Bu tarafta Salman Bey baktı ki ceylan gözlü, ibrişim telli, dudu dilli Gevher Hanım, avcı vurmuş yaralı keklik gibi yerde yatır. Salman, gökçek yârinin güzel başını dizlerinin üstüne koyup ağlamaya, ah ü zar çekmeğe başladı. Tabi Gevher Hanım´ın vurulduğundan herkesin haberi oldu. Hemen o zaman hekimi takım taklavatını kapıp Salman Bey´in çadırına koştu geldi. Geldi ki, ne gelsin, nazlı Gevher, al kanlar içinde Salman Bey´in kucağında çırpınıp duruyor.
-Aman şehzadem hayrola, dedi.
-Ey Hekim Baba! Dinle söyleyeyim.
Salman Bey orada hekime ne dedi, Hekim ne dinledi? Men vekâleten okuyayım, dinleyenlerin sağlığına. Her zaman devranımız şad olsun inşallah.
Bozuldu gül soldu gülşen bağları
İhtiyarım elden gedir bil hekim
Sebep senden olsun ilaç Allah´tan
Müşgüldeyem imdadıma gel hekim
 
Mana zulüm etti hicranın şahı
Siteminin hadden aşıf kütahı
Sızlayıf zâr çeker yaralı ahu
İlaç eyle derde çare kıl hekim
 
Salman ´am ağlaram men yana yana
Ela gözlüm belend oluf al kana
Hiç kimse düşmesin men düşen güne
Yetmez Hızır sıkışmamış kul hekim
Hekim bunu duyunca kafasını yere eğdi, derin derin düşündü. Hekimin, çare bulmadığı hastalık, iyileştiremediği yara yoktu. İlaç çantası, aletleri yanındaydı, derhal tedaviye başladı. Gevher´in yarasını açıp baktı ki, ne baksın, okun ucundaki zehir vücuda yayılmağa başlamış. Bir, gözü-yaşlı Salman´ın yüzüne baktı; bir bağrı taşlı Gevher´in yüzüne baktı. Öz özüne; ?Niye kıydın bu iki civana ey felek!? deyip o da gözyaşı dökmeğe başladı.Hekimin ağladığını gören Gevher, dudaklarının iki yanından sızan kanları silmelerini söyledi. Sonra arkasına yastıklar koydurttu. Bütün kuvvetini toplayıf inlemeğe başladı:
Hekimin bileğinden tuttu.
-Hekim, dedi. Men söyleyeceklerimi sana söyleyim tedavimi öyle yap.
Aldı Gevher Hanım:
El çek tabib el çek dertli sinemden
Acel kasti imtihana gelifti
Eflâtun sağ değil Lokman yerişmez
Menim işim ol Huda´ya kalıftı
Almayanı
Kızarır alma yanı
Nece kabre koyarlar
Muradın almayanı
Hekim;
-Kızım doğrudur, görünüşte tehlikeli yerine ok değmiş, ama iç aletlerine hiç dokunmamış. Biraz tahammül etsen seni kurtararam, dedi.
Gevher Hanım:
-Dinle hekim dinle, dedi ikinci kıtayı da şöyle okudu.
Dünyada bulunmaz derdim ilacı
Sızlayıf zâr çeker hasret möhtacı
Azrayil çengeli zehirden acı
Felek meni dâr-ı cenge salıftı
 
Aşıgam bahtı kem
Bağbanı kem bahtı kem
Men feleğe n´eyledim
Felek mana bahtı kem
 
Gevher terk eyliyer bu saltanatı
Gelipti karşıma ecel beratı
?Teslim eyle? diyer ?Ver emanatı?
Tarih doluf vade tekmil oluftu.
Güzel ağlar
Gözleri güzel ağlar
Menim anam ağlasın
Ağlarsa güzel ağlar
Hekim, tedaviden vazgeçti. Yalnız acıyı dindirecek ilâçlarlar verdi. O zamana kadar şehere haber gitmişti. Alihan Vezir, karısı ve ileri gelenler, saray hekimleri hep yaylağa geldiler. Gördüler ki Gevher´in hali hal değil, bu dünyada kalası yoktur. ?Dünyaya gelen, gider; baki kalası yoktur.? demişler. Gevher, başına toplananlardan kendini saraya, ilk gelin olduğu odasına götürmelerini istedi. Hemen, sedye kurulup Gevher Hanım´ı üstüne yatırdılar, yavaş yavaş, incitmeden onu şehere, saraya getirdiler, yatağına yatırdılar.
Gevher Hanım;
-Artık ölsem de gam yemem, bu odada muradıma erdim, bu odada, dünyamı değiştirecem, dedi.
Salman Bey karşısında duruyordu. Dedi ki ona:
-Gel Salman Bey, yanıma yaklaş, menim sana birkaç sözüm var, onu söyleyim.
Salman Bey sandalyesini yaklaştırdı. Gevher Hanım´ın arkasına yastık koydu. Gevher hafif dikeldi. Dikeldikten sonra Salman Bey´e şu sözleri söyledi:
Aldı Gevher Hanım:
Gel seninlen helallaşak ayrılak
Men gedirem Nuh tufana sevdiğim
Bundan böyle bir nişanem görünmez
Hasret kaldım bu cihana sevdiğim
Koyunda kuzu menem
Ürehyde sızı menem
Haber yolla anama
Gülmemiş kızı menem
 
Aldı Salman Bey:
Senden ayrı bu cihanı n´eylerem
Koyma meni yana yana sevdiğim
Öleneten ataşiyin şemine
Dolanaram döne döne sevdiğim
Kargamışa
Kar yağar kar kamışa
Yüz min alkış neylesin
Bir felk kargamışa
 
Aldı Gevher Hanım:
Felek bizi koydu gönlü karalı
Kesildi kısmetim düştüm aralı
Lâçın vurmuş turna kimi yaralı
Belend oldum kızıl kana sevdiğim
Azrail ezdi meni
Arayıf gezdi meni
Men muradım almadım
Deftere yazdı meni
 
Aldı Salman Bey:
Can dayanmaz yârin dâd-figanına
İsterem kanımı katam kanına
Hûn-i bağrım dönüf zambur şanına
Men olmuşam senden fena sevdiğim
 
Günde men
Gölgede sen günde men
Yılda kurban bir olar
Sana kurban günde men
 
Aldı Gevher Hanım:
Gevher elin çekti fâni mekândan
Ayrılık kâmını almadım senden
Can cesetten çıkar uruf bedenden
Gel ağlıyarak yana yana sevdiğim
Sarı yardan
Su geler sarı yardan
Bu feleğe kaydadı(r)
Ayırar yârı yârdan
Böyle dedi. Gevher Hanım, hayata ebedi gözlerini kapadı. Bunu gören Salman Bey´in var azasına şiddet-i zelzele düştü, gibi titremeye başladı. Şunları okudu:
Budandı Salman ´ın hub pervazları
Bundan böyle bitmez acı sözleri
Seni bu heyetta gören gözleri
Kan yaş döker yüz min sene sevdiğim
Esti felek
Gönlümün kastı felek
Harda bir çadır kurdum
Kendisi kesti felek
Söz tamama yetişti. O gece, artık orda rahatlık olur mu, olmaz; yatılır mı, yatılmaz. Herkes sabaha kader ağladı sızladı.
Bir taraftan ebedi göç için tertibi görülmekte iken Salman Bey dirseklerini masaya dayamış, gamgin bir şekilde düşünüyordu. Azıcık gözüne uyku girmişti. Bir de uyandı baktı Gevher Hanım yoktur yatakta. Tabi almışlar, yıkamağa aşağıya götürmüşler. Kalktı odaları aradı dedi ki özü özüne; ?Belki rüya görmüşüm Gevher niye ölsün?? Çok severdi çünkü. Yok. Balkona çıktı, baktı ki aşağıda bunu yıkamışlar, kefenlemişler tabuta koymuşlar. Merdivenden aşağı indi. Tabutun üzerinde durdu ve bu sözleri okudu:
Aldı Salman Bey:
(Makamı: Guba Kerem )
Nevcivan yârimi aldın elimden
Sıdk ile hatrıma değdin ey felek
Bâr-butak açarken dal kametini
Hicran taftağiyle döydün ey felek
Beden ağlar
Burç düştü beden ağlar
Kırılan kafle menimdi
Özgeler neden ağlar
 
