Bunu duyunca Mihriban Sultan dikildi. ?Bu mutlaka bizim Lâtif Şah. Lâtif Şah olmasına da o Şah idi, acep nasıl tüccar oldu bu?? dedi. Biraz düşündükten sonra; ?Ben onu görmek için yalandan hastalandım gittim. ?Tekkeyi ziyaret etmeye gidiyorum.´ dedim. O da beni bulmak için belki yalandan tüccar olmuş olabilir! Ben bunu bir görmem lâzım.? dedi. ?Ben bunu bir görmem lâzım, ama ben koca bir padişah kızıyım. Şimdi cariyelerimi burada bıraksam da yalnız gitsem, ?Padişah´ın kızı cariyelerini ne yapmış da burada yalnız başına dolanıyor.´ diye milletin nazarını çeker bu? dedi. Cariyelerimi arkama katsam cangul cungul gitsem tadı olmaz. Ben birini bulur bu ihtiyacı görürüm.? dedi. Cariyelerine bir baktı. Dedi ki içinden; ?Şu cariyeyi göndersem, ben bu oğlanı buraya getirsin. Bu cariye kurnaz. Yolda giderken Lâtif Şah´ın aklını şaşırtır. Olur ki benden gönlünü geçirir, kendi varır. Şunu göndersem, yine öyle olur. Şunu göndersem, başka türlü hâl olur. Bir topal cariye var. O, bu topallığıyla bir iş göremez, dedi. Ancak bu Topal Kızı gönderirim.? Topal Kız´a seslendi;
-Topal Kız!
-Buyur hanımım!
Buraya gel bakalım, dedi.
Topal Kız geldi.
-Buyur hanımım!
-Kızım; O, yeni gelen Yemenli tüccarın mağazasına var. Kırk tane siz varsınız, bir de ben varım kırk bir taneyiz. Bize aynı kumaştan, hepimizinki bir olsun, kırk bir kat kumaş alacaksın, dedi. Şimdi parasını sana versem, ya orada hesap edip veremezsin yahut yollarda yitirir, perişan olursun. O yanında bir oğlu mu çırağı mı varmış. Onu yanına kat getir. Hesap etsin, parasını burada ben vereyim. İster babasına versin, ister yolda yitirsin, isterse kumara versin. Ne yaparsa yapsın, dedi.
Bu Topal Kız
-Peki hanım dedi.
O diğer cariyeler de
-Aman Topal Kız, çabuk gel de bir an evvel bezenelim, diye yalvardılar.
Topal Kız, bir o yana bir bu yana çöktüre çöktüre, has bahçeden çıktı. Doğru mağazanın önüne geldi ki millet sıraya dizilmiş, mağazaya girecek yer kalmamış. Kiminin koltuğunun altından geçiyor Topal Kız, kiminin paçasının arasından kayıp ileriye çıkıyor. Kimine;
-Ben emir kuluyum, hanımım bana kötülük ediyor,
deyip, yalvara yalvara ileriye gidiyor. Topal Kız, mağazada Lâtif Şah´ı görünce Mihriban Sultan´ı da unuttu, has bahçeyi de unuttu, alacağı ısmarıcı da unuttu. Topal ayağının üstüne çöktü, boynunu da topal tarafına bıraktı. Ağzının şörüğü tâ göğsüne kadar indi. On dakika doya doya baktı. Koca Lele, öbür köşeden seslendi kasanın başından;
-Kızım! Orayı işgal etme! Ne alıyorsan al da gitsene.
Topal Kız baktı ki orada bir adam. Kendi kendine dedi ki: ?Her halde mal sahibi o.? Lâtif Şah´ın karşısından ayrılıp Koca Lele´nin yanına vardı. Tabi müşteri çoktu. Lâtif Şah, herkese mal veriyor. Topal Kız dedi ki:
-Efendim! Biz kırk tane cariyeyiz. Bir de hanımımız var, kırk bir taneyiz. Bize aynı kumaştan kırk bir kat elbiselik kumaş vereceksin. Koca Lele baktı ki mal bu tarafa biraz fazla gidecek. Lâtif Şah´a;
-Oğlum, o müşteriler biraz kalsın. Onlar erkektir, bu bir kız çocuğu. Şu çocuğun işini görelim de bu gitsin, onların yine işini görürüz, dedi.
Lâtif Şah;
-Peki baba dedi.
Kalktı ayağa, tarif etti.
-Oğlum! İşte falan kumaşı indir. Lâtif Şah o kumaşı indirdi. Oğlum buraya kırk bir kat elbiselik kumaş getireceksin. Ona göre ölç bakalım, dedi.
Lâtif Şah, ölçtü ölçtü ölçtü, nihayeti gelince kesti. Dürdü masanın üstüne, o tarafa itti ki kız parasını versin de alsın gitsin, diye. Kendi, yine öteki müşterilerle alış verişe başladı. Kumaş o tarafa itilince, Koca Lele dedi ki:
-Kızım bu çocuk kumaşları kesti. Parasını ver de götür, dedi. Topal Kız dedi ki:
-Emmi! Bende para olur mu? Ben bir cariyeyim. Şu oğlun mudur, çırağın mıdır yanıma kat da ben bunu has bahçeye götüreyim. Orada hanım hesabını verecek. Bu da getirip sana verecek. Hanım bana öyle emretti. Bende para yok, dedi.
