28 Şubat, benzer tarihî olaylardan bir olay; takvimde yer alan sıradan bir gündür... Darbe miydi, paylaşım mıydı, tasfiye miydi? Bunların hepsi var elbette ama bu ülkenin beşeri manzarasını da böyle günlerde anlıyoruz. Şahsî fikrimi dile getiriyorum, kimseyi bağlamaz. Ben ?İslamcılık?ın sayı olarak büyük bir nüfus tabanına sahip olmadığını bu olayla anladım. Daha önceki darbelerden en farklı ve en belirgin yönü bu hareketin doğrudan doğruya ?İslamcılık?ı hedef almasıdır. 30 Ocak´ta Sincan´da İsrail´i telin eden bir intifada müsameresinin bile o günün iktidarına karşı delil olarak kullanılması, ?İslamcılık?ın hedefe konuluşunun en uç göstergesidir. Sonradan tankların rutin geçişi olarak savunma geliştirenlerin, vicdanî rahatsızlıklarını dile getirdiğini düşünüyorum. Elbette muharebe durumu değildi, tanklar vasıtasıyla güç gösterisiydi.
28 Şubat sonrasında da 27 Mayıs darbesinde, zulüm görenler, içten yananlar kadar insan vardı. Tabanın büyük bir bölümünü ise elden giden fırsat ve çıkarlar ilgilendiriyordu. Bu durum her yerde böyleydi ama en çok İstanbul´da net olarak gözküyordu. 28 Şubat öncesinde o günün iktidarından beklentileri olduğu için o gümüm seçkinlerine aşırı iltifat edenler, sonrasında karşılaşmamak için köşeyi hızlı dönüyorlardı. Sıkı iktisatçı bir hocama durumu anlattım; ayaküstü ama derinlikli mütalaasını dinlemiştim: İslamcılık, büyükçe bir taban tarafından modern tüketim imkânlarına kavuşmak için, araç olarak kullanılıyordu. Dini hayatlarının iç yüzünü bilmemize imkân yoktur; buradaki konu, dindarların iktidar olmanın sunabileceği dünya nimetleri karşısında geliştirdikleri tavırdır. ?İslamcılık?ın nabzının attığı yerlerde ?katılımcı dindar? sayısı, her zaman ?tutarlı islamcı? sayısından fazla olmuştur. Bugün anlatacak hikayesi olanlar elbette vardır ama bu hikayeler çok değildir; simgeleştirilerek söylem siyasetine elverişli hale getirilmektedir. Bence ?tutarlı islamcı? sayısı %13´ü aşmaz, ileriye doğru ne hal alacağı konusunda tahminlerimiz olabilir.
Bugün İslamcılık üzerinde doğrudan her hangi bir baskı olduğu söylenemez. Ama İslamcıların ?düzen?e karşı yürüttüğü alışıldık muhalif söylemi, mevcut siyasi iktidara yönelmiş sayan ve bunda da başarılı olan geniş bir ?katılımcı dindar? kitlesi mevcuttur. Radikal tutarsızlıklardan ağzı yanan %13´lük omurga, ağır bir yük altındadır. Bir yandan çıkar paylaşımında gözünü karartan ve bürokratik oligarşi ile el ele vererek dindarlığı araç haline getiren kesimlerin; bir yandan çok yaygınlık kazanan ?İslam bu mu?? sorusunun arasında ezilmektedirler. ?Tutarlı İslamcılık? varlığını elbette sürdürecektir ama siyaseti etkileme gücü çok azalmıştır. Bu kesim, sadece oy deposu olmadığı için, oyunu Ak Parti´den çekmek çok zordur. Çünkü benzer durumlar bütün cesametiyle 28 Şubat öncesinden belirmiş; Refah Partisi´nin genel gidişi de kısa zamanda tipik ?iktidar partisi? olmuştur. O günlerin ?katılımcı dindar?ları, isim ve resmiyle Ak Parti´de yerini almış, gün itibariyle de sağlamlaştırmıştır ve daha fazla ?dünya nimeti? istemektedirler.  Kültür Gündemi isimli internet gazetesinde yazdığım bir yazıda ilk defa ben AK Parti ve AKP ayırımı yapmıştım. Sonra hemen üzerinden tahlillere girişildi ve o günlerde bunu da hatırlatmıştım. Aslında sıradan bir kategorize etme işlemi ve pratikte derdimizi anlatabilir diye seçmiştim. İbre AKP´lilerden yana; çünkü iktidar, bu omurgalarını duruma göre ve idareli kullananları ziyadesiyle bürokrasi ve belediyelere ve şimdi üniversitelere yerleştirmiş oldu. Bu tam bilinçli bir tercih değil; meclis ve kabinenin tabana vuran yüzüdür. Bir nevi demokrasinin gerekleri gerçekleşmektedir; sayılar, baskı grupları rolünü yerine getirmektedir.