Sevdasına düştüm oduna yandım
Yüz min mihnetinen gülşene kondum
Ne o menden ne men ondan osandım
Niye kasteyledin kıydın ey felek.
Dağlar gezdim
Bahçeler bağlar gezdim
Bir gün şâd-kâm olmadım
Bahtıma ağlar gezdim
 
Salman ´am artırdın intizarımı
Yıktın yeksan ettin tarumarımı
Muradı gözünde civan yârimi
Hasret intizarlı koydun ey felek.
Kara bahtım
Ağ bahtım kara bahtım
Ya senin kür talihin
Ya menim kara bahtım
Efendim cemaat toplandı. Cenazeyi alıp yürüdüler kabristana. Musalla taşına koyup namazını kıldıktan sonra tabutu kabre götürdüler, tabutu açıp cesedi indirdiler kabre. Üzerini örtecekleri sırada Salman Bey rica etti, dedi ki:
-Hele o salı geri alın. Men bu latif cismi, şu toprağa emanet vereyim, ondan sonra üstünü örtün.
Salman Bey, orada bu şekil beş kıta ibareyi okudu.
Aldı Salman Bey:
(Makamı: Zarıncı )
Ey kabristan senden şikâyetim var
Kestin umudumun ışık yolunu
Allah emaneti verirem sana
Yaralı gönlümün gonca gülünü
Öz günüme
Çabamı çöz günüme
Düşesen elime felek
Seni asaram öz günüme
 
Seni tafşıraram Hakk´a bin sefer
Teselli cevaptan mana ver haber
Amber muylarına değmesin gubar
Hâke belend etme siyah telini
Güle damlar
Oturur gül adamlar
Koca bülbül kan ağlar
Gözyaşı güle damlar
 
Ricam budur sanden beyan be beyan
Koyma dokunmasın akreb ü çayan
O lâtif cismine vermeynen ziyan
Bozuf berbad etme hatt-ı halını
Ay da gitti
Günüm ah vayda gitti
Sadaktan ok boşaldı
Kolumunan yay da gitti
Nübüvvet meylini sen dönder hoşa
Makamı lâyıktır bağ-ı bihiş(t)e
Yarı menzil yolu yetmedi başa
Felek kara kesti ters yığvalını
Düşen yeri
Atlanıp düşen yeri
Gözyaşım od doludur
Yandırır düşen yeri
 
Bî-neva Salman ´ın gamgin sonası
Solmuyuf elinin elvan kınası
Âlemde kalmadı bir nişanesi
Dünyadan bî-murat çekti elini
Al yorganı
Üstü hal hal yorganı
Azrail canım alır
Üstümden al yorganı
Söz tamama yetişti. Mezarın üzerini kapattılar. Orada her bir dini tören yapıldıktan sonra cemaat döndü geldi. Kapıda bir başsağlığı verdikten sonra herkes evine gitti.
Salman Bey, Gevher Hanım gittikten sonra daha sarayda duramadı. Yaylaya gitti, çadırlara. Çadırlara kırk-elli metre kadar yanaştı. Orada durdu. Baktı ki çadırlar, sökülmekte, eşyalar yüklenmekte. Öz çadırına el sürmeyip kanlı yatağı öylece bırakmışlar. Gözleri eşini aradı. Gevher Hanım artık hiç yoktu. O zaman canına cismine bir ateş düşüp Kır Atın boynuna sarılıp şunları söyledi:
Aldı Salman Bey:
(Makamı: Sultanî )
Tebdil gördüm yârin viran yurdunu
Âh ü nalem arşa çıkıp ağlaram
Hasret intizarlı melül gözümden
Yaş yerine kanlar döküp ağlaram
Yar kan eyler
Su geler yar kan eyler
Menim müşkül günümü
İşiten yâr kan eyler
 
Hani cilve satıp nezaket kılan
Yüz bin işve naznan hatrımı alan
Üğ-be-üğ cismine salıpdı talan
Firakı sinemi yakıp ağlaram
Yâr kana
Yâr lebinen yâr kana
Nasıl vurulmuş sunayam
Belenmişem yar kana
 
Salman der sevdiğim nâ-murad olup
Akıp çeşmim yaşı yanar od olup
Gönlümün müştağı gözden yad olup
Yâr gezen yerlere bakıp ağlaram
Yara sızlar
Ok deyif yara sızlar
Yaralının derdinden
Ne biler yarasızlar
Bu söz tamama yetti. Salman Bey orada bir iki saat dolaştıktan sonra indi şehre. Gevher´siz dünya Salman Bey´e beş para gibi gözüküyor; hiç bir şeyden zevk almıyordu. Geceleri herkes yatağına çekilirken, o sabaha kadar, Has Bahçe´de gezinip şafak sökerken de doğruca Gevher´in mezarı başına gidip ağlar sızlardı. Akşamları da kır atına binip yaylaya giderdi. Yaylada bütün çadırlar sökülmüştü, birce tek Gevher´in çadırına dokunulmamıştı. Salman´ın isteği üzerine nöbetçiler çadırı beklerdi. Salman Bey, akşamüstü çadırı ziyaret edip saraya geri dönerdi. Alihan Vezir, oğlunu bu ıstırap deryasından kurtarmak için çok uğraştı; hekimler, müneccimler, âlimler getirttiyse de bir fayda vermedi.
Günlerden bir gün şehrin gelinlik kızları gelinleri bağa bahçeye gezmeye gittiler. Salman Bey´e rastladılar. Salman Bey de böyle bir taraftan gelir. Baktı ki Salman Bey, bunlar dağınık vaziyette gelirler. Gevher Hanım, sağlığında bunları tertiple götürür getirirdi. Salman Bey, orda bir taşın üzerinde oturdu. Bakalım orada gelen kızlara ne söyledi, onlar ne dinledi:
Aldı Salman Bey:
Bölük bölük giden perişan kızlar
İçinizin nevcivanı görünmür
Öyle bildim cihan oldu zulumat
El içinin ürüşanı görünmür
Yar içerden
Kes bağrım yar içerden
Gözüm kapıda kaldı
Çıkmadı yâr içerden
 
Müşkül halim oldu dillere destan
Siz de menim kimi çıkmayın yastan
Gönlümün bülbülü uçtu kafesten
Cesette cismimin canı görünmür
Yurd ağlar
Sana yağsın nur dağlar
Men özüm ağlamazdım
Meni görüp yurd ağlar
 
