaybolana kadar arkasından toy vurdu, zurna çaldı Babası anası göz diksin gurbet illere, Turnatel tuştu yollara...
Biz gelelim Çin-Maçin ülkesinin Bedişhan şehrinde Alihan Vezirinin oğlu Selman Bey´e, yani o hanım kızın sevgilisine?
İşte o sözü geçen gecede bunun piri, her iki sevgiliyi birbirine tanıştırıp, hakikat badesi içirdikten sonra çekilip gitmişti. İşte o gecenin ertesi günü Salman Bey uyandı. Kendisini başka bir çeşit hallerde gördü, Düşünde Turnatel´in elinden aşk badesini içip yüreğine köz düşen Salman Bey, günbegün yanıp tutuştu. Saraydaki odasına kapanıp çırpınıp durdu. Talebe arkadaşları peyderpey gelmeye başladılar. Ava çok meraklı idi şahzade. Gelen oturdu, gelen oturdu. Salman Bey´e baktılar ki Yafa portakal gibi sapsarı olmuş. Hazırcevap arkadaşlarından biri dedi ki:
-Salman Bey, Şahzadem! Rahatsız falan değilsiniz inşallah!
-Hayır.
-Şu aynanın önüne geçin de bir kendinize bakın. Siz sapsarı bal mumu gibisiniz, dedi.
Salman Bey kendi kendine böyle hesap etti ki; ?Eğer iki sene iki aylık yolda menim bir sevgilim var.? desem, vallahi meme emen bebeler bile der ki: ?Aman bu delirmiş, deli olmuş.? Öyle sözler söyleyim ki, birkaç ibareyle başımdan savayım gitsin. Men bu arada el altından tedarikimi göreyim, sevgilimin peşi sıra gideyim.? Arkadaşlarına deyir ki Salman Bey:
-Arkadaşlar! Menim derdim şudur.
Dediler:
-Buyur.
Aldı Salman Bey:
 
( Divan makamı )
Ders alıf Hak´tan okudum ilm ü ayet bu gece
Men için vasf-i hal oldu çok rivayet bu gece
Âşığı maşuka yazan ilham-i irebmena
Sırr-ı kudretten yetişti hûb hidayet bu gece
 
Kaldırdı hüsn-i nikabın ta´n etti mahitaba
Hasretinden bizar oldum dü-çeşmim gelmir hâba
Kameti serv-i hıraman sürahi kaddi tuba
Bir acaib gılman gördüm melek-sıfat bu gece
 