Yine 28 Şubat üzerine yazılar yazılacak, tanıklar konuşacak ama bunlar, İslamcılığa değil; ?katılımcı dindarlar?a yarayacaktır. ?Bürokratik oligarşi? denildiğinde, her halde 28 Şubat´ta tepelenen, bugün çoğu enekli olanlar kast edilmemektedir. Gelecek üzerine ömrümüz olursa daha çok konuşuruz ama ben, iki sene sonrasının nasıl bir Türkiye olacağını merakla bekleyenlerdenim. Maarif politikası üretemeyen, üniversitesi tel tel dökülen, şehirlerini hırslı orta sınıfların kapattığı bir ülkede atılan ciddi ve ileri bir adım göremiyorum. Haksızlık etmeyelim, çok sıkıntılı bir üç sene geçirdik. Bu süre ve süreçten Türk Ordusu´nun dipdiri çıkışı en büyük kazancımız oldu.
Şu anda varlığını icraat olarak henüz göremediğimiz ?Tek Başkanlık Sistemi? de ciddi bir sınav verecektir. %13´lük omurga bence hatırlanmalı ve sağlamlaştırmak için tedbirler alınmalı. Aksi halde çok kötü bir tüketim toplumu örneği her yana dal budak salacaktır.
28 Şubat´ı anlatan yazıların bugün artık bir anlamı ve hükmü yoktur. Dinlemek isteyene bir çay ocağında anlatacak hikâyeler bende de o günleri yaşayanlarda da vardır. ?Yaşadık da ne oldu?? sorusuna cevap aramak biraz faydalı olabilir, ona da kimse girmek istemez. 15 Temmuz´un ise ciddi bir uyanış ve diriliş vesilesi olmasını hâlâ bekliyorum. 15 Temmuz öncesinde çıkar alanlarına hâkim AKP´liler vardı ve cemaat ile çok iyi iş ve ortaklık halindeydiler; Ak Partililer ise etkin olmadığı gibi, bilinçli olarak uzak tutulmaktaydılar. En ufak bir değişiklik söz konusu olmadığı gibi, bürokratik boşluk ?katılımcı dindar?a yeni çıkar kapıları açmıştır. Yakın gelecekte ne olacaktır? Durum tespiti ve ona göre de icraat bekliyorum. Şimdilik değişen hiçbir şey yok ama çok yüksek beklentiler var. Pragmatik nedenlerle bu beklentilere kulak tıkamak, 15 Temmuz´u tüketir.
28 Şubat artık tam anlamıyla darbeler takviminde bir yapraktır. 15 Temmuz üzerine ve oradan başlayarak düşünmek gerek. Oyunu bozan bir halk hareketi, yakın tarihimizde müstesna bir yere sahiptir. Dünya siyasetini bile sarsmış, şaşırtmıştır. ABD´nin istediği olmadı, şimdi ise ne istediğini bilmiyor ve hâlâ şaşkın.