Salman diyer hani hazer-pârelim
Ok dokunup sinesinden yaralım
Sürüden ayrılıp heflek maralım
Ele gitti bir nişanı görünmür
Su da yandı
Sel bastı su dayandı
Üstüme su serptiler
Alıştı su da yandı
Söz tamama yetti. Salman Bey bu vaziyette kalsın. Biz haber verelim, kimden; Gevher Hanım´ın anası Senem Hanım´dan?
Senem Hanım kalktı, Bedişhan şehrindeki kızını görmeye geldi. Bunu çok ihtişamla karşıladılar. Aldılar içeri. Merhaba hoş safa? Oturdu. Bunu ağırladılar, hürmetine baktılar. Az sonra Gevher Hanım´ın anası Senem Hanım, Salman Bey´e sordu, damadına.
-Yavrum! Gevher Hanım nerede?
-Ana! Komşular davet etmişlerdi, şimdi gelir.
Aradan bir saat geçti.
-Oğul nerde kaldı, dedi:
-Şimdi gelir.
Salman Bey baktı ki; hayır, bu iş böyle olmayacaktı. Geçti öteki odaya gitti, sandığı açtı. Sandıktan Gevher Hanım´a ok değdiği zaman üzerinde olan elbiseyi çıkarttı getirdi, anasının önüne koydu.
-Aha sana Gevher Hanım.
Kadın kızının kanlı elbisesini görünce kendinden geçti, bütün vücudu titredi. Orada Senem Hanım´ın var azasına şiddet-i zelzele düştü. Orada aldı bakalım kızı için ne dedi; biz de ona vekâleten söyleyelim, mertlerin, bizi dinleyenlerin cümlesinin sağlığına. Her zaman devranımız şad olsun inşallah!
Aldı Senem Hanım:
Elvanlı balamın kanlı libası
Gülgez kanlı zer kumaşlar ağlasın
Ne yaman dert imiş evlât acısı
Feryat edem dağlar taşlar ağlasın
Nem alır
Boşa toprak nem alır
Neyim kaldı dünyada
Felek menim nem alır
 
Bozulsun feleğin devr ü âlemi
Elden aldı ala gözlü balamı
Arş u asuman da duysun nâlemi
Gökyüzünde uçan kuşlar ağlasın
Âşık der bele bağlar
Kemeri bele bağlar
İçinizde yârim yok
Yıkılsın bele bağlar
 
Senem der balamın gam tarumarı
Malum edin gelsin yaralı yâri
Dad-ı figan kılak eyliyek zârı
Döksün gözlerinden yaşlar ağlasın
Kanad ağlar
Kuş kalktı kanad ağlar
Avım yaralı gitti
Belensin gara dağlar
Kızı´nın güzel günlerini görmek için yol tepip gelen Senem Hanım, onun böyle civan yaşında dünyadan göçtüğüne yandı, tutuştu. ?Evlât acısı, insanın dalını budağını kırar.? derler. Senem Hanım, kızının kanlı elbiselerini alıp geldiğine kör-pişman, ağlıya-ağlıya geri döndü. Bu gitti, memleketine. Aradan bir müddet geçti. Bedişhan şehrinden bir haber geldi; birce tek kızının özünün yolladığı bir kanlı katilin okuyla ölümüne dayanamayan Celâl Vezir, vicdan azabından kıvrandı. Çok sürmedi bu dünyadan göçtü; karısı Senem Hanım da kocasının ölümünden sonra dünyasını değiştirdi.
Salman Bey, Gevher Hanım´ı hiçbir vakit aklından çıkarmadı. Onu hatırlatan her şeye türkü söyleyip dolaştı. Bahçeler, güller, bülbüller, yaylalar, çadırlar, gezmeden dönen kızlar, Gevher´in gezdiği sarayın odaları hep Salman´a Gevher´i hatırlatırdı. Salman Bey, artık bey değil de sanki bir halk âşığı olmuştu; elinde sazı gönlünde sızı dolaşıp duruyordu. Bağda bahçede kurda, kuşa saz çalıp derdini anlatıp duruyordu.
Salman Bey, her sabah çok erkenden abdest alıp Kur´an-ı Kerim´i koltuğuna çalar, gider kabristana; sabah namazını orada kılar; açar Kur´an-ı Kerim´in seksen üç kere Yasin-i şerifi okuyup Gevher Hanım´ın ruhuna bağışlar ve gelirdi.
Salman Bey yine bir gün kabristandan dönüp gelirdi. Önceden sarayın önünden geçerken Gevher Hanım´ı görürdü. Gevher Hanım´ı balkonda görünce sanki bütün âlem Salman Bey´in olmuş gibiydi. Yine bir saraya baktı ki Gevher´i göre. Tabi göremedi. Orada Salman Bey yine duygulandı.
Üç kıta olarak bakalım saraya ne dedi? Biz de okuyalım. Her zaman devranımız şad olsun inşallah!
Ateş alın siz de yanın saraylar
Menim yârim melül oldu gelmedi
Uğradı hışıma düştü afata
Felek zulumata saldı gelmedi
Ne kaldı
Ne kavgadı(r) ne kaldı
Zalim feleği başıma
Getirmemiş ne kaldı
 
Kan ağlar meskenim eyvan otağlım
Devr-i talan oldu bedesten çağlım
Nakışkar elvanlım gonca yanağlım
Bahar gülü gibi soldu gelmedi
Ay inceler
Gün doğar ay inceler
Seni gören gözlerim
Ne durar ne dinceler
 
