Mevcut iktidar “Siyasal İslam” iddiasıyla ortaya çıkmamıştır, bu yüzden herhangi bir hayal kırıklığı söz konusu edilmemelidir. Beni hayal kırıklığına değil ama üzüntüye sevk eden tek şey iktidar kadroları içerisinde yer alan İslamcıların mazilerine, davalarına ve halka karşı nisbî yabancılaşmalarıdır; pekçoğu dostlarının telefonlarına bile çıkmaz/çıkamaz olmuşlardır. Aslında, kitle partisine dönüşen bir on yıllık siyasî duruş, bütüncül olarak modernite karşısında tezler geliştirmenin değil, modernite ile beraber yaşamanın siyasetidir. Sebep ve sonuç bağı böyle kurulduğunda, “Salon İslamcılığı” bugün ortaya çıkan bir şey değil; bugünün “politik duruş”larını da etkileyen bir oluşum gibi gözükür. Şu an İslamcılığa eleştiri yönelten kesimlerin ve isimlerin rahatsızlıklarının kaynağı, bizzat İslamcılık değil; mevcut “politik duruş”tan kendi cemaatimsi örgütleri adına hoşnut olmayışlarıdır. Dış etkilerin varlığı konusunda tereddüdüm yoktur ama bunlar, ölçülmesi mümkün olmayan kapalı bir mahiyet taşımaktadırlar. İttifaklarına ve taraftarlarına bakıldığında, “siyasal islamın iflası” tezi üzerinden yeni bir “Salon İslamcılığı” dizayn edilmektedir. Görünen o ki, “Salon İslamcılığı” ehl-i kıble tabanının hilafına ve “hainlik” olarak değerlendirilmelere bile açık stratejiler geliştirebilmektedir.
Bilinçli bir şekilde tarihsizleştirilerek bağlamından koparılması ve saptırılması konuyu sulandırmaktadır ama mevcut iktidara muhalif ve oldukça ateşli bir “politik duruş” konusudur. Kendi örgütlerinin tarihinden bile kopuk bu duruş, cumhurbaşkanı adaylığı konusunda netlik kazanmıştır. Bu esnada “İslamcılık”ı yerden yere vuran ve “Siyasal İslamın İflası”nı gündemine alan yazarların, düşünürlerin(!) stratejik konumlarının, taktik bir “konuşlandırma” olduğu da netlik kazanmaktadır. Muhtemeldir ki, cumhurbaşkanı seçiminden sonra “Çatı Cephesi” biçiminde yürütülen hareket, müşterek marka bulmakta zorluk çeken İslamcılık muhalifi örgütlerin kitleleşmesi ve halka arzı ile sonuçlanır. İslamiyet’le ilişkileri marjinalleşirken, politik kudretleri artabilir; İslamsız-İslamcılık şimdilik kulağa hoş gelmiyor ama olmayacak şey de değil. Gerekçeleri ise Türkiye’nin çok kötü günler yaşadığı için böyle bir üstün “siyasi tavır ve diplomatik dil”e duyulan ihtiyaç olacaktır. Oysa biz çok daha kötü günler görmüştük; “daha önceleri neredeydiniz?” diye sorulmaz mı?
Bence İslamcılığın iflası tezine sarılanların -meta-fizik âlemlerden aldığı haberleri malumumuz olmadığı için katmazsak- takıyye kuturlarının dünyevî alan uğruna genişlemesini müşahede etmekteyiz. Dünyevî alanda açık tarafları değil, kapalı tarafları Müslümanlık olan İslamcılık/İslamcılıklar şimdiden sadece bizde değil, tüm Ortadoğu’da önemli siyasi aktörlüğe adaydırlar. Bizdekiler kendilerini “Siyasî aktör” rolüne fena kaptırdılar ama her hareketleri ve sözleri figüratif şahsiyet olduklarını pekiştiriyor.
“Salon İslamcılığı”nın artık yeni çeşitlerinden söz edebiliriz. Yakın zamana kadar İslamcılarla ve İslamcılıkla bu kadar derin uyuşmazlığı olduğunu fark edemediğimiz örgüt ve grupların tavrını bu çeşitlenmenin bir türü olarak değerlendirebiliriz. Bu kesimlerin bir zamanlar, tercihlerinden dolayı “Bu halk adam olmaz!” diyenlerle geliştirdikleri düet, bence testinin içindekini sızdırmasından ibarettir.  Ehl-i kıble tabanın ise sakin olduğunu düşünüyorum.