Sivas’ın tarihi ve kültürel zenginliklerinden biri olan Divriği Ulu Cami, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisiyle karşılaşıyor. Özellikle Japonya’dan çok sayıda turist Divriği Ulu Cami'yi ziyaret ediyor.

ZİYARETÇİLERİN DİVRİĞİ’DEKİ DENEYİMİ

Gün boyunca akın akın camiye gelen ziyaretçiler, sadece tarihi yapının eşsiz mimarisine hayran kalmıyor; aynı zamanda Divriği’nin yöresel lezzetlerini de tatma fırsatı buluyor. Divriği pilavı, halk arasında “şah pilavı” olarak bilinirken, doğal keçi peyniri de ziyaretçilerin ilgisini çeken tatlar arasında yer alıyor.

DİVRİĞİ ULU CAMİ’NİN TARİHİ VE ÖNEMİ

Divriği Ulu Cami’nin müezzini ve gönüllü mihmandarı Nail Ayan, eserin her detayına hâkimiyeti ve etkileyici hitabetiyle, ziyaretçilere bu nadide yapıyı büyük bir ustalıkla anlatıyor. Ayan’ın bilgileri sayesinde, ziyaretçiler sadece taş ve motiflerden ibaret olmayan, derin anlamlar taşıyan bu tarihi mirasın büyüsüne kapılıyor.

Nail Ayan, Divriği Ulu Camii’ni şu sözlerle anlatmaya başladı:

"1228 yılında Anadolu Selçukluları döneminde, onlara bağlı Mengücek Beyliği zamanında inşa edilmiştir. O dönemin Mengücek hükümdarı, Süleyman Şah’ın oğlu Ahmed Şah, cami bölümünün yapılmasını emretmiş; aynı tarihte eşi Turan Melek Hatun ise Darüşşifa bölümünün inşasını başlatmıştır.

Bu eser, birçok açıdan tek olma özelliğine sahiptir. Uzaktan bakıldığında yalnızca cami gibi görünse de, yakından incelendiğinde bir bölümünün şifahane olarak yapıldığı anlaşılır. Anadolu Selçukluları döneminde bitişik nizamda inşa edilmiş tek yapı olma özelliğini taşır. Ayrıca bir karı koca tarafından yaptırılmış tek eser olmasıyla da dikkat çeker.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın baş mimarı, Hulusi oğlu Ahlatlı Hürrem Şah’tır. Dünyada ve Türkiye’de imzasını taşıyan başka bir eseri bulunmamaktadır; bu yapı onun bilinen ilk ve tek meslek eseridir.

Değerli misafirler, eserimiz 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Türkiye’deki anıtsal yapılar arasında eşsiz bir yere sahiptir.

BU ESERİN ÖZELLİKLERİ

Bu eşsiz yapının akılda tutulması gereken iki temel özelliği vardır:

Birincisi, gerek kapılarında gerekse iç mekândaki tüm motiflerde, uzaktan bakıldığında tam bir simetri izlenimi oluşur. Ancak yakından incelendiğinde bu simetri yerini bilinçli bir asimetriye bırakır. Örneğin bir kapıyı gözünüzle ortadan ikiye ayırıp sağ taraftaki bir motifi sol taraftakiyle kıyasladığınızda, ilk bakışta aynı gibi görünürler. Fakat detaylara indiğinizde farklılıklar dikkat çeker.

İkincisi, bu eserde binlerce motif yer alır; ancak hiçbir motif ya da şekil bir başka yerde aynen tekrar etmez. Tıpkı insanların parmak izlerinin birbirini tutmaması gibi, bu motifler de tek ve benzersizdir. Bu durum, kâinattaki her varlığın biricikliğini temsil eder. Allah birdir, tektir; işte bu yapının baş mimarı Ahlatlı Hürrem Şah da bu ilkeye vurgu yapmak için hiçbir motifi bir yerde tekrar ettirmemiştir. Bu durum, kâinattaki varlıkların tekliğinden yola çıkılarak tasarlanmıştır. Allah birdir, tektir. Allah’ın tekliğine ve birliğine vurgu yapmak adına, baş mimar Ahlatlı Hürrem Şah, hiçbir şekli ve motifi yapının başka bir yerinde tekrar ettirmemiştir."