Salman der od düşüf cana vücudu kül olmuşam
Zar çekif feryad etmeğe şeyda bülbül olmuşam
Solufdu gönlüm nevrağı hali müşkül olmuşam
Gazabı kastetti cana hışm-ı afat bu gece
Bu sözü bitirdikten sonra bunun talebe arkadaşları dediler ki:
-Barekallah Selman Bey, maşallah! Biz hepimiz bir hocadan ders aldık, Arap Fars kelimesi okumadık, Türkçe okuduk. Siz bu Arap Farsı nereden öğrendiniz?
Dedi:
-Arkadaşlar! Evet, men derdimi açıkça söyledim, siz anlamadınız. Öyleyse men anlayanı bulurum, siz gidin işinize.
Baktı ki bunlar derdinden anlayası değil. Bunları başından savdı. Şahzade gün be gün saat be saat tertibini görmeye başladı, üç-beş yıl içinde bol para temin etti. Emretti bir atın eyerletti. Kır at dedik ya; bir canavar kimi yola döşenir, ağzından burnundan köpükler saçana kadar durmazdı. Üç gün üç gece ağzına ne bir damla su ne bir tutam yem almadan, durup dinlenmeden uçup giderdi. Zifiri karanlık gecede yeni sürülmüş kara tarladaki kara böceği görür, bir kurt izinden bile yolunu bulup çıkarırdı. Kırat binek taşına çekildi. Zamanın silahı elmas kılıcı bağladı ince beline, kalkanı taktı iki omzunun arasına, 18 boğum kargıyı aldı eline, çıktı dışarı. Ayağını koydu üzengiye, arap ata bir zahma vurup, arap at dize kadar toprağa saplanıp, ağzını gibi açıp yerin damağını söktü, gitmede olsun? ?Ver elini Haveran ülkesindeki Hatem şehrindeki sevgili Turnatel Hanım.? deyip yola çıktı. Ne Salman Bey, ne de kır at bütün gece ne durdular ne dinlendiler. Cins atın hali başka olar, derler binicisinin derdine yetik olmuş kimi, içi içine sığmaz, ayakları toprağa dokunmaz, kuyruğu kısılmazdı. Derler ki «Ata, ite, avrata güven olmaz.» İnanmayın. Bu söz, atın, itin, avratın başına, cinsine sahip olamayanların sözüdür. Salman Beyin attan, itten şikâyeti yoktu, avratın hasını da düşünde Derviş Baba´dan öğrenmişti, Turnatel´ine bir kavuşsa başka dileği kalmayacaktı.
O çıkışı, iki gün, bir öğle yol gitti ve bir şehir kenarına geldi. O da Çin-Maçin ülkesi fakat çocuk gitmemiş o şehre, Bedişhan şehri. Şehir kenarına geldi. Hemen atını yakındaki bir hana çekip, paltarını değiştirdi. Gümüş hançerini beline soktu. Bahçenin yüksek duvarlarını dolanıp bir uygun yere gelince kemendini atıp içeri girdi. Baktı ki ne baksın, öyle bir bahçe ki artık dil ile bahse gelmez. Sık sarmaşıklar, güller, çiçekler içinde ilerleyip çalgı sesinin geldiği tarafa geçti, iyice yaklaşıp baktı ki ne baksın, mermer havuzun başında bir çardak; çardağın etrafı ipek perdelerle çevrili, önünde cariyeler çalgı çalar. Perde aralığından bir de gördü ki ayın dördü kimi bir kız oturuyor. Dersin ki melektir. Yaklaşıp iyice bakınca başı dönüp ağacın dibine çöktü. Kendine çeki düzen verip perde aralığından içeri seslendi. Kız bu yana dönüp baktı ki ne baksın; uzun boylu, geniş çiğinli, burma bıyıklı, ceylan gözlü, karakaşlı bir yiğit karşısında duruyor. Cariyelerini saraya yollayıp Salman Beyi gizlice çardağa aldı. Babası, has bahçede yabancı kuş görse öldürtürdü. Bu yaraşıklı delikanlı eceline mi susamıştı; nasıl girmişti bahçeye? Efendim yine bu şehir Çin-Maçin ülkesindeki Bedişhan şehri idi. Bu bahçe de Celal Vezirin kızı Gevher Hanımın şahsına ait bahçeydi. O bahçeye o kızlardan başka bir de o bahçenin bağbanı Abuzer girebilirdi. Eğer başkası girse derhal cellat ettirilirdi.
Delikanlı ne bilsin yasağı, girdi doğruca bahçeye.
O günde Gevher Hanım 40 ince cariyelerle beraber bahçeye gezmeye çıkmıştı. Bir zaman sonra Gevher Hanım baktı ki bir aslan gibi delikanlı, tam teçhizat atıyla beraber bahçeye girmiş hem de kendilerine doğru gelir. Gevher Hanım o zaman kızlara dedi ki
-Arkadaşlar herhalde bu gariban bir kimsedir, bahçenin yasak olduğunu falan bilmir, biz bunu ikna edelim, bu bahçeden çıksın gitsin, yazıktır. Yoksa vezir babam bunu cellât ettirir. 25-30 metre yanaştı.
Gevher Hanım atın üzerindeki Selman Bey´e baktı ki ne baksın; öyle bir delikanlı ki Cenab-ı Allah bunu kudret kaleminden halk etmiş. Gevher Hanım hayalinden bir şeyler geçti dedi ki: ?Ah! Men nişanlı olmasaydım.?  -Gevher Hanım da Celal Vezir´in oğlu Esad Bey´in nişanlısıdır. O günlerde bunların düğünü olacak.-  ?Keşke men nişanlı olmasaydım. Bu delikanlı meni almasa men buna zorla giderdim.? Gelen delikanlıya dedi ki:
-Aslan delikanlı! Herhalde siz garipsiniz. Bak bu bahçe suret-i katiyette yasaktır. Vezir babam duysa, derhal sizi cellât ettirir çıkın gidin.
Böyle dediyse de Selman Bey mest-i hayran olmuş, Gevher Hanım´ın güzelliğine bakıp duruyor. Salman Bey içinden dedi ki: ?Gece rüyamda gördüğüm bahçe bu bahçedir. Bu kız da aynı gördüğüm kızdır. Allah´ın yazmış olduğu kader tebdil olunmaz. Orda kendi kendine dedi ki: ?Öyleyse menim pirim mana iki gün bir öğlelik yol demiş, fakat men iki sene iki aylık yol anlamışım. İşte sevgilim, işte bahçe.?
Gevher Hanım burada merakı mevce geldi. ?Men ibare sözlerle ona söyleyim o bahçeden çıksın gitsin.? diye düşündü  
 
Aldı Gevher Hanım:
Özünden bi-haber divane oğlan
Menzile varılmaz mihnet yolunan
Ecel meydanına neden gelifsen
Bi-murat olarsan bu kemalınan
 
Salman Bey atın üzerinde söylüyor.
 
