Bu yazı, Turgut Cansever merhumun Sivas Günleri´ni anlatan ve irtihalinden sonra Türk Edebiyatı Dergisi´nin hazırladığı özel sayıda yayınlanan bölük pörçük hatıralardan küçük bir bölümdür. Merhum Hocamızla yaptığımız şehir gezilerinde şahit olduğum en esaslı tarafı; ?bütün?ü kucaklayan, hayranlıkla ve adeta hasretle kucaklayan hâli idi. Harabe bir evin karşısında kimselerin fark edemediği bir ayrıntıyı ihtiramla temaşa ediyor, sonra onu adeta kâinatla bütünleştiriyordu. ?Helik taş?ın bir yapı için ne ifade ettiğini ondan dinlemek nasip oldu. Sohbetlerinden birinde söze ?Bu şehr-i stanbul ki, bi-mislü bahadır/Bir sengine yekpare acem mülkü fedâdır!? beyiti ile girdi. Bir şey anlatırken ?Biliyor musunuz? diye başlardı. Şekil itibariyle soru kipinde olan bu hitap, herkesin bildiğini söylemeye, unuttuğunu hatırlatmaya bir girizgâhtı. Sonra, ?Nedim´in kastettiği taş, öyle çok değerli bir mücevher yahut muhteşem yapılardaki kesme taşlardan biri filan değil; o biçimlendirilmiş taşların birbiriyle imtizacını sağlayan helik taşlardır. İstanbul´un muhteşem varlığı içerisinde avuç içi kadar bir taşın rolünü anlatıyor şairimiz.? demiş ve bir helik taşın şerhine devam etmişti. Anlatırken sanki o taşı tutuyormuş gibi de avucunu açmıştı. Kaderimize kaza biçiminde tecelli eden idarecilerimizde bu ince idrakin binde biri olsaydı; İstanbul´un tek taşına bile dokunulmaz, etrafını çitlerle çevirirlerdi. Bilge mimar, İstanbul için çok şey yapmaya çalışmış, büyük emekler vermişti. Dünya Bankası´nın ve başkanının olağanüstü heyecanla karşıladığı ve desteklediği bir proje hazırlamıştı. Marmara Denizi´nin uygun yerlerine uydu liman ve sanayi kentleri kurarak İstanbul´u kurtarmak istiyordu. Dünya Bankası ile temasları heyecanla sürdürürken, Dünya Bankası Başkanı, ?Turgut Bey, sizi anlıyor ve destekliyorum ama devletinizin tepesindeki adam böyle bir şeyi istemiyor!? demişti. Bunu bize anlattığındaki Turgut Hoca´nın hali gerçekten dokunaklıydı. Büyük zat, ?Müteahhitler Cumhuriyeti?nin başı olarak el altından müteahhitlerine İstanbul´u büyük bir arsa gibi parsel parsel dağıtmıştı. Durum el´an da farklı değildir, parselasyon bir devlet teamülü gibi son hızla devam etmektedir. Bir de? Gün aşmaya yakın bir saatte virane bir evin önünde durup derin derin baktığını hatırlıyorum. Aynı akşam sohbete o yarı beline kadar toprağa gömülmüş evden geriye kalan pencere demirlerinin inceliğini ve önemini anlatmaya başladı. Eliyle, jest ve mimik takviyesiyle sanki onu yapan demirci ustasının ruhuna Fatiha okuyormuş gibi bir vecd ve hürmet içerisinde konuşuyordu. Demirin nasıl ısıtılarak şişirildiğini ve o bombelerden iç içe demirlerin nasıl geçirildiğini yaşıyormuşçasına anlattı; anlatmadı adeta canlandırdı. Damarlarımdan o an, Peygamber Efendimiz´in bir köpek leşinin yanından geçerken burunlarını tutan dostlarına, ?Görüyor musunuz? Ne kadar güzel dişleri var!? ihtarı geçti. Göçenlerimize ve hususen kalanlarımıza rahmet diliyorum. Rahmete toprağın üstünde geçireceği vakti henüz tamamlamamış olan bizlerin ziyadesiyle ihtiyacı var.