İslamcılığımızın amelî yanı daima kuşatma altındadır ama itikâtte tüm İslamcı ekollerin düzgün olduğu varsayılabilir… Eylem zahirdir; İslamcılık, ”varmak üzere olan bir ideolojik kehanet yahut bilimsel öndeyi” ile örtüştürüldükçe kademe kademe iddialarından koparak bir “take off” noktası bekleyen modern mistisizmlere dönüşür. Mistisizm daima elverişli bir dil sunar ama batınına “eleştirel-maddecilik”i yerleştirdiği için geçmişin tekke uygulaması ile en ufak benzerliği yoktur. Gelenekçi-selefi vb. kategoriler içindeki tartışmalar, eskinin tekrarı bile olamayacak derecede sığlaşmış bir kabile-cemaat asabiyyeti içerisinde yürütülmektedir. Başımıza gelen bütün olumsuzlukların sebebinin İslam’ı yaşamamak olduğu konusunda herkes hem-fikirdir, nasıl yaşanacağı konusunda ise rivayetler muhteliftir.
Bir salon dolusu hayrana sahip her İslamcı aydın, hoca vs. asosyaldir ve taraftarlarını da asosyalleştirmektedir. Asosyal olmadan, vicdanlar rahatlayamaz çünkü… Radikal sözler söylemediğim gibi, söylememeye de çalışıyorum. Salon İslamcılığına gönül veren, cahil halka karşı burnu havada, daima eleştirel bakarak imtiyaz edinmeye çalışanların kendilerini salon dışı tutmaları en azından konjonktüre uymaz. “İslamcılar!” diye ünleyerek başlamak, son günlerde moda ve modanın başını çekenlerin İslamcı bilinmek istemeyenler olması da şaşırtıcı değil… İslamcılık akan, kayan, bazen sapan ama kaybolması da mümkün olmayan bir ideolojidir; doğuş şartları sürdüğü müddetçe sürecektir, yani İslam, modern uygarlığın kuşatması altında yaşandığı müddetçe...
İslamcılığı ideoloji ama çağdaş ideolojilerden farklı olarak modernizme değil, İslam’ın dünya görüşüne bağımlı bir değişken olarak saymamızın mahzurlu olacağını düşünmüyorum; sosyolojik terminolojiyi işine geldiği kadarınca kullanmak bazen ikiyüzlülük olarak gözükmektedir. Çünkü bu terminoloji, sanayi toplumunun ve modern uygarlığın analizini içinde taşır; İslam toplumlarını sanayileşme ve modern uygarlık dışında değerlendirmek ise mümkün değildir.
Kapitalizme ekonomi-politiğin eleştirisiyle kafa tutmak, özünde yabancılaşmayı beraberinde getirmiştir… “İslamcılar, siyasi güce erdiğinde, insanlara tüm dünyada örnek gösterilecek bir yenilik kazandıramadılar!” ifadesi, bir özeleştiri değil; farklı bir salon eleştirisidir. Kendilerini İslamcı olarak tanımlamaktan imtina eden ve laikçilerle aynı söylemi ve pek güzel bir şekilde paylaşanların kullandığı bu salon dili, Müslümanlardan yana olamayacak kadar ecnebî bir dildir. Kur’an, hadis, kelam kendi tezlerine yetecek miktarda elbette işin içindedir.
Mevcut mülkiyet sisteminde ve mevcut anayasanın “Sosyal Devlet” ilkesine sadık kalarak da çok güzel işler yapılabilir.  Böyle bir şeyin gerçekleşmediği iddiasını “Siyasal İslamın İflası”na dayanak yapmak kabaca bir ölçümdür. İslamî işler yapılmasına ayrıca hacet yok; tabanın ehl-i kıble oluşu, batılıları da, içteki muhalefet söylemlerini de rahatsız etmeye yetmektedir. İslamcılıkla iktidarı özdeşleştirerek geliştirilen bu söylem, ehl-i kıble tabanın iktidara yakın durmasını sağlayan tercihlerde bulunmasını pekiştirmektedir. İslamî aidiyetlerimizi referans olarak kullanarak atılan her adımın batılı formatlar içerisine sığıştırılan muhafazakâr yahut dindar gibi kavramlarla izahı: Komünistlerin kendilerine oyun sahası açmak için sosyal demokratlığa tenzillerine benzemektedir… “Benzememeliydi…” demek ve derhal tarihe kaçmak mümkündür;  hayıflanmanın ötesine geçemez… Eldeki malzemenin doğurduğu sonuç budur; bu sonuçtan dünün İslamcısı bugünün ise “İslamcı eleştirmeni” kesilenler de vareste değildir… “Odak” haline gelen cemaatimsi yapılaşmanın salonları ve salon cemaatleri farklıdır, kolayca verilecek örneklerle eleştirdikleri her tavrın kendilerinde de ziyadesiyle bulunduğu aşikârdır. İktidara müşterek mazileri itibariyle daha yakın duran İslamcılarla girdikleri siyasi hesaplaşma ise ehl-i kıble tabana toslayacaktır.
Örneğini daha önceleri de gördüğümüz “Siyasal İslamın İflası”na dair tezler, “İslamcılık”ın müflis bir ideoloji gibi değerlendirilmesi, yerli bir duruş ve içeriden bir eleştiriden çok, içte gayr-ı islamî temayüllerle, dışta İslam düşmanı fanatiklerle örtüşmektedir. İslamcı olmak, konjonktürle, siyasetle, iktidarlarla alakalı bir tercih olmadığı gibi; siyasî konjonktürle de iflas etmez. Bugün İslamcılığın iflas ettiğini ilan edenlerin, derin bir şekilde bir dönemin “laikopatlar”ıyla saf tutmaları şu günler içinde ibretlik bir manzaradır…
Manzara, bir kez daha iflası ilan edilen “Siyasal İslam”ın yerine yeni bir siyaset ikame etmenin gayretkeşliğinden ibarettir. Buna benzer bir süreç, 28 Şubat’ta da yaşanmıştır. Aynı gayretkeşler, o dönemin iktidarını “Siyasal İslam” olarak nitelendirilirken Milli Görüş hareketine uzak olduklarını ispat için de yırtınmışlardır. O günlerde de düşman ilan edilen  “Siyasal İslam”la, özellikle güzide “laikopatlar”ımızın çıplak gözle görebileceği bir mesafe koymuşlar, mesafeyi tescil için poz poz resimler çektirmişlerdir.