Salman ´am yitirdim kaşları yayı
Kameti şuh bedri suca minayı
Dünya kısmetinden kesildi payı
Hasret kıyamete kaldı gelmedi
Bu dağlar kömürdendir
Geçen gün ömürdendir
Feleğin bir kuşu var
Pençesi demirdendir
Söz tamama yetişti. Artık Salman Bey vaziyeti her gün ağlamakla sızlamakla geçsin.
Biz gelelim kime; Gevher´in ak mermerden yapılmış, lâle, gül ve çimen ortasına kurulmuş mezarı etrafında ağlayan Salman´ı burda bırakıp Salman´ı aramaya çıkan esas sevgilisi Turnatel Hanım´la Eyyam Müneccim dönelim?
Bunlar remil ata ata dağların kabağını söküp hiç durmadan gelmede olsunlar? Bunlar bir mekâna geldiler. Turnatel Hanım, keçebadan o sürmeli gözlerini eğdirip sahraları dağları böyle gözünden geçirdi. İyice hatırladı ki; ?Buralar menim pirimin rüyamda mana gösterdiği yerlere benziyir.? Eyyam Müneccim´e seslendi:
- Müneccim Baba! Eylet kecebayı.
Kecebayı eylettiler, indiler aşağı. Dedi:
-Ey, yedi kat yer altında olup bitenleri söyleyen Müneccim! Salman Bey´in yurduna geldik mi? Tertibatını kurup bir remil at bakalım. Bura nice mekândır!
Müneccim indi aşağı, neyi varsa tertibini kurdu.Bir remil attı. Remilde duman gözüktü. Müneccim çok utandı ve hecalet çekti.
Turnatel Hanım;
-Demek ki âşık olanlar, müneccimden daha evvel sırra erer. Buralar menim düşümde gördüğüm yerlere benzer. Bir daha at bakalım, dedi.
Eyyam Müneccim, tertibatı bozup ikinci bir ram daha atınca buldu. Turnatel Hanım´a müjdeyi verdi.
-Aferin kızım. Binlerce yaşa yavrum. Yıllar boyu sürünüp aradığımız memlekete gelmişiz.
-Ey yüce sultanım! Alihan Vezir´in şehri Bedişhan´a geldik. Tahminimde yanılmıyorsam, her halde iki buçuk -üç saatlik yolumuz var. Alihan Vezir, Sarayın bahçesinde oturup düşünüyor. Ama çok derin düşünüyor. Sarayın bahçesinde, yapılmaya başlanmış, ama bitirilmemiş bir köşk görüyorum. Saray, hizmetkâr, muhafız, asker, kız, cariye ile dolu, ama Salman Bey´e benzer biri görülmüyor.
Turnatel, düşünde Salman Beyi görüp elinden aşk badesi içtiği Salman Bey´i aramak için yola çıkalı tam iki sene, iki ay, iki hafta, iki gün, bir saat geçmişti. Yanındaki muhafızlar, pehlivanlar hep yorulmuştu, fakat Turnatel´e en ufak bir usanç gelmemişti. ?Sabreyliyen, muradına erer.? derler. Hemen kecabaya binip yola çıktılar.
İki-üç saat yol gittikten sonra bir ırmağın kenarına geldiler. Orada bir koyun çobanı koyunları yatırmıştı. Özü de yere uzanmış, yamçısını üzerine çekmiş; bir kaba süt sağmış; süt kaymaklansın, soğusun diye sütü gölgeye bırakmış; dağarcığından ekmeğini çıkarmış, yumuşasın diye üzerine hafifçe su serpmiş; böğrünü yere, dirseğini papağın üstüne koymuş; yüzü elinin içinde bir şeyler hayâlliyirdi. İşte o sırada Eyyam Müneccim´le Turnatel´in keçabası da bu çobanın yanına geldi.
Çoban, bir ses duydu. Başını kaldırıp baktı ki çok acayip bir kecaba. Kendine doğru bir sürü atlı ile önde bir peçeli kızın geldiğini görünce, itlerini yanına çağırıp tuttu.
Çoban hemen kalktı. Keçebadan önce bir ihtiyar adam indi. Arkası sıra da yüzü perçemli nikaplı bir hanım indi. Çoban bunları buyur etti, gölgeliğin altına. Bunları hoş geldin etti. Yalnız yaşlı adamla kız ilerledi, ötekiler, atlarına su içirip çayırda otlatmağa başladılar.
?Varını veren utanmaz.? Gitti, soğuyan suyu sütü getirdi, bir maşrapaya döküp Turnatel´e verdi. Diğer kapta kalan sütü öbürlerine verdi. Bunlar yediler, içtiler. Üçü de kurt gibi ağız ağıza oturdular. Turnatel, çok ümitliydi ki; Eyyam Müneccim çomana bir şeyler soracak, malumat alacak. Baktı ki Eyyam müneccim hiç oralı değil. Turnatel´in yüzü peçeliydi, yüzü gözükmüyordu. Dedi ki Çoban´a:
Men seni her iki cihanda öz be öz kardeşliğe kabul ettim. Siz de bu minval üzere her iki cihanda meni kardeşliğe kabul edirseniz, men yüzümü açıyım, kardeş bacı şeklinde konuşalım.
-Hay hay, dedi.
Turnatel o zaman yüzünü açtı. Açar açmaz, çoban, pişman oldu, verdiği söze.
Turnatel öyle bir güzelliğe malik idi ki artık onun güzelliği dil ile vasfolunmazdı. Hiç çobanın keyfine değmedi. Şap hastalığı tutan sığırlar gibi Çoban´ın ağzının suyu aktı. Turnatel´in öyle güzelliğine bakmaya başladı. Turnatel dedi ki.
-Çoban kardeş! O yaprağı çevir. Şimdi menim dediklerime kulak as. Şimdi men sana bir şeyler sorsam menim soruma cevap verebilersen mi?
Çoban;
-Ayıp ettin, anam bacım, sor dedi.
-Ama çok nakışlı sorular soracam, dedi:
-Bacı dört defa nakış bul, sana cevap veriyim, dedi Çoban.
Alsın Turnatel bakalım, Çoban´a ne sorsun; Çoban ne cevap versin? Dinlesin, Eyyam Müneccim. Her ikisine vekil okusun koca Âşık İslâm. Meni dinleyenlerin sağlığına, hepimizin sağlığına, her zaman devranımız şad olsun inşallah.
Aldı Turnatel Hanım:
Çoban kardaş şaşkın düştüm garibem
Perişan gönlümün müşkül halı var
Müptelâyam müştakıma gelmişem
Bu tayfanın ne tertipte yolu var
Çoban;
-Bacı kulak as, men de deyirem. Çoban, götürür böyle söylüyor.
Aldı Çoban:
Söyle bacım cevap verem men sana
Bilmerem fikriyin ne hayali var
Âh ü nâlân ateş saldı canıma
Şiddet-i zârıyın teşne dili var
Turnatel Hanım ?Aferin Çoban!? dedi içinden. ? Şuna sizin memleketinizde sevda çeken bir delikanlı var mı?? Ona binaen götürüp Turnatel ikinci kıtasını böyle söyledi:
Aldı Turnatel Hanım:
Var mı ülkenizde sevdaya düşen
Mana malum eyle nişan be nişan
Kimdir yerinizde olan hükm-i han
Hükmü işler her divana yolu var
Mevzumuz efsaneye çıkmasın. O memlekette bir tek delikanlı Selman Bey değil ki! Yüz binlerce delikanlı var. Sevda çeken binlerce delikanlı var. Ama musannifin tasnif etmiş olduğu hikâyenin mefhumunu tasavvur edin ki bu Çoban, Salman Bey´in kendi çobanıdır.
Çoban anladı ki ?Bu menim ağam Salman Bey´i soruyor.? dedi. Götürüp çoban ikinci kıtasını böyle söyler.
Aldı Çoban:
Atası Alhan´dı(r) evlâdı Salman
Odur yerimizde olan hükm-i han
Hışmından sakınır nece ser-aslan
Eflatun nüfuzu hub kemali var
Bu haberi işiten Turnatel´in sanki tepesine, tepesinde bir sabah güneşi doğdu. Yine öz özüne dedi ki: ?Men çomana sorayım; Çoban, o dediğiniz Salman Bey, evlenmiş mi yoksa birisini mi bekliyir.? Turnatel sözünü bu şekil bitirir:
Aldı Turnatel Hanım:
Sevda saldı meni bu galmagala
Hasret dide-giryan düşmüşem yola
Acep meyil vermiş midir yad ele
Sefil Turnatel ´in ters yığvalı var
O zaman Çoban, öz özüne dedi ki: ?Salman Bey evlendi. Bir ay kadar mesut yaşadı. Hanımı vuruldu. Salman onun mezarı etrafında pervane oldu.? Orada bakalım, cevap olarak Turnatel´e ne dedi.
Aldı Çoban:
Çoban ´ı sen saldın hicran zarına
Fikrim vukuf oldu gam efkârına
Salman yanar Gevher Hanım nârına
Her bülbülün bir goncada gülü var
Bunu duyunca, sanki Turnatel´in başında semalar parçalandı. Demek ki uğruna, dağlar, çöller, denizler aşıp yolunda perişan olduğu sevdiği, başka bir yâre gönül vermişti.
-Çoban Allah senin evini yıkmasın. Sen nerden mana rast geldin? Bu Gevher Hanım kimdir?
Anladı ki Salman Bey evlenmiş. Turnatel bunu duydu. Efkârlandı. Götürüp Turnatel karşılık olarak Çoban´a şunları söyledi:
Aldı Turnatel Hanım:
Çoban kardaş senin bu kem cevabın
Tığ-i müjgân kimi dokundu cana
Cidey vatan oldum elden ulustan
Diyar-ı gurbette kaldım bîgana
Çoban kendi kendine dedi. ?Lâilaheillalah Muhammeden Rusulullah! Yahu, men buna ne kem söz söyledim ki, bu mana böyle deyir. Hele bir sorayım. Götürüp çoban böyle deyir:
Aldı Çoban :
Bacı bühtan kılıp eyleme töhmet
Melül gönlüm düşer hâk-i yeksana
Ne kem cevap dedim hatrına deydi
Allah kömeh etsin bahtsız insana
 
