Büyükannem Zekiye Çermikli (1891-1969), ne zaman konuşacak olsa; “temsilde hatâ olmaz” diyerek söze başlardı. Atasözlerimiz ve deyimlerimizden, ölçülü sözlerden örnekler verirdi. Aruz vezniyle beyitler de bilirdi ki onun bu manzum sözlerini başka kimselerden duymadım. İnsanın değerinin anlaşılamaması, kıymetinin bilinmemesi üzerine incinmemeyi öğütleyen şu beyit çok anlamlıdır.  

            Cevâhir kadrini bilse şu mülkün âdemi cânım

            Seni boncuk sanırlarsa sakın incinme sultânım

Emek vererek işini özenerek yapan kimse ile baştan savma yapanların bir tutulduğu, iyi yapanın bilinemediği zaman şöyle söylerdi:  

İnce yoğun bir imiş, hay vah ömrüm çürümüş!***  

Büyükannem; dedesi Mukayyit Ali Efendi’nin Sivas vilâyet kaleminde görevli olduğunu, Kara Kâtip olarak anılan  babası Mehmet Efendi’nin de Yenihan’da (Yıldızeli) mal müdürlüğü yaptığını, eşi Ahmet Nazif Efendi’nin de ilim sahibi ve çok iyi bir insan olduğunu söylemişti. Eşi Ahmet Nazif Efendi (1871-1936) vefat ettiğinde, büyükannemin küçük oğlu Ahmet üç yaşındaydı. Genç yaşta altı evladıyla kalmıştı. Erzincan’da askerî ortaokulda iken 1939 yılındaki deprem felâketinde oğlu Mustafa Kemal’den (d.1926) haber alınamadı. İkinci sınıftaki bütün gençler enkaz altında kalmıştı… 1955 yılında Mehmet Ragıp dayım da otuz yedi yaşındayken kalp krizinden vefat etti. Dayım arkasında genç bir eş ve dört küçük yavrusunu bırakmıştı.  Büyükannem, ömrü boyunca bu derin elemleriyle yaşadı.

Büyükannem Zekiye Hâtun, Demircilerardı Mahallesi’nin sevilen sayılan ve sözü dinlenen Zekiye Emesi idi. Komşularının müşküllerini çözerdi. Cesurdu, evinin önündeki derin su kuyusuna düşen komşunun küçük kızını kuyuya inerek çıkardığını söylemişti. Çalışmanın ve emeğin önemi için büyüklerinden öğrendi bir beyit şu idi:

Câhı ceht et malı cem et tutça bek

            Kalırsa düşmana kalsın dosta gülünç olma tek

Hiç boş vakti olmaz, namazını kılar, günlük işleri bitince boş durmaz, kendi eğirip, boyadığı yünlerle çok güzel nakışlı çoraplar örerdi.  Örgü onu teselli ediyor ve hüznünü ilmeklere nakşediyordu. On sekiz torunu oldu ki ben ilk torunuydum. Babamın Eskişehir DDY Fabrikası’na tayininden sonra yaz tatilleri boyunca büyükanneme gelirdik. Lise birinci sınıfı da onun yanında okudum ki benim için ne güzel bir talihti.

Büyükannemin en önemli özelliği bir sözlü kültür hazinesi olmasıydı. Atalar sözü Yerde Kalmaz (1998) kitabımda yer alan atasözleri ve deyimlerimizin pek çoğunu ondan öğrenmiştim. Yılların deneyimi ile öğüt haline gelen, altın kalıplara dökülmüş, hayat felsefesini dile getiren bu sözleri büyükannem yeri geldiğinde çok kullanır ve hiç boş konuşmazdı. Onun söz temsillerinden örnekler verelim:

“Un ile odun, sahibi kadın” sözü evde malzeme ve ocak varsa yemek yapmak zor değil anlamında kullanır, misafirperverlik için de o “oklava ola, sac ola, misafir de aç ola” derdi. “Kadın kısmı orak biçimi (eğimli) olmalı” diyerek geçimli olmayı öğütlerdi.    Söz düşmeyecek bir zamanda eğer çocuklar konuşurlarsa “ibrik ötmeden emzik ötüyor” derdi! Dayanıksız ve sık hastalanan kimseler için “kadayıftan kaşık, balmumundan beşik” deyimini söylerdi. “Elin vergisi, canın sevgisi” atasözü ile cömertliğin önemini belirtirdi.

Manzum sözlerinden de örnekler verelim:

Var yiğidin gencine

Her gün gönlün incine

Var yiğidin kartına

Otur gönül tahtına

               -

Bizim evler meşelerden meşedir

Bahçe değil köşelerden köşedir

Benim gönlüm bir ufacık şişedir

Kırılırsa yapılması güç olur

Kahveyi çok severdi. Cevabı kahve olan şu bilmeceyi söylerdi:

İki bülbül bir çilede büyümüş

Evi yanmış barkı yanmış dövülenler o imiş

Ne insandır ne hayvandır o da öyle bir kişi

Daima deryaya dalmaktır onun işi

Bir kahve meyvesinde iki çekirdek bulunduğu için iki bülbüle benzetilmiş, kahvenin serüveni ve kahveye verilen önemle sanki ona kişilik de verilmiş.

Çanakkale Ruhu Sivas'ta Yaşatılacak Çanakkale Ruhu Sivas'ta Yaşatılacak

“Saatsiz ev ıssız, mangalsız ev öksüz” sözü onun mekâna, zamana, saatin sesine verdiği önemi belirtirdi. İnsan ömrü için şu beyit de onun söz hazinesindendi:

Durursa zencir-i saat durur dakka/rakkas durur tık tık

Çünan ömrün tamamında ruha derler hemen çık çık.

Hastalığı uzun sürmedi, büyükannemin dediği gibi; zencir-i saat ve rakkas 3 Nisan 1969 günü durdu. Hatırasını tazîz ediyor, minnet ve rahmetle anıyorum. Yüce Allah (CC)’tan onu sevdikleriyle cennetinde kavuşturmasını niyâz ediyorum.

*** Deyimin Hikâyesi:

İnce yoğun bir imiş, hay vah ömrüm çürümüş!

İki komşu kadın, kocalarına birer börk örmeye karar vermişler.  Kadınların biri yünü özenle taramış, kırk burundan yani; özen göstererek  yünün en güzel yerinden eğirmiş, ince şişlerle, bembeyaz, güzel bir börk örmüş. Bunun için de uğraşmış, emek vermiş. Diğer kadın ise, kabaca taradığı çöpürlü yünü kalın eğirmiş, kirli beyaz renkte kaba bir börk örmüş. Her ikisinin de kocası börklerini giymişler. Bu adamlar, sabah işlerine giderlerken, börkü itinalı yapan kadın, kapıda durup beklemiş. Karşıdan gelen birine; "Giden iki adamın börkleri nasıl?" diye sormuş. Adam; "İkisi de beyaz börklüydü" demiş. Bu cevap karşısında, kendi emeklerinin fark edilememiş olduğunu görerek hayıflanmış, üzüntüsünü şöyle ve şu misali dile getirmiş:

"İnce yoğun bir imiş, hay vah ömrüm çürümüş!”

Kaynak: Müjgân Üçer