Aldı Salman Bey:
Şahin olan şikârına dolanır
Şeyda bülbül oynar kızıl gülünen
Pervanenin meyli şem´a yanmaktı
Ruz ü şeb uğraşır o hayalınan
Gevher Hanım bahçenin yasak olduğunu işaret edir.
Aldı Gevher Hanım:
Abes yere nâ-hak geçme kanından
Niye usanıfsan şirin canından
Zalim cellât tutar giribanından
Mühlet almak olmaz bir mahalınan
Aldı Salman Bey:
Kametin ser çekif arş-ı âlâya
Menevşe buhakın menzer laleye
Seni gördüm serim düştü belaya
Yıkıfsan evimi fitne fel´inen.
Gevher Hanım, ?Bu meni birisine benzetmiş. Hele ismini söyleyim.? dedi.
Aldı Gevher Hanım:
Gevher diyer şaşkın düşüf kemalin
Hem hülyaya dalıf fikr ü hayalin
Vezir atam duysa nic´olur halin
Sallalar hengâme galmagalınan
Gevher böyle deyince, Salman Bey; ?Men yanlış gelmişim. Acaba yanlış mıyım, doğru muyum? Olur ya bir çift isim taşıyan insanlar çoktur. Belki bunun bir ismi Gevher´dir bir ismi Turnatel´dir. Hele sorayım.? diye düşündü.
Aldı Salman Bey:
Adın Gevher midir yoksa Turnatel
Şehr-i Haveran´a vardı mı ki yol
Salman ´ı sen ettin Mecnun´dan müşkül
Hercai sözünen aldak dilinen
Söz tamama yetti. Gevher Hanım gitgide Salman Bey´e gönül kaptırdı
-Aman yaraşıklı yiğidim! Meni Cemal Vezir´in çirkin, kambur oğluna nişanladılar. Babamla Cemal Vezir, buralardan kuş uçurtmazlar, tez git bir yere saklan, dedi.
Salman Bey, hiç oralı olmadı, hiç kıpırdamadı. Gevher hanım onun kıpırdamadığını görünce; o vakit merakı mevce geldi. Orda ikinci defa aldı bakalım Salman Bey´e ne dedi, Salman Bey ne şekil karşılık verdi?
Aldı Gevher Hanım:
İndi men gederem cellâtlar gelir
Oğlan senin halin necelenifti
Fani dünya değil ağyardan hali
Sanma zülmat olup gecelenifti
Gevher Hanım´ın maksadı onu bahçeden çıkartmaktı.
Aldı Salman Bey:
Sunam senin hub yeriyşin can alar
Sürahi kametin sucalanıftı
Lâleden renk alıf ahmer yanağın
Bahar gülü kimi goncalanıftı
 
Aldı Gevher Hanım:
Duymadın mı tembih olan yasağı
Özün öz canına etme mazağı
Evler yıkar seyragufun tuzağı
Şuğul üstad oluf hocalanıftı
 
Aldı Salman Bey:
Hüsnün hicabına menzemez heç al
Ne yakut ne zümrüt ne gevher ne la´l
Haşim-i halların kevkeb-i zühal
Sandım tan yıldızı yucalanıftı
 
Aldı Gevher Hanım:
Gevher diyer bela görünmez göze
Sakın tehlikeden eyle mülhaza
Nevreste civansan goncadan taze
Gönlüyün güzarı kocalanıftı
 
Aldı Selman Bey:
Salman der ganimet dü-çeşmin afat
Müjgân kirpiklerin gösterir hayat
Kaşların lam elif hatt-ı kuduret
Ebcetten ayrılıp hecelenifti
Gevher Hanım baktı ki bu yabancı yiğit yakasından el çekmeyecek. Özünün yüreğine de bir od düşmüş yanar ki sorma gitsin. Cemal Vezir´in oğlundan kurtulmak için Allah bu yaraşıklı yiğidi özüne Hızır mı yollamıştı! Hemen Salman Bey´i çardaktan uzaklaştırıp sarmaşık güllerin birbirine dolandığı gizli bir köşeye götürdü. Doğru sarayın baş bahçıvanı Bağman Abuzer´e koşuf derdini döktü:
Gevher Hanım cariyelere döndü;
-Kızlar haydi, dedi.
Dönüp gittiler.
Gevher Hanım dedi:
-Kızlar menim çok güzel bir saatimdi. Şimdi dağılın. Bu gül bahçesinden her birinizden bir deste gül istiyirem, odamı süsleyecem.
Kızlar çanak gibi açıldı, bahçeden gül toplamaya. Gevher Hanım eline beline koyup bağban Abuzer´i aradı, yani o bağın bahçıvanını. Bir de baktı ki Bağban Abuzer, sık yapraklı geniş budaklı bir ağacın gölgesine uzanmış, bağ edevatları yanında uykunun tam tatlı demine girmiş. Bir azıcık buna baktıktan sonra:
-Bağban, bağban!
Bağban gözünü açtı baktı ki Gevher Hanım. Kalktı ayağa, zamanın düsturuna göre el-pençe durdu.
-Buyurun, dedi.
Gevher Hanım.
-Babam bu bağı kime teslim etti?
-Mana.
-Peki, niçin uyumuşsun. Belki bağı talan ederlerse?
-Hanım´ım elimde değil, uyumuşum, istemeyerek oldu. Meni bağışla, dedi.
-Bağban bu yaptığına katlanaram. Şimdi menim sana birkaç tane sözüm var. Sözlerim söylesem sözümün içinden söz anlar menim işlerimi yapar mısın?
-Buyur, dedi.
Gevher Hanım´ın İkinci vezir olan Cemal Bey´in oğlu Esad Bey´e ile nişanlı olduğunu söylemiştik. O günler bunların düğünü olacak. Burada bağmana bu şekil okusun, bağban dinlensin men de okuyayım meni dinleyenler saygılığına her zaman devranımız şad olsun inşallah.
Gevher Hanım:
Bağban kardeş menim vasf-ı halimi
İntizarlı yâre de gör ne diyer
İtibar üzmesin men bî-çareden
Zihn-i lâlizere de gör ne diyer
Bir de men
Bir sen dertli bir de men
Gün geçti men kocaldım
Bala doğman bir de men
 