Aldı Turnatel Hanım:
Çünkü Salman meyil verip yad ele
Men nice düşmeyem perişan hale
Şad olup gülmezem bugünden bele
Dünya menim olsa beş yüz bin sene
Çoban; ?Men baltayı taşa vurdum herhalde!? dedi içinden. Gevher Hanım´ın öldüğünü men buna haber vereyim. Götürür çoban ona binaen bu kıtayı böyle söylüyür:
Gevher´in dünyadan kesildi namı
Gel sana söyleyem her ser-encamı
Salman´ın cisminde hasretlik gamı
Sevdasiyle düşüp zulmat zindana
Bu sözü işitir işitmez, Turnatel çok sevindi. Ona binaen götürüp son kıtasını bu şekil okudu.
Aldı Turnatel Hanım:
Turnatel der bak feleğin işine
Sevgilimin neler gelif başına
İtibarlı yârin gam ateşine
Men nece dönmeyen şem´a pervane
Bu söz tamam yetişti. Çoban ölen kızı da Gevher Hanım´ı da görmüştü. Hayretlere gark oldu. Baktı, hâşâ ki bir zerre Gevher Hanım´dan şaşmamış. İkisi bir elmadan halk olmuş. Sevinçle Turnatel Hanım´a bu müjdeyi verdi:
Aldı Çoban:
Çoban ´ı sen saldın efkâra zâra
Gel gidek men seni yetirem yâre
O hilâl kaşların menzer Gevher´e
Salman seni görse olur divane
Söz tamama yetişti. Bunlar oturup konuşmaya başladılar:
-Çoban kardaş! Bu Gevher Hanım kimdi? Bu serencam nasıl oldu?
Çoban olup biteni tek tek Turnatel Hanım´a nakletti.
-Peki, Çoban kardeş! Bu Gevher Hanım´ın yattığı mezarlığı bize gösterir misin?
-Hay menim başım üstüne!
Gün sıcaktı, sürü çayın kenarında yatıyordu. Çoban, Turnatel ve Eyyam Müneccim üçü de yürüdüler. Bir sırtın üzerine çıktılar. Ankara´nın asri mezarlığını tasavvur edin veyahut İstanbul´un Topkapı Mezarlığı. Böyle bu şekilde yapı. Yapımı güzel bir mezarlık. Çoban elini uzattı dedi:
-İşte mezarlık odur,
Turnatel dedi:
-Çoban kardaş! Tamam, mezarlık burası, sen bize vurulan kızın yattığı mezarı göster.
Böyle deyince Çoban güldü. Dedi ki:
-Bacı! Siz mezarlığın kenarından gittiniz mi o mezar kendisini size gösterecek. Öyle muazzam yapılmış ki o kendisini belli eder. Kızın ölümü, ismi, tarihi hepsi üzerinde altın yaldız şeklinde yazılı, par par parlıyır. Her sabah Salman Bey çok erkenden abdest alır, yanında Kur´an-ı Kerim götürür. Gelir orada sabah namazını kılar açar Kur´an-Kerim´i Yasin-i Şerif´i okur, Gevher Hanım´ın ruhuna ve orada yatanların ruhuna bağışlar. Ağlar ağlar, yüreğini soğutup gider.
Bunu öğrenen Turnatel Hanım´ın aklı başından gitti. Sinesi ziynetle doluydu. İnci, mercan, yakut, zümrüt, elmas, pırlanta, altın? El attı boyun bağını çıkarttı. Çobana;
-Gel, dedi.
Çoban geldi. Bu ziynetleri çobana verdi. Çoban şaşırdı. ?Ey Allah! Acaba bu doğru mu yalan mı?? dedi öz özüne.
Turnatel Hanım:
-Bunlar senin. Annenin ak sütü gibi helâl olsun. Ama çoban sana ant verirem; men Salman Bey´in elini elime alıncaya kadar bu sırrı kimseye söyleme, dedi.
Çoban baktı ki bu mücevherat sülâlesine yetmiş yıl yeter.
-Menim işim mi tükenir; koyun acıktı, gedip onları dağlara götürecem, dedi, çekti gitti.
Allah mert olanları her zaman var eylesin inşallah.
Turnatel, Eyyam Müneccim keçabanın yanına geldiler. Keçebaya binip oradan doğruca mezarlığın yanına geldiler. Mezarlığın bir tarafı böyle dereydi, bir hat teşkil edirdi. Orada indiler. Her ikisi de mezarlığı gezdiler, buldular Gevher Hanım´ın mezarını.
Ertesi gün sabaha karşı her ikisi geldi. Müneccim´le Turnatel tekrar mezarlığa geldiler. Gevher Hanım´ın mezarına yakın yüksek bir mezarlık arkasına sindiler. Salman´ı beklemeye başladılar.
Çok geçmedi, Salman Bey koltuğu altında Kur´an-ı Kerim´le geldi. Daha alaca karanlık. Güzel bir selâm verdi mezarlığa. Bir Fatiha okuyup orada yatanların ruhuna bağışladı. Geldi Kur´an-ı Kerim´i öptü, Gevher Hanım´ın mezarının üstüne koydu. Yönünü kıbleye döndü sabah namazını kıldı. Duasını yaptı. Açtı Kur´an-ı Kerim´i okudu, onun ruhuna bağışladı, orada ağlayıp yüreğini soğuttu. Turnatel´in yüreği, yel görmüş yaprak gibi esti. Salman´ın yüzünü görmek için heyecanla bekledi. Salman yerinden doğrulunca, Turnatel baktı ki düşünde gördüğü yiğit. Kendinden geçip Müneccim´in kucağına düştü. Müneccim Turnatel´i ağacın gölgesine yatırdı. Yüzüne gül suyu serpip uyandırdı. Turnatel rüya görmediğini anlayınca, hemen kalkıf mezarlığa koştu ki, Salman gitmiş. Dedi Müneccim´e;
-Müneccim Baba! Şimdi size bir vazife düştü!
-Ne vazifesi kızım?
Dedi ki:
-Gevher Hanım´a ok değince geymiş olduğu kıyafeti senden istiyirem. Öyle bir ramil atacaksın ki baş valası ne renkteydi, mantosu ne renkteydi, entarisi ne renkteydi? Bileziği, yüzüğü, kulak küpesi, ayakkabısı nasıldı? Bütün bunları mana bildireceksen.
Müneccim çok marifetli bir müneccim idi ki daire bulut bir ram atsa 70 sene evvel, 70 sene sonra gelip geçen işi bilirdi. Müneccim tertibatı kurdu, bir remil attı. Gevher Hanım´a ok değince kıyafeti ne idiyse gözünün önüne dikildi.
-Kızım Turnatel!
-Buyur Müneccim Baba!
-Gözümü tertibattan ayıramıram, sen menim dediğim eşyaları teker teker çıkar.
Müneccim, baş valası şu renkte, entarisi şu renkte, mantosu şu renkte, bileziyi bu biçim yüzüğü bu biçim, hepsini teker teker söyledi. Müressef Hükumdar´ın kızı çıkarttı üst üste yığdı hepsini.
-Tamam mı kızım?
-Tamam.
Turnatel, muhafızlardan birini çağırıp şehre yolladı. Aynı elbiselere menzer elbiseler aldırdı. Akşam yemeklerini yiyip sevinçle yattılar.
Turnatel, ertesi sabah bu elbiseleri giyip erkenden mezarlığa girdi. Daha Salman Bey gelmemişti. Gevher Hanım´ın mezarının üzerine çıktı, dimdik kabrin üzerinde durdu. Müneccim de o yüksek mezarın arkasına sinmişti.
Bu taraftan Salman Bey yine abdest aldı. Kur´an-ı Kerim´i vurdu koltuğuna geldi, fakat karanlıktı. Geldi yine orada yatanlara selâm verdi, selâm aldı duasını okudu. Sonra Gevher Hanım´ın mezarına doğru ilerledi. Ortalık da yavaş yavaş ışımıştı. Yaklaşınca olduğu yerde donup kaldı. Bir de böyle baktı ki Gevher Hanım, en son giydiği elbiseleri içinde ona bakıp gülümsüyordu. Gözünü sildi, tekrar baktı. Hayal miydi, düş müydü? Sevinç ve endişe içinde; ?Tanrım mana acıyıf sevgilimi bu dünyaya geri yolladı.? diye düşünürken karşıdan; ?Lailahaillallah Muhammeden Resullullah? dedi, sureler okudu, tekrar baktı, gördü ki yine orada duruyor.
Turnatel de kabrin üzerinde Salman Bey´e bakırdı. Onu Gördü ki Salman Bey, rüyasında gördüğü gibi değil. Malum ya kahır gelmiş solmuş değişmişti.
Salman Bey´e seslendi.
-Delikanlı! Hiç tereddüde lüzum yoktur. Bir iki üç adım ileri gel.
Salman Bey, dedi ki içinde; ?Vallahi de Gevher, billahi de Gevher. Sesi de aynı. Allah rızası için kirpiğinin bir tüyü bile değişmemiş.
Salman Bey, taaccüp etti, ileri geldi. Turnatel Salman Bey yanına yaklaşınca bakalım ona orada ne dedi, Salman Bey de ona ne karşılık verdi?
Aldı Turnatel:
(Makamı: Telli karaçi)
Kûh u deştte gezif Mecnun olan yâr
Leylâ´nın kervanı gelif geçti mi
Abes aşk oduna beyhude yanmak
Dergâh-ı âlemde makbul işti mi?
Salman Bey bir kelime-i şahadet getirdi. ?Yahu! Bu Gevherdir? dedi. Götürüp Salman Bey bunu söyledi:
Aldı Salman Bey:
Deyilen gaflette bu ne fehvadı
İdrak perakende ser beyhuştu mu
Yitirif aklımı tegayyür oldum
Bilmem hayaldi mi yoksa düşdü mü
 