CAMİNİN İÇ YAPISI VE TONOZLAR

Ayan, Caminin iç kısmını anlatırken şu ifadeleri kullandı:

"Caminin ortasında bir aydınlatma fenerli kubbe yer alır. Yapıda toplam 23 tonoz bulunmaktadır. Tavan bölümlerinin doğu kısmındaki ve orta cephedeki çoğu tonoz, orijinal hâlini korumaktadır ve her biri farklı bir geometrik desen ve mimari anlayışla işlenmiştir. Batı kısmındaki tonozlar ise Osmanlı döneminde yıkılmış, daha sonra onarılmıştır.

Bu 23 tonoz, 16 sütun üzerine oturtulmuştur. Sütunlardan 7 tanesi orijinaldir. İnce sütunlar ve sütun başlıklarının tamamı birbirinden farklıdır. Kalın olan sütunlar ise Kanûnî Sultan Süleyman döneminde, Mimar Sinan ve ekibi tarafından mantolama yöntemiyle güçlendirilmiştir. Böylece caminin batıya doğru kayması önlenmiş, orijinal sütunlar içeride korunmuştur.

SANDIKLAR VE DEMİROKSİT BOYALARI

Bu bölümde ayrıca üç adet sandık bulunmaktadır:

Birinci ve ikinci sandıklar: Emanet sandıklarıdır. Çarşı halkı, memleketten ayrılırken, bahçesine giderken, hacca veya umreye giderken ziynet eşyalarını ve değerli takılarını buraya bırakır; dönüşte ise el değmemiş hâlde geri alırdı.

Üçüncü sandık: Zekât ve sadaka sandığıdır. Sadaka vermeye gücü yeten kişi, sadakasını buraya bırakır; ihtiyacı olan ise sadece ihtiyacı kadarını alırdı. Böylece fakirin gururu korunur, veren el alan eli görmezdi.

Ayrıca burada görülen kırmızı süslemeler, bölgenin demir madeni açısından zengin olmasından ötürü, demirin özünden elde edilen demiroksit boyaları ile yapılmış kalem işleridir. Bunun en dikkat çekici örneklerinden biri, şu anda gördüğünüz mızrak ve meşale motifleridir. Mızrak gücü, meşale ise ilmi temsil eder. Bu kapıdan giren cemaat, ister güçlü olsun ister ilim sahibi, tüm unvan ve üstünlüklerini burada bırakır. Camiye adım attıktan sonra herkes eşittir."

CAMİNİN KAPILARI VE ÖZELLİKLERİ

Ayan, Caminin kapılarını anlatırken cennet kapı olarak bilinen kapıya dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı:

"Eserimizde toplam dört kapı bulunur. Bunların üçü cami kısmına aittir. Şu anda karşınızda gördüğünüz kapı ise Şifahane Taç Kapısıdır. Bu kapının süslemeleri arasında dikkat çeken önemli bir detay vardır: Üzerinde 22 adet beşgen yıldız yer alır. Yukarıda gördüğünüz bu beşgen yıldızlar, Selçuklu yıldızı motifinin özel bir yorumudur.

Peki neden 22 adet? Bu sayının, Peygamber Efendimiz (Aleyhissalâtü Vesselâm) ile ilişkilendirilen sembolik bir anlamı vardır.

Ayrıca, kapının üst kısmında deniz yıldızı motifi dikkat çeker. Bu motifin hemen altında, sekizgen bir silindirik kaide bulunur. Rivayetlere göre bu kaide, 1939 Erzincan depremine kadar dönme özelliğine sahipti. Deprem sırasında döndüğü fark edilmiş, ardından yapılan titiz restorasyon çalışmalarıyla tekrar 360 derece dönebilir hâle getirilmiştir. Hâlen her iki yöne de dönebilmektedir. Birazdan cami kısmında göreceğimiz iki örnekte de bu detay karşımıza çıkacak. Kapının süslemeleri arasında yer alan mühürler, Mühr-ü Süleyman motifidir. Bu mühür, Hz. Süleyman’ı simgelerken etrafındaki geniş çerçeve ise İslamiyet’i temsil eder.

Kapının kitabesinde şu ifadeler yer alır:
“Allah’ın rahmetine muhtaç, aciz ve zayıf kul Fahreddin Dehnan’ın eşi, Turan Melek Hatun tarafından bu şifahane 626 Hicrî yılında yaptırılmıştır."

ŞİFAHANE İÇ MEKÂNI VE KUBBE

İç mekân, ortasında aydınlatma sağlayan fenerli bir kubbeye sahiptir. Bu kubbe, dört ana sütun üzerine oturtulmuştur. Sütunlardan ikisi sekizgen formdadır. Sekizgen sütun başlıklarının dört köşesinde “Allah”, diğer dört köşesinde ise “Muhammed” yazılıdır. Diğer dairesel sütunlar ise geometrik şekillerle süslenmiştir.