Sevda sere indi ne gelir elden
Rumuz işaretle vasf eyle halden
Şikâyet kahrını derun-i dilden
Sıdk-ı huluskâra de gör ne diyer
Yağı damlar
Çıranın yağı damlar
Bahıram yâr görüner
Oluğdu yağı damlar
 
Gevher cebr ucundan çeker cefayı
Tabib sen ol eyle derde devayı
Bi-haber gezerken men bî-nevayı
Saldı bu efkâra de gör ne diyer
Bu dar günde
Elim al bu dar günde
Men feleğe n´eyledim
Ömrümü budar günde
Bağban Abuzer, pişih görmüş sıçan gibi dondu kaldı.
-Menim bildiğim Gevher Hanım´ın âşıklığı yok idi. Bu ne zaman, nerde, nasıl, kime âşık oldu da böyle güzel türküler söyler, diye düşünüp hayale daldı.
Gevher Hanım:
-Ey Bağban! Niye taş kimi dondun kaldın? Mendeki tufanı öğrenmek istiyirsen, git siyah güllerin köşesine bak. Orada bir yiğit göreceksen ki yüreğime ateş salmış. Tez git, onu da, atını da itini de al öz evinde sakla, yoksa gökte bulduğumu, yerde, elimden alacaklar, dedi.
Gevher hanım bağbanı kolundan tuttu, bir ağaçlığa çekti. Parmak ucuyla Salman Bey´i gösterdi. Dedi:
-Ne görüyorsun?
Bağban baktı ki Yusuf-ı Kenan kimi yakışıklı bir delikanlı güller arasında oturmuş, derd ü gama batmış.
-Bir atlı attan inmiş, at yedeğinde orda duruyor.
-Tamam, dedi. O atlıyı alıp getireceksin. Atını bahçede besleyeceksin, kendisini evinde. Men onu senden isteyinceye kadar, kafasında bir tek tel bile noksan olsa senin neslini yeryüzünden keserem, dedi.
-Baş üzerine, dedi, Bağban.
Gevher Hanım çekti gitti saraylarına.
Bağban delikanlının yanına gitti, kendini tanıttı.
-Men bu Has Bahça´nın bağbanıyım. Gevher Hanım seni mana emanet etti, dedi.
Salman Bey:
-Mana yaramayan bağı kökünden seller aparsın, deyip gözyaşını tutamadı.
Bağban dedi:
-Kardaş seni dövmüşler mi, paranı mı almışlar, sana bir zulüm mü etmişler? Neden ağlıyırsan?
-Bağban kardaş kulak as. Menim ağladığımın sebebi nedir, sana söyleyim.
Selman Bey okuyor bağban dinliyir. Men de okuyorum hepinizin sağlığınıza: Pir Sultanı makamını okuyor.
 
Aldı Selman Bey:
Nice ağlamıyam nice yanmayam
Sunam düştü menden aralı gitti,
Bir ok attı sinem şan şan eyledi
Sağı cismim hezar paralı gitti
Günde men
Gölgede sen günde men
Yılda kurban bir olur
Sana kurban günde men
Götürüp ikinci bendini şöyle söylüyor:
Bu ne afat idi sitem ü zulüm
Acep hasretinden nic´olur halim
Eflatun hışımlı insafsız zalim
Meni koydu gamda yaralı gitti
Günde sen
Gölgede men günde sen
Can alanlar bir olur
Canım aldın günde sen
 