Aldı Turnatel Hanım:
Zihnin Eflatun´du hayâlin şaşkın
Beyhude çekifsen sevdasın aşkın
Müddet ne zamandı olufsan düşkün
Hayâlde efkârın hadden aştı mı
 
Aldı Salman Bey:
Hakk´ın takdirine olmuşam kayil
Hayâl-ı perişan gezerem sayil
Aklım fikrim serimde tamam deyil
Talatıyın gayza gelip coştu mu
 
 
Aldı Turnatel Hanım:
Ah ü nalân seda salıf zemine
Dîde giryan düştüm efkâr gamına
Dolandın kabrinin hasret şem´ine
Gevher Hanım bu dünyadan göçtü mü
 
Aldı Salman Bey:
Beybefa feleğin cebr-i mihneti
Dünyadan beymurat kesti ülfeti
Emr-i İlâhi´den buldu Cenneti
Afat-ı devranın sonu boştu mu
 
Aldı Turnatel Hanım:
Beynava Turnatel müşkil haldedi(r)
Çeşmim yaşı Ceyhun olup seldedi(r)
Menim itibarım bir hayâldedi(r)
Senin meylin yad ellere düştü mü
 
Aldı Salman Bey:
Men Salman ´am düştüm aşkın gamına
Uçan kuşlar seda verir ünüme
Bak merhamet eyle müşkül günüme
Ey insafsız senin bağrın taştı mı
O ki Turnatel diye tapşırmıştı. O zaman Salman Bey ayıldı. Dedi ki: ?Hay Hak! Menim esas sevgilimin ismi Turnatel´di. Men ne haktan bunun kanına sebep oldum.? Kendi kendine de böyle hesaba koydu. Dedi; ?Bir kız, mağribden maşrıka nasıl gidebilir? Çöllerinde bu çakal yer, kurda kuşa hacet kalmaz. Bu olsa olsa Gevher´dir.? Allah´ı gafur rahimdir, Gafur sıfatına rastladı, merhamet etti. Ruhunu cesetleyip teslim etti, mana gönderdi.? Böyle düşünüp bu sözleri okudu: Vekâleten hepinizin sağlığına men okuyacam inşallah!
 
(Makamı: Yanık kerem)
Aldı Salman Bey:
Cansıza can veren Şahlar Şah´ı var
İtikat etmişem o hayâle men
Acep hikmetti mi yoksa sırdı mı
Söyle vukuf olam vasf-ı hale men
Dada yeter
Mert yiğit dada yeter
Dostlarım şâd olarsa
Damarım dada yeter
 
Aldı Turnatel Hanım:
Kaç senedir ateşine yanarım
Çeşmim yaşın Ceyhun ettim sele men
Haveran ülkesi Hatem şehrinden
Bir yıl on dört ay düştüm yola men
Kalb ilendi
Ay doğdu kalb ilendi
And u kasem olsun ki
Bu kalbim o kalb ilendi
Bu kıtayı dinleyen Salman Bey iyice anladı ki bu Turnatel´di. Bu sefer Salman Bey eliyle mezarı gösterdi.
Aldı Salman Bey:
Heves yere çok çekmişem âh-ü zar
Beyhude ömrümü kıldım tarumar
İtibar sendeymiş vefalı dilber
Aklı şaşkın düştüm nahs yıvgala men
Yarım alma
Yemeğe yarım alma
Yalvararam Allah´a
Canım al yarım alma
Turnatel, dedi ki içinden: ?Sen ne kadar meşakkat çekmiş isen, sağ olmuş, men de çekmişim. Anamdan babamdan olmuş, herkesin ayağını öpe öpe buraya gelmişim.
Aldı Turnatel Hanım:
Hicran yeksanıyam seyhat-ı sâyın
Düştüm türabına ol hâk-i pâyin
Matlub-ı arzuma yeterem deyin
Bülbül tek yalvardım gonca güle men
Yaz bağda
Al kalemi yaz bağda
Yâra mihman olayım
Kış odada yaz bağda
 
Aldı Salaman Bey:
Salman der gel durak sohbete deme
İyce vukuf oldum her ser-encame
Sevdalı serimi saldım hengâme
Düştüm türlü türlü galmagale men
Başında var şal bunun
Yanağında hâl bunun
Gönül mana deyir ki
Dur gadasın al bunun
 
