Bir kaç gündür davetsiz misafirimizdi...
Bu yeni de değil, birkaç kez oldu; bizim eve sığınmaları kendi bilecekleri iş, ama ne yazık ki kapıda köpek tutacak imkânımız yok... Suyunu, yalını ihmal etmedi ev halkı, doğrusu ben hiç ilgilenmedim...
Bugün kapı dövüldü, mahallenin çocukları "Köpek balkona çıktı" dediler. Eh artık, misafirliği de çıkmış olmalı... Gittim, orta kıyım bir köpek, av köpeğine benzeyen tarafları baskın bir kırma... Önce su verdim, yanmıştı; hırpalanmış gibiydi, boynuna bir de ip bağlamışlar... Evdeki çorbaya ekmek banıp götürdüm... Kökten çareyi belediyeye haber vermekte buldum.
Eskisi gibi itlaf yokmuş, olsaydı başka çözümler arayacaktım... Çünkü acısını unutamadığım olaylardan biri adını “Çeko” koyduğum köpeğimin, na-hak yere itlafıydı. Çok zaman geçti ama şikayet edene, yol gösterene, vurana olan öfkem dinmedi… Benim öfkem belki geçer, o köpek davasından vazgeçer mi bilmem…
"Köpek sığınağı" varmış, iyi ki varmış...
İki genç görevli arabalarıyla geldi götürdüler ama o korktu ve ağladı, sesi neredeyse bir bebeğin sesiydi…
Oysa bir su verdim, bir ekmek...
Hepsi bu kadar...
Belediyelerin böyle hizmetler yapması güzel ve şart…
İnsanoğlu her tarafı işgal ederken, diğer canlıların yaşam Allanları o kadar daraldı ki…
Benim bir teklifim var mesela, göçmenliği göze alamayan serçe milletinin soyu da tehlike altındadır… Kuş Saray’lı evler yapamasanız da, serçe küçüktür, ona uygun bir proje gerçekleştirebilirsiniz. Uygun yerlere ve ağaçlara küçük kuş yuvaları filan…
Naif mi geldi?
Olabilir, kaba olmasın yeter ki ve yeter ki kentin hâkim sınıfı ve seçkinleri “O kadar derdin arasında şunun söylediğine bak!” demesinler…
O dertlerin çoğu palavra çünkü…