İbrişim muyları elvanlı donda
Per ü-pervaz eyler here bir yanda
Salman der ahadim kalmadı canda
Kesildi sabrımın kararı gitti
Al menden
Yeşil sen al menden
Git yârimi getir
Ne istersen al menden
Bağman gördü ki bu iki civan birbirlerine bir tutulmuş ki, ayıranın yedi nesli Allah´ın gazabından kurtulmaz. Şimdi ne yapsın? ?Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.? Çaresiz kaldı. Celâl Vezir evinde yedi yaban bir oğlanın yattığını hem de kızıyla buluştuğunu duysa, sülâlesini kökünden kuruturdu. Öte yandan Gevher Hanım Bağban´a öyle bir sır söyledi ki, bu ifşa etse sonu yine halak olacak. Gevher Hanım´ın dediğini yerine getirmeye karar verdi. Salman Beyi, Bağman evinin gizli bir köşesinde konak edif atını, itini içeri yerleştirdi.
Bağban dedi:
-Ver yavrum, atı mana.
Atı aldı eline. Bağbanın bağ içindeki evinin kapısına geldiler, beraber. Atın eğerini takımını aldı içeri koydu. Salman Bey´i içeri buyur etti. Atı da güzelce bahçenin içine ipini uzattı, çaktı çıtasını. Saat be saat, dakika be dakika Salman Bey´e hürmet edip hürmetini arttırmaya başladı.
Efendim, haber verelim Gevher Hanım´dan:
Gevher Hanım´ın gönlüne Salman´ın aşk atası düşüp sarayına çekildikten beri içi yandı, yattı yatamadı, kalktı kalkamadı, hayaller kurup durdu. ?Boşa koydu dolmadı, doluya koydu almadı.? Kırk ince cariye kızı vardı. Birinin adı Salâtın idi. Salâtın, Bağban Abuzer´in öz be öz bacısıydı, Gevher Hanım´ın da sır kâtibiydi. Ondan can çıkar sır çıkmazdı. Gevher Hanım´ın, Salâtın´da iyiliği çoktu. Onun sevgilisiyle buluşmasına göz yumar, zengin hediyelerle, altınlara gark ederdi.
Gevher Hanım, baktı ki olmuyor, sonunda Salâtın´ı yanına çağırdı. Tırnağından giren aşk zelzelesi bütün bedenini dolaştıktan sonra dudaklarından döküldü dedi ki:
-Kız Salâtın, git gül bahçesindeki kardaşın Bağban Abuzer´e söyle. Menim onda bir emanetim var. Onu al buraya gel.
Salatın, hemen Bağban Abuzer´in evine gitti. Açtı kapıyı, içeri girdi. Bağban Abuzer evdeydi:
-Bacı, hayrola, dedi.
Gevher Hanım´ın size çok selâmı var. Onun sizde bir emaneti varmış. Onu alıp götürmeye geldim, dedi.
-Hayır, sen götüremezsin.
-Sebep?
-Götüremezsin. Git, Gevher Hanım´a menim selâmımı söyle. Öteki cariye kızları başından uzaklaştırsın, başka yerlere göndersin. Men hemen şimdi onun emanetini alıp getirerem, dedi.
Salâtın döndü geldi, haber verdi, Gevher Hanıma. Gevher Hanım, emretti kızlara.
-Kızlar, bir hafta bundan evvel topladığımız güller hep soldu. Onları atın. Yine gül bahçesine dağılın. Her birinizden bir deste gül isterem, fakat çeşit çok olsun, odaları süsleyecem.
Kızlar bahçelere gitti bunun yalnız, sakin kaldı. Bu taraftan Bağban Abuzer, Salman Bey´in elinden tuttu. O duvarın ardından, bu hisarın arkasından, bu hisarın böğründen, o arkın içerisinden nihayet Gevher Hanım´ın sarayına geldiler. Kapıdan içeri girer girmez Gevher Hanım kalktı ayağa. Bağban Abuzer´e, bağış verdi, altın verdi, bunu başından savdı ve Salman Bey´i buyur etti, oturttu Salman Bey dedi ki:
-Ömrüm delikanlı! Hele meni dinler misin? Sana men bir şeyler söyleyecem, ona göre mana cevap ver ve en sonunda sana yemin verecem, ant verecem ki menden başka dünyada sevdiğin var mı yok mu? Eğer doğru ant içersen Allah muradını başa geçirsin. Ya doğru ant içmezsen Allah senin muradını yarı yolda kosun.
Gevher Hanımın yüreği teze açmış nergis yaprağı gibi tir tir titredi. Aldı görelim ne dedi. Gevher Hanım, Salman Bey´e söylüyor, Salman Bey karşılık verir. Bizi dinleyenler sağlığına, ordumuzun, yurdumuzun, milletimizin sağ olsun. Her zaman devranımız şad olsun:
Aldı Gevher Hanım:
Meni mecnun eden Tanrı zalimi
Meşakkatten ferah buldun mu geldin
Sen diyen efkâra düştü hayalim
Fikirime vukuf oldun mu geldin
 
Aldı Selman Bey:
Cemaline oldum didar âşığı
Serimi sevdaya salıp da gelmişem
O sarhoş duruşun heflek bakışın
Aklımı başımdan alıp gelmişem
 
Aldı Gevher Hanım:
Çünkü aşna olduk hicran şahıynan
Ruz ü şeb uğraşak aşkın ahıynan
Zulümkâr sevdanın gam kütahıynan
Eser gafletine daldın mı geldin?
 