Aldı Turnatel Hanım:
Turnatel ´imçektim aşk afatını
Zulümkâr sevdanın gam gubatını
Terk edek dünyanın meşakkatini
Sen bülbül ol gülüstanda lâle men
Yaz ana
Al kalemi yaz ana
Bahar bacı ata güz
Kardaş kıştır yaz ana
Zalim bir okla yitirdiği Gevher´in mezarı başında, bir şafak vakti Turnatel´i bulunca dünyalar sanki Salman Bey´in oldu. Hayata küsmüş iken, Allah´ın kendisine yolladığı bu melek yüzlü, sırma saçlı, ceylân gözlü güzel; acaba hakikaten Turnatel miydi?
Salman Bey yaklaştı. Bunlar orada sevinçle birbirlerine sarıldılar. Zaten Turnatel kaç senedir onun hasretindeydi. Her ikisi de sevincinden ağladı, birbirlerini dakikalarca bırakmadılar. Oraya saklanan Eyyam Müneccim bunu gördü. O da ağladı. Çünkü iki hasretlinin kavuşmasında onun da payı vardı. Turnatel´le Salman Bey Allah´a şükrettiler. Kendilerine geldikten sonra Salman Bey, Turnatel´e dedi ki:
-Ey gökçek melek! Eğer sen Turnatel isen, Haveran ülkesinin Hatem şehrinden gelirsen, nerelerden geldin, nasıl geldin, neler gördün? Bunları teker teker mana ifade etmezsen, mana Allahısmarladık!?
Turnatel, Salman Bey´in elinden tutup onu mezarlıktan dışarı çıkardı. İlerideki bir ağacın altına oturdular. Turnatel, bütün yolculuğunu bir bir anlatmaya başladı:
Orada Turnatel Hanım, geçtiği yolları, gördüğü serencamları, murassaları teker teker Selman Bey´e anlattı. Men de ona vekâleten okuyorum. Her zaman devranımız şad olsun inşallah.
Aldı Turnatel Hanım:
Bîr kadeh nuş ettim ab-ı kevserden
Nice türlü türlü alâmet gördüm
Sanarsan yâr ile durduk ru be ru
Bakıp cemaline malumat gördüm
 
Gördüm cemalini okudum hece
Sardı etrafımı müneccim hoca
Yetmiş iki saat üç gün üç gece
Hab-ı naza dalıp pek gaflet gördüm
 
Uyandım etrafa baktım galmagal
Kimi remil atar kimi söyler fal
Bir Eyyam Müneccim malûm etti hal
Her pünhan sırrımı ber-hayat gördüm
 
Eyyam Müneccim´e babam inandı
Fikri vakıf olup sırrıma kandı
Özü menden fena alıştı yandı
Rahm ü insaf ehl-i adalet gördüm
 
Babam tertip düzüp koştu yollara
Remil ata ata düştük çöllere
On dört gün yalvardım esen yellere
Gark oldum ummana el-afat gördüm
 
Afattan kurtulup deryayı geçtik
Issız beri yaban dağları aştık
Bir buçuk ay kûh u ormana düştük
Kırk beş gün cihanı zulumat gördüm
 
Geldik bir deryayı geçtik ol va´de
Azgın canavarlar eyledi seda
Bütün dev misalli benzer ifrite
Nice canlı cinli bed sıfat gördüm
 
Ordan geçtik düştük sahraya düze
Kuh-ı Billur Dağı göründü göze
Dönderip deryayı ateşe köze
Hakk´ın ikrarında bu hikmet gördüm
 
Miniben gemiye açtık yelkeni
Bad esip titretti cesette canı
Sanarsan ki koptu Nuh´un Tufanı
Ruz-ı mahşer yevmü´l-kıyamet gördüm
 
Gemi paralandı hep künfeyekün
Bir tahtada kaldık otuz altı gün
Kudretten yetişti hoş sedalı ün
Derviş libasında bir belet gördüm
 
O dervişin şavkı benzer fenere
Gör ne keramettir bir bak hünere
?Yum gözünü? deyip attı kenara
Sırrı nihayetsiz mucizat gördüm
 
Her ne yana baktık berri yaban çöl
Çakallar sesinden anlaşılmaz dil
Enter maymun aslan kaplan pelenk fil
Vahşi makulesi hayvanat gördüm
 
Bir makule gördüm sihirbaz cazı
Korku çekip Hakk´a ettim niyazı
Okudu Esma´yı hıfz etti bizi
Eyyam Müneccim´de keramet gördüm
 
Bir payitaht azim sehere geldik
Sekiz gün eylenip sakinet olduk
Ne dinin anladık ne dilin kandık
Bilinmez acaip mahlûkat gördüm.
 
O mekândan nefret ettik durmadık
Kelme sual edip haber sormadık
Dört ay on gün benî insan görmedik
Baktıkça cihanı harabat gördüm
 
Ordan geldik bir erkânsız diyara
Kabilleri hayın yüzleri kara
Tanımazlar Hakk´ı taparlar nâra
İblis´e inanan itikat gördüm.
 
Bir makule gördüm karşı be karşı
Tayfa tayfa durup eyler savaşı
Meydanda tanımaz kardaş kardaşı
Oğulu babaya hıyanet gördüm
 
Ordan geçtik geldik bir mağraya
Bizi koşun sarıp aldı araya
Meni zenne görüp döndü geriye
Haramı başında merhamet gördüm
 
Devr ü eyyam geçti bir buçuk sene
Geldik Arabistan siyah insana
Bütün kanlı katil kast eder cana
Azim korku çekip çok mihnet gördüm
 
Nevadır ülkesi el halkı nası
Hiç düvele haraç vermez cümlesi
Padişah tanımaz devlete asi
Şurutsuz kanunsuz memleket gördüm
 
Cim şehrine gitsen dertli sağalı(r)
Ağır zümresi var beyli ağalı
Güzelleri gezer altın cığalı
Türlü türlü cilve nezaket gördüm
 
Geçtik Firengistan bir tahtıgâha
Atlas kumaşına yerişmez paha
Cumhur cevap verir her padişaha
Ferahında mahir marifet gördüm
 
İngiliz´in çoktu devleti varı
Tahtında hökmeder bir koca karı
Ruz u şeb kılarlar ticaret kârı
Her birinde gayrı zanaat gördüm
 
Bize selâm durdu Mısır koşunu
Mubah gördüm baharını kışını
Mahsülatı düvellere taşını(r)
Her bir vilâyetten ganimet gördüm
 
İran ülkesinde olan halk u nas
Fermanlı hanlar var hünkâra kıyas
Adil divan keser kısasa kısas
Ecel meydanında siyaset gördüm
 
İstanbul´da gördüm ikram izzeti
Âlemde bulunmaz emsal nisbeti
Altın hal sim ü zer zevk ü ziyneti
Al-Osman tahtında saltanat gördüm
 
Tahtında Zıllullah hem Sadr-ı azam
On iki vükela cumhur mevcut cem
Kadı müftü vezir hem Şeyhülislâm
Adil divan kesen şeriat gördüm
 
Yedi dağ üstüne eyledim nazar
Bisti çar bab gördüm etrafı hisar
Seng-i Fatih Sultan Eyyübü´l-Ensar
Makamı evliya ziyaret gördüm
 
Minareler ser çekipti havaya
Şeyih maşeyihler durup duvaya
Dille vasfolunmaz Ayasofiya
Emri Hakk´a muti ibadet gördüm
 
Güzeleri cilve satar can alı(r)
Gözleri sürmeli eller kınalı
Mücevher mülveri inci taneli
Fiyatı bilinmez zî-kıymet gördüm
 
Faya zer Hatayî giyinirler has
İstifa dayreli fistanı canfes
Hep alafıranga gezerler dal fes
Hüsnü üryan rikab hub kamet gördüm
 
Düvellerden gemi işler sağ u sol
Bütün dar boğazdan gelir geçer yol
Farsî lügat söyler yetmiş iki dil
Çarşı pazarında her millet gördüm
 
Batum´da çok gördüm tertip düzeni
Hiç kimsenin yetmez zihni izanı
Hükm-i imparator ferman yazanı
Rusya Çarlığında çok kuvvet gördüm
 
Her kütüphaneye yazılıp namı
Yedi düvel ona bac verir hamı
Maşın kurup vapur ateşli gemi
Taze ihdas olan çok icat gördüm
 