Sivas'ta Kış Öncesi Son Demler
Sivas'ta Kış Öncesi Son Demler
İçeriği Görüntüle

Şifahane, genel olarak tüm hastalıkların tedavisine hizmet etmiş olsa da, esas olarak akıl ve ruh hastalıklarının tedavisinde kullanılmıştır. Malumunuz, o dönemlerde dünyanın birçok yerinde akıl ve ruh hastalığına yakalanan insanlar zincire vurulur, hatta “cin veya şeytan girmiş” denilerek öldürülürdü. Ancak ecdadımız, böyle bir şifahane yaparak bu kişileri tedavi etmeyi amaçlamıştır.

BÜYÜK EYVAN VE AKUSTİK ÖZELLİKLER

İçinde bulunduğumuz mekânın adı Büyük Eyvandır. Burası, akustik özellikleri nedeniyle adeta bir sahne gibi tasarlanmıştır. Sesin yankı ve tını özellikleri özenle ayarlanmıştır. Burada Kur’ân-ı Kerim okunur, özellikle “şifa ayetleri” seslendirilirdi. Ayrıca tasavvuf musikisi icra edilir, ilahiler söylenirdi.

Ortada yer alan havuzdan akan suyun sesi, kubbenin ve mekânın akustiğiyle birleşerek hastalara huzur verirdi. Böylece hem su sesi hem de ilahi/müzik ile bir ses terapisi uygulanmış olurdu.

CENNET KAPI (CÜMLE KAPI) VE MOTİFLERİ

Şimdi eserimizin en ihtişamlı, en heybetli kapısına gelmiş bulunuyoruz. Tüm kapılar birbirinden güzeldir; ancak bu kapı, mimari ve süsleme bakımından diğerlerinden ayrılır.

Kaleye baktığı için Kale Kapı, kuzeye yöneldiği için Kuzey Taç Kapı, cemaatin giriş kapısı olarak kullanıldığı için Cümle Kapı, kıble yönünü tam karşıladığı için ise Kıble Kapı olarak adlandırılır. Ancak en çok bilinen adı Cennet Kapıdır.

Bu kapının süslemeleri adeta bir cennet bahçesini andırır. Üzerinde minyatür bahçe düzenlemeleri ile cennet ve cennetin katmanları betimlenmiştir. Kuzey kısmında sekizgen yıldız motifleri, bazı bölümlerde ağaç figürleri, dış kısmında ise yarım yıldızlar yer alır. Kapının etrafını çevreleyen yaklaşık 300 adet sekizgen yıldız motifinin göbek noktaları, birbirini asla tekrar etmez.

Kapının yan bordüründe “Sultanın egemenliği ve adaleti sonsuz olsun” ifadesi yazılıdır. Simetri aksında ise Ayet-el Kürsî yer alır. En altta “Hayat Hali” motifi bulunur; bunun üzerinde güneş kursu motifi vardır ki güneş burada sonsuzluğu simgeler.

Daha yukarıda, vazodan çıkan sarmaşık figürleri ve üç boyutlu işlenmiş devasa lotus yaprağı göze çarpar. Lotus çiçeğinin tepecik noktasında “Alâeddin Keykubad” ismi işlenmiştir. Ayrıca kapıda, günümüz kadın takılarında gördüğümüz gerdanlık ve kolye motifleri de yer alır. Normalde bunları kuyumcularda görmemiz gerekirken, baş mimar bunları taş üzerine ustalıkla işlemiş ve sergilemiştir.

Kapının alt kısmında, altında ateş yanan kazan motifleri göze çarpar. Bu, Selçuklu sanatında bolluk ve bereketin sembolü olarak “kazan kaynıyor” anlamında kullanılır. Ancak burada farklı bir anlam daha taşır: Kapının tamamında cennet tasvirleri yer aldığına göre, cehennemin de anlatılması gerekir. İşte bu kazanlar, cehennemi temsil etmek üzere işlenmiştir.

Kazanların üzerinde yükselen sütunlar ise tamamen boş bırakılmıştır. Bunun nedeni, ustanın şu mesajıdır:
“Cennet güzelliklerle doludur, ama cehennem boştur. İnsan, güzellikleri hak etmek için çaba göstermelidir." Dedi.

Muhabir: Melih Gezegen