Aldı Salman Bey:
Buğağı billurdur yanağın lala
Kaşların az kala aklımı ala
Hasret intizarlı bu mah cemala
Bahar gülü gibi solup gelmişem
 
Aldı Gevher Hanım:
Gevher ´ in cismine salmışsın talan
Mevlâ´yı seversen söyleme yalan
Yine gayrı yerde var mı müptelân
Yoksa bu hayalde durdun mu geldin?
Selman Bey iyice kanaat getirmişti ki; ?Menim sevgilim budur.? Çünkü Hakk´ın hikmeti esas öz sevgilisi ile bunu Cenab-ı Allah sanki bir elmadan yaratmış, o kadar benziyir. Ona binaen Salman şunu söyledi:
Aldı Salman:
Sefil Salman diyer ela göz yârim
Sana kurban olsun devletim varım
Âlemde kimseye yoktur güzarım
Dünyanın terkini kılıp gelmişem
Söz tamama yetişti. Salman ?Âlemde özgeye yoktur güzarım / Dünyanın terkini kılıp gelmişem.? diyerek yüreğindeki birce tek sevgilinin Gevher Hanım olduğunu açığa vurdu. Gevher Hanım inandı ki Salman´in sevdiği kendisidir.
İki âşık göz göze gelip, ele ele tutuşup, kol kola takışıp, dudak dudağa tokuşup, diz dize vuruşup öyle bir sarıldılar ki, ne minval üzere diyelim;
Sandal şana siyah tele
Şeyda bülbül kızıl güle
Gümüş kemer ince bele
İpek köynek kaddi dala
Nâkşker bazment kulaç kola
Farsî lügat imran dile
Ürkek sona duru göle
Aç arı çiçeğe,
Iğdır pambuğa,
Azerî bozbaşa
Kars hamama,
Ardahan kayışa
Çıldır çeçile,
Şüregel lavaşa
Posof zinele,
Yerli haşıla
Deve kangala,
Terekeme hangele
Kürt şivli beze,
Âşık saza
nasıl sarılırsa, bunlar birbirine öyle sarıldılar. Bir zaman sonra bunlar ayırt oldular. Arada malayani iş yok!... Bir zaman sonra sofra donandı. Çay, kahve, tütün; keyifler oldu bütün. Cenâb-ı Allah hepiniz daima böyle huzurlu mutlu keyifli etsin inşallah. Bu keyif keyfiyet bittikten sonra Selman Bey dedi ki:
-Gevher Hanım! Şimdi siz ikinci vezir Cemal Bey´in oğlu Esat Bey´in oğluna nişanlısınız, fakat mana gönül verdiniz.
Gevher Hanım dedi ki:
-Allah rızası için, yarım nikâh bile kıyılmamış, bir nişan yüzüğü bile takılmamış. Sadece bir söz verilmiş. Men istemirem, men seni istiyirem.
-Peki! Mana müsaade, men Bağban Abuzer´in evine gideyim. Gün olur bağda, gün olur bahçede çardak altında, gün olur bu sarayda buluşuruz. Bir şeyler düşünüp günün gecenin birinde, bir az aklımızı serimize alırız.
Böyle deyince Gevher Hanım ağladı. Dedi ki:
-Neden ağlıyırsan?
-Korkuram ki, giderseniz bir daha dönmezsiniz. Ona ağlıyıram.
O zaman Gevher Hanım efkâr ile bu sözleri söylüyor:
(Makam: Gülebeyi )
Aldı Gevher Hanım:
Oğlan mana bir ilgar ver öyle git
Gel seninle durak ahd ü amana
Gönülden yâd etme men bi-çareyi
Çıkartma hayalden getir gümana
 
Aldı Salman Bey:
Sevda seri meni bî-tab eyledi
Bu aşkın elinden geldim amana
Müjgân kirpiklerin sinemi oklar
O hilâl kaşların menzer kemana
 
Aldı Gevher Hanım:
Eyer ayırsalar bülbülü gülden
Gözü bağlı kuşum ne gelir elden
Hulus-ı kalb ile derun-i dilden
Ahd ü peyman edek ilgar imana
 
Aldı Salman Bey:
Başına döndüğüm lebleri meze
Düşmüşem cebrine çekerem ceza
Bir lahza bakmasam o bedir yüze
Günü günden halim döner yamana
 
