Aynen öyle oldu. Müslüman toplumlar, daha İslam’ın 2. asrının başlarında İmam Azam Ebû Hanife ’nin –Kur’an ve Sahih Sünnet’ten ilham alarak Müslümanların önüne açtığı akıl (re’y) yolunu, güzel ve yararlı çözüm üretme (istihsan) yöntemini bırakıp, İmam Şâfiî ’nin başını çektiği dogmatizm yolunda yürümeye ve zaman ilerledikçe tarihte donmaya başladılar. Ve İslam ümmeti, Şâfiî nasçılığı ile Eş‘arî cebirciliği (kaderciliği) üzerine programlanan Nizamiye medreselerinin kurulmasıyla “tatile girdi” , benim Fukiyama’dan ödünç aldığım meşhur tabirle “632 tarihin sonu” dedi. Bunun zorunlu sonucu olarak, gerek fikrî gerekse teknik alanda saplantı derecesinde bir yenilik (bid‘at) korkusu tarihimizi, kültürümüzü kuşattı ve bunların tesiriyle zihnimizi geçmişe kilitledi. Şâyegân’ın dediği gibi “yenilik yapmaktan korkup, başkalarına karşı edilginleşince, başkalarının eline kalınır. Kaçınılmaz olarak başımıza gelen de bu oldu.” Bizden önce yenileşme sürecine girmiş ve yeniliğin nimetleriyle zenginleşip güçlenmiş olanlar, –bizler farkında olalım veya olmayalım- en az yüz elli yıldır bizi istedikleri gibi evirip çeviriyor, gerek gördüklerinde bizi birbirimize öldürtüyor, üzerimize projeler üretiyorlar. Ama asıl sorunumuz başka; asıl sorunumuz, beden olarak bu çağda, zihin ve ruh olarak bin yıl öncesinde yaşıyor olmamızdır. *** Kendi irademizle adım adım yenileşmeyince dışarıdan dayatılarak “yenileştirilmekte” olduğumuz için, sağlıklı ilerlemenin; –mesela- çağdaş, kültürümüzle barışık, estetik ve huzurlu kentleşme, bilimsel şartlara uygun binalar yapma gibi yeniliklerin tedbirlerini adım adım alma alışkanlığını da kazanamadık. Kendi irademizle bilinçli yenileşmeyince, “dünya” kavramını da yanlış anladık, yanlış yaşadık. Buna paralel olarak ahlakımızı da dindarlığımızı da hoyratlaştırdık. Peygamberinin dilinden “rahmet dini” diye nitelenen İslam’ı, onun mensupları için zahmet dini gibi algıladık. Özellikle 1999 sonrasında bütün ilgili bilim insanlarının yırtınmalarına rağmen Millet ve Devlet olarak küçük hesaplarımızı aklın ve bilimin ikazlarına tercih ettik. “Sabır, takdir, tevekkül, rıza” gibi –hepsi de yerinde, makamında ve zamanında anlatılıp yaşandığında teselli, rahmet ve huzur getiren- dinî erdemleri, vicdanlarını hırslarına esir etmiş soyguncuların, talancıların berat belgeleri yaptık.