Dünya, iki kapılı devasa bir han… İnsanlık, içinde kocaman bir aile… Hepimiz Âdem ile Havva'nın çocuklarıyız… Yani ki kardeşiz… Yeryüzü, gökyüzü, bitkiler, denizler… Ve daha neler neler… Herkese yetecek kadar ve hatta daha fazlasıyla mevcut… İnsanların dünya üzerinde barış ve huzur içinde birlikte yaşamasını gerektirecek o kadar ortak değer var ki… Ancak nedendir bilinmez insanlar bu güzellikleri görmeme hususunda ısrar ediyorlar.  Bu sebepledir ki iyi ile kötünün mücadelesi ilk insandan beri kesintisiz devam ediyor… Beraberlik ile ayrıştırma, yapma ile yıkma, aydınlık ile karanlık… Kısacası hak ile batıl mücadelesi…
     Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat-13) ilahî mesajı bize niçin farklı milletlerin ve toplulukların olduğunu ortaya koyarken;  Peygamberimiz(s.a.s.) bir hadislerinde Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem ise topraktan yaratılmıştır...” diye buyururken biz nedendir bilinmez milliyetimizi farklılık ve üstünlük aracı olarak görmeye çalışıyoruz. Bu bakış açısı dolayısıyla da kin ve nefret duyguları artıyor… Saygı, sevgi, hoşgörü, merhamet ekseninde beraberce huzur içinde yaşamak varken insanlığın kendisini çıkmazlara sokmasının kime ne faydası var hiç bilemiyorum…
       Müslümanların bile kendi içlerinde birlik ve beraberliği sağlayamamaları meselenin bir başka ve trajik boyutu… Geçmişte Filistin, Bosna, Çeçenistan… Günümüzde Afganistan, Doğu Türkistan, Suriye, Irak, Mısır, Yemen… Müslümanlar her yerde paramparça ve zulüm altında… Herkes kendi derdine düşmüş… Sanki Hep birlikte Allah`ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz… ”(Âli İmrân-103) ayeti bizlere hitap etmiyor… Müslüman, Müslümanın derdini, sıkıntısı görüp derman olamıyor…
     Amerika'da çok sayıda millet kendisini Amerikalı görebiliyorken, Avrupa Birliği bünyesinden pek çok millet aynı gaye doğrultusunda kenetlenebiliyorken, bizler Osmanlı gibi bir medeniyeti göz ardı edip hâlâ Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Şii- Hanefi, Arap-Acem gibi suni gündemlerle meşgul oluyoruz… Netice ise ortada… Bela ve musibetler başımızdan hiç eksik olmuyor…
      Yalanın, yıkmanın, yakmanın, öldürmenin, nefret ettirmenin bizim kültürümüzde asla ve asla yeri yoktur. Bizim medeniyetimiz yıkmanın değil yapmanın, öldürmenin değil yaşatmanın, nefret ettirmenin değil müjdelemenin vücut bulduğu ilkelerle doludur… Peygamber Efendimizin (s.a.s.)  Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” mesajı bizim hayata ve insanlara bakış açımızı belirlemelidir… Yine Sezai Karakoç üstadımızın; "Müslüman! İslami öylesine canlı ve diri yasa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin!"   sözü düsturumuz olmalıdır…
       Dünya üzerinde, özellikle Müslüman coğrafyalarda görülen bunca kötü tablo karşısında bu durumu düzeltmek, insanlığın birlik ve beraberlik içinde yaşamasına vesile olmak adına Diyanet İşleri Başkanlığının, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” temasını işlemesi oldukça anlamlıydı. Hafta boyunca okullarda, camilerde, salonlarda ve hatta meydanlarda düzenlenen seminerlerin, konferansların, yayınların, programların, toplantıların Peygamber Efendimizin (s.a.s.) ve mesajlarının daha iyi tanınmasına ve anlaşılmasına vesile olacağını umuyor ve arzuluyoruz. Pek çok kuruluşun bir araya gelme erdemini göstererek ve büyük bir titizlikle hazırladıkları faaliyetleri takdirle karşılıyoruz… Nitekim bu vesile ile camiler, okullar, millî eğitim müdürlükleri, müftülükler, dernekler, vakıflar, belediyeler aynı çatı altında buluştular ve ortak programlar yaptılar…
        Belirli günler ve haftalarda olduğu gibi hayatın her aşamasında millî ve manevî değerleri hep canlı ve diri tutmak, birlikte yaşama ahlakını daha da geliştirmek için yine bu kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Yapılan çalışmalar ve faaliyetler ise bu hususta bizleri ümitlendirmektedir…
       Netice-i kelam; Allah'a emanetliğimizin yanında bir de Dünya bize, biz birbirimize emanetiz.” Başka çıkar yolumuz da yok… Zira diğer bütün yollar çıkmaz sokak…
       Ne diyordu Cemil Meriç; "Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız, bizden âlâ akraba mı olur?"