Aldı Gevher Hanım:
Gevher der korkaram nâ-murat olak
Hayal-i gamgînli perişan kalak
İş aksine gitse ne çare kılak
Belki tebdil oldu devr ü zamane
Gevher Hanım burada demek istiyir ki; ?Men nişanlıyım aniden düğünüm başlasa ne yaparız.?
Aldı Salman Bey:
Salman der sevdiğim eyleme keder
Görek ne gösterir Ganî mukadder
Terlan şikârına can tuhfe eder
Bülbül kej bakar mı gül yasemene
-Sizden tek bir dakika ayrılma imkânım var mı? Fakat vaziyet böyle icap edir. Men Bağban Abuzer´in evine gedecem. Senli-menli karşılıklı muhabere yapalım; günün saatin birinde gidelim.
Salman Bey kalktı Bağban Abuzer´in evine gitti. Salman orda Gevher kendi sarayında.
Aradan günler, haftalar geçti.
İki âşık bahçede buluşup göz eyledi,
Tenhada buluşup naz eyledi.
Oğlan yoluna giderdi,
Ne eylediyse, giz eyledi.
Akşam sabah gülüşüp, konuşup saz eyledi.
İşitenler, görenler, ezedi, bezedi;
Bir kuyruklu söz eyledi.
Yine en büyük zulumü, Camal Vezir eyledi.
Biz gelelim kime? Taht-gâh binasında Kahraman Padişahına Kız babası Celal Vezir´e, oğlan babası Cemal Vezir´e. Kahraman Padişah dedi ki:
-Cemal Vezir! Menim duyduğuma göre iki vezirlerim akraba olmuş. Celal Vezir kızını vermiş sizin oğlunuza, siz de almışsınız oğlunuza. Bu günlerde bir düğün yapsanız. Bir de düğün âlemiyle birkaç günümüz geçse olmaz mı?
Oğlan babasının nasıl olsa yüreği yufka olur. O zaman Cemal Vezir dedi ki:
-Hay hay kıble-i âlem! Menim başım üzerine, yalnız, iş kız babasındadır. Çünkü ?Kız kapısı şah kapısıdır.? derler. Men onun emrindeyim ne şekil isterse öyle olsun.
Bunun üzerine iki taraf aldım-verdim yaptılar. Her kesimlerini kestiler. ?Gelen bugünkü gün düğün başlayacak.? diye karar verdiler.
Celâl Vezir, tez el elden bu haberi kızına ulaştırdı:
-Güzel kızım, gökçek kızım, altın pürçek kızım! Tez düğün hazırlığını gör; gelen bu günkü gün düğününüz başlıyır. Kırk gün kırk gece toy-düğün olacak.
Gevher Hanım bu haberi işitince beyninden vurulmuşa döndü. Yüzünün alı gitti, gözünün kanı gitti. Bayılıp düşecek gibi oldu. Haberciye bunu belli etmedi. Çıkarttı müjdesini verip onu gönderdi.
Hemen yanına sır dayesi olan cariyeyi çağırdı. Bir kâğıt yazıp bunu cariyesine verdi.
-Bunu doğruca götür, Salman Bey´e ver, dedi.
Cariye, mektubu Bağban Abuzer´in evindeki Salman Bey´e götürüp verdi. Salman Bey zarfı açıp, içindeki mektubu okumaya başladı. Tabi yazan Gevher Hanım´dı. Kâğıda şöyle yazılmıştı.
(Makamı: Zarıncı )
Aman kâğıt menim vasf-ı halımı
Mevlâ´yı seversen yetir yârime
Hasretinden dide-giryan olmuşam
Muhalif çıkmasın itibarına
Nec´eylerem
Günüzü gec´eylerem
Yârim mensiz dolanır
Men yârsız nec´erem
 
Bu şuggayı götür ver bî-insafa
Mahşer günü onla durram mürafa
Çünkü ilgarına yok imiş vefa
Niye meni saldı gam efkârına
Gülde gördüm
Gülleri gülde gördüm
Yılan kirpi ağzında
Çok yaman günde gördüm
 
Gevher der yıkılıp tertip kurdular
Sinem üzre tiğ-i temren vurdular
Vade tamam oldu cevap verdiler
Bizi yandırdılar hasret narına
Men de var
Götür suyu mende var
Doksan dokuz yaram var
Gel birini sen de vur
Salman Bey, bu ifadeyi okur okumaz, derhal Bağban Abuzer´e emir verdi, Bağban Abuzer atı eyerledi, binek taşına çekti. Salman Bey pür-silah kuşandı. Bağban Abuzer´den helâllık aldı. Ayağını üzengiye koydu, eyerin orta yerinde terlan gibi karar kıldı. Doğru sürdü, Gevher Hanım´ın sarayına. Salman Bey içeri girdi ki, ne girsin; Turnatel gözlerinden kanlı yaş döküyor. Salman ağzını açıp sormadan kız, saçlarını saz eyleyip sözünü söyledi, Salman Bey de ona karşılık verir.
Aldı Gevher Hanım:
El elden üzülür merhamet eyle
Bu yerden bir yana götü(r) git meni
Vade tamam oldu iş hitam buldu
Koyma yana yana götü(r) git meni
 