Bedişhan şehrine kıldık seferi
Hoş göründü göze taşı duvarı
Teselli cevaptan ferah haberi
Vasf-ı hal anlayıp işaret gördüm
 
Ser hisar muhakkim bentli her taraf
Makaslama toplar dizilif saf saf
Yedi düvel ondan daim çeker hayf
Böyle tertip düzmüş ihtiyat gördüm
 
Her ne yana baktık ise çöl yaban
Dedik imdat eyle ya Şah-ı Huban
Yolumuza irast geldi bir çoban
Dindirdim tel ehli derdi bent gördüm
 
Çoban malum etti ol teftişleri
Zar çekif sızlattı uçan kuşları
Senin çekticeyin mihnet işleri
Min evvel yıl âhir hikâyet gördüm
 
Bir sene on dört ay gezdik il be il
Menzile kalmıştı üç saatlik yol
Eyyam Müneccim´in hayali müşkil
Dağıtıp zihnini hacalet gördüm
 
Üç gün nazar ettim bu kabristana
Baktım ki olupsun şem´a pervane
Alışıp var azam od düştü cana
Endişeler çekip meşakket gördüm
 
Turnatel ´in budur söz muhtasarı
Aşk ucundan içtim âb-u kevseri
Çok cefalar çekip belâlı seri
Şükür gelip seni selâmet gördüm
Bu iki âşık orada kollarını açıp tekrar birbirine sarıldılar.
Sandal şana siyah tele
Şeyda bülbül kızıl güle
Gümüş kemer ince bele
Yeşilbaş suna duru göle
İpek köynek kaddi dala
Nâkşger bezmeni kulaç kola
Farsî lügat imran dile
Ürkek sona duru göle
Aç arı çiçeğe kör it motala
Iğdır pambuğa Azerî bozbaşa
Kars hamama, Ardahan kayışa
Çıldır çeçile Şüregel lavaşa
Posof da zinele Yerli haşıla
Deve kangala, Tekeme hangele
Kürt şivli beze âşık saza
sarılır gibi sarıldılar. Salman bey Allah´ına şükretti:
-Allah´ım, dedi. Birini elimden aldın ama onun bir benzerini verdin. Düşümde aşkına bade içtiğim Turnatel´i aramaya giderken, yoluma, onun benzeri Gevher´i çıkardın. Men de onu, ?Esas sevgilim budur.? diye aldım getirdim. En güzel günlerimizde onu elimden aldın, şimdi karşıma Turnatel´i çıkardın. Aklım şaştı, hayalim karıştı; yaralı yüreğime yeniden aşk ateşi düştü, dedi.
Bu sırada Müneccim yanlarına geldi.
Onları birbirine sarılmış görünce; ?Kızım el-haya ve´l-iman.? dedi. O zaman Turnatel, Salman Bey´den ayrıldı. Onun elinden tutup Eyyam Müneccim´in yanına getirdi.
Eyyam Müneccim, olup biteni öğrenmek istedi. Turnatel Eyyam Müneccim´e müjdeyi verdi. Bakalım ne dedi, Eyyam Müneccim ne duydu, sizler ne dinleyeceksiniz. O bunu okudu, men de sizin sağlığınıza okuyorum.
Aldı Turnatel Hanım:
Selam Eyyam Müneccim
Bu yerlerin hanı geler
Hükm-i vilâyet vezir
Cihan ser-aslanı geler
 
Yârinen verdik el ele
Kol-boyun olmuşuk bele
Tazim kıl çık karşı yola
Gönlümün mihmanı geler
 
Turnatel aldı muradı
Meni mecnun eden budu
Ruhumun cesette şadı
Canımın cananı geler
Eyyam Müneccim, Salman Bey, Turnatel Hanım her üçü geldiler şehre. Alihan Vezir´le hanımına haber verildi. Bunlar habere çok sevindiler. Cümle şehir yastan çıkıp sevince gark oldu. Turnatel´le Salman Bey, Gevher Hanım´ın kırkı çıkana kadar her sabah mezarına gidip ziyaret ettiler, dualar ettiler. Kırk gün dolunca, nikâhları kıyıldı. Toy düğün kuruldu. Kırk gün kırk gece toy düğün yapıldı. Düğün devam ederken Gevher Hanım için yapılan yarım kalmış saray da bitirildi. Gerdek gecesi, Salman Bey, keklik sekişli, güvercin duruşlu, sürmeli ceylan gözlü Turnatel´e bakalım ne dedi, Turnatel de ne cevap verdi:
 
Salman Bey:
Ela gözlü nazlı dilber sen safa gelifsen bize
Al yanakta hal görüner müptelayam bedir yüze
Alma yanak billur bunak ne vasfa gelir ne söze
Aşkıyın divanesiyem bak sinem üstünde köze
Hilâl kaşın aklım alar hayalim uğrar emraza
Hiç mende takat kalmadı akar leblerinden meze.
 
Aldı Turnatel:
Mukadder yazılıf kader düşmüşem çöllere düze
Aşkın meni dolandırar bir fikir eyle mülhaze
Haveran´dır ulusumuz Hatem derler ölkemize
Can içinde cananımsan civansan goncadan taze
Sevda nârı meni yaktı eyledi akıbet Mecnun
Aktarıf buldum yârimi her diyarı geze geze
 
Aldı Salman:
Şeker dilden o dudaktan bir hoş malumat ver mana
Müneccim esma okudu düştünüz çölü yamana
Mukadderatın cilvesi sizi getirdi bu yana
Meylinin müptelasıyam od tuştu şirin cana
Yaradanım hoş yaradıf meyil verdim Gevher Han´a
Hayalim baştan dağıldı daha gurmıyalım niza.
 
 
 
Aldı Turnatel:
Çok şükür olsun Huda´ya elin yetişti elime
Yaradanım yardım kıldı menim perişan halime
Pervaz edif şeyda bülbül akıbet göndü gülüme
Kötüler murat almasın fehle kuruf terlanıma
Müneccim müjdeyi versin hem ulusa hem elime
Bu dünyanın var devleti hiç zerre görünmez göze
 
Aldı Salman:
Salman´ım muradım aldım şad oldu perişan halim
Muntazıram mah cemale yetişti heflek maralım
Aklım oluf perakende zay oldu fikr ü hayalim
Sıdkı huluskârlı yâre şem´a pervanesi olam
Tarih bin üç yüz on birde bele oldu vasf-ı hâlim
Var olsun ulusum elim Şenlîk´ten armağan size
 
Aldı Turnatel:
Beş iklimi geçtim geldim nice vardım bu mahale
Meni gönlünde yâd ettin niye düştün galmagale
Sana kimler fehle kurdu seni saldı fitne-fele
Çoban´dan malûmat aldık müjde verdi Turnatel ´e
Ordan kabristana geldik Eyyam Müneccim´le bile
Canım sana feda olsun sundum sana naz ü gamze...
Sözler sona erdi, iki âşık muratlarına nail oldular. Eyyam Müneccim´in eline Turnatel´i teslim ettiğine dair Alihan Vezir´in mühürlü bir fermanı verip onu Hatem şehrine yolcu ettiler.
Kötüler, cezasını buldu, iyiler isteğine erdi, âşıklar muradını aldı, bizim sözümüz de burada hitam buldu. Ustamızın adı Hızır, elimizden gelen budur. Geldik, sözün sonuna, size epey zahmet verdik. Hikâye söyleyip gün geçirdik, saz çalıp aşk bağına girdik. Ustaların ustası Çıldırlı Âşık Şenlik´e de Allah rehmet eyleye. Amin!