Aldı Salman Bey:
Rahme gelip elin versen elime
Ok vursalar cana götürrem seni
Yedi düvel hisar çekse yoluma
Hükmeder meydana götürrem seni
 
Aldı Gevher Hanım:
İhmallik eyleyip kılma mudara
Fırsat elden gider bulunmaz çare
Gelmesin sedamız hiç bu diyara
Bir tebdil mekâna götü(r) git meni
 
Aldı Salman Bey:
Avcı şikâr payı vermez laçına
Heç uyar mı çalağanın göçüne
Belh ü Buhara´ya Çin ü Maçin´e
Lâ´l-i Bedişhan´a götürrem seni
 
Aldı Gevher Hanım:
Gevher ´i sen saldın cebr-i zulüme
Bak da rehim eyle müşkül halime
Düşmüşem deryaya el at elime
Gark etme ummana götü(r) git meni
 
Aldı Salman Bey:
Men Salman ´am düştüm aşkın ahına
Civan ömrüm gider gam kütahına
Sıdk ile yalvarak Şahlar Şahı´na
Bir adil divana götürrem seni.
Söz tamama yetişti. Salman Bey atını eyerledi, silâhlarını kuşanıp has bahçenin kapısına bekleyen Gevher Hanım´ın yanına geldi. Gevher Hanım baktı ki o sırma saç, kalem kaş gitmiş yerine bir yaraşıklı oğlan gelmiş. Gevher Hanım da silahlanmıştı. Karanlıkta el ele değince Salman Bey dedi ki:
-Güzel yârim bu ne kıyafet, bu ne hal?
Gevher Hanım sevgilisinin kulağına eğilip pıçılladı;
-Men kırk askere bedel cenk kurup, kılıç çalaram; ok atar, kalkan tutaram. Atam vezirle, kaynatam olacak Cemal Vezir, dalımıza leşker salacak. Haydi, sür atını, sabah olmadan uzak dağlara yetip yüce tepeleri tutak.
Gecenin karanlığında bir ata iki kişi binip yavaşça süzülüp eşiğe çıktılar. Bütün gece at teptiler; sabahleyin bir cennet diyara yettiler. Gevher Hanım´ın gözünden uyku dökülüyordu. Hemen atlarının başını çekip indiler. Terlerini alıp atları ota saldılar. Salman Bey dedi ki:
-Ey ala gözlü yârim! Menim sana güzel bir haberim var. Bu gördüğün dağlarda menim kırk yiğit adamım var.
Gevher Hanım buna çok sevindi. Salman´ın dizine başını koyup uykuya daldı.
Ver elini mana Çin-Maçin ülkesinde Bedişhan şehri? Atı sürüp gitmede olsun?
Efendim iki zümre vardır. Bir zümre var ki iki dostun ahbabın arasını kurar onları birbirine kırdırır, sözüm ona Allah ona lanet etsin. Bir zümre var ki vatanımız milletimiz için çalışır Allah ondan razı olsun. O şehirde bir nabekâr oğlu nabekâr vardı ki iki mümin kardeşin arasını bir tek saniyede bozardı. Onun ismine Çamkırçölpen derlerdi. Her insanın bir işi, bir mesleği olar. Bu adamın işi de muhbirlik, nemi de müzevirlikti. Sabah erken gözünün uykusuyla, belinin yakısıyla yürür, kendine iş arardı. Kapılar dinler, duvarlara pusar bacaları basar; kim, kimin için ne söylüyor, onları aldığı gibi yerine ulaştırırdı. Arkasından söyleyecek adam bulamazsa, kendini başkalarına kötüleyip içini soğuturdu. Müzevirlik ona ecdadındın miras kalmıştı.
Çamkırçölpen, Kahraman şehrinde mahalleden çarşıya gelir. Bir de gördü ki bir delikanlı terkinde arkasında da Celal Vezir´in kızı Gevher Hanım gidir. Allah Allah gözüne inanamadı. Bir daha baktı ?Vallahi odur.? dedi kendi kendine. Döndü geldi. Geldi berberde tıraş oldu, gitti lokantada yemek yedi. Kahvede çay içti. Yalnız caddelerde peyderpey bando mızıka çalır, mahallelerde davul zurna çalıyor, kahvede âşıklar çalıyor. Şehir böyle bir ihtişam içerisinde. Kahveden çayını içtikten sonra kalktı bu, doğru Hükümet binasına geldi. Girdi içeri, kapıya yaslandı. Kahraman Padişah şöyle oturmuş, Celal Vezir´le Cemal Vezir de böyle. Bunu sadrazam karşılamış. Neyse oturmuşlar Celal Vezir döndü ona dedi ki:
-