O zaman Koca Lele aklından; ?Eyvah felek! Biz yanlış plan ayarladık, dedi. Bu Mihriban´ın cariyelerinden. Ben şimdi bu oğlanı bu cariyenin yanına katsam da has bahçeye gönderirsem eğer, bu zaten Mihriban için deli oluyor. O vakit, ?Mihriban´a sarılayım, öpeyim.´ der yahut ?Alayım kaçırayım.´ der. O zaman da kızı alır kaçırır. Padişah da ?Senin oğlun, benim kızımı kaçırmış.´ diye götürüp beni öldürür. Şimdi Topal Kız´a kumaşları vermesek, ?Git parasını getir de götür.´ desek Mihriban Sultan küser. ?Kumaşları götür parasını getir.´ desek, bu kumaşlar gider, para ya gelir ya gelmez.
Tereddütte kaldı adamcağız. Biraz düşündükten sonra, kendi kendine dedi ki: ?Bu kadar kumaş beleş gitmedense, Mihriban Sultan küsüp de işimi zora vurmadansa, ben bu çocuğu bunun yanına katayım gitsin. Tembihleyeyim de tez gelsin. Başka kolayı yok bu işin.?. Doğruldu Lâtif Şah´a;
-Oğlum, dedi.
-Buyur baba, dedi.
-Oğlum! Arşını oraya bırak da yanıma gel bakayım.
Lâtif Şah arşını bıraktı geldi.
-Buyur baba.
-Oğlum! Bu çocuğun bir hanımı varmış. Kumaşların parası hanımındaymış. Bununla beraber git, kumaşların parasını al da çabuk gel. Seni göreyim bak! O kadar müşteri burada. Ben mal mı vereyim, para mı alayım. Beni perişan etme tezden gel, dedi.
Lâtif Şah´ın da bir şeyden haberi yoktu, ne ettiğinden tabi.
-Peki baba, aha şimdi gelirim, dedi.
Topal Kız, sırtına kumaşları aldı. Lâtif Şah´la beraber mağazadan çıktılar. Topal Kız, Lâtif Şah´ı bir de dışarıda ışıkta görünce, aklı başından gitti. Kendi kendine dedi ki: ?Mihriban´ın cariyeliği başını yesin. Bana ne istifadesi var Mihriban´ın? Ben yolda giderken kandırır da bu oğlana varırsam, işte eşimi buldum. Zengin tüccar oğlu! Beni kutnuya kumaşa gark eder. Beni alır şehir şehir gezdirir. Diyâr-ı gurbet memleketler görürüm. Eşimi de bulmuş olurum. Zevk ü sefamla yaşarım. Boş ver Mihriban´ın cariyeliğini! Ondan bana ne hayır var?? dedi.
Kumaşlar sırtında Lâtif Şah´ın bir sağına geçiyor, bir soluna geçiyor, bir önüne düşüyor, bir arkasına düşüyor. Sağa geçerse, Lâtif Şah sola bakıyor, sola geçerse, sağa bakıyor. Önüne düşerse, yere bakıyor; Topal Kız´a hiç bakmıyor ki çocuğun yüreği ferahlansın. O kadar uğraştı ki Topal Kız haşat oldu, yoruldu. Lâtif Şah, bir yol kabağını kaldırıp da yüzüne bakmadı. ?Eyvah felek!? dedi. ?Bütün emeklerim boşuna gitti. Bir yüzüme bakmıyor ki yüreğim ferahlasın. Şunun arkasından varayım bir söz açayım. Belki konuşurken yüzüme bakarsa, ben de kaş göz işareti ederim. Aramız uyuşur.? dedi aklından. Arkasından geldi;
-Delikanlı, hiç merhametin yok mu? Ben yoruldum. Şu kumaşları bir parça da sen al, dedi.
Lâtif Şah, geriye bakmadan elini atınca, Topal Kız´ı koluyla beraber kapıp omzuna attı, yürüdü. Birkaç adım gidince, Topal Kız yeniden çabalamaya başladı. Lâtif Şah, yavaşça kumaşın pöçüğünden tutup, Topal Kız´ın kolunu güverdi. Topal Kız arkaya düştü. Kumaşlar Lâtif Şah´ın omzunda kaldı. Topal Kız, bir yuvarlandı, kalktı.
-Şükür bir yerim kırılmadı, dedi.
Topal Kız, yine sağa, sola, öne arkaya geçti. Has bahçenin kapısının önüne kadar geldiler de asla bir yol kabağını kaldırıp da yüzüne baktıramadı. Kendi kendine; ?Eyvah felek! Bütün emeklerim boşa gitti. Bu, böylece has bahçeye girer de Mihriban Sultan´ı, öbür cariyeleri görürse, bana hiç bakmaz. Şu tenha yerde şuna bir söz daha atayım. Belki bir yüzüme bakar.?
Arkasından geldi;
-Delikanlı yorulduk, dedi. Şu ağacın gölgesinde bir parça dinlenelim de ondan sonra gidelim.
Lâtif Şah geriye bakmadan;
-Bacı yorulmadım, dedi. Sağa sola geçip de ayaklarımı dolaştırma. Nereye gideceksem, arkamdan sağa sola tarif et, gidelim. Ben bir an evvel geri gideceğim, dedi.
Topal Kız, yalvardı.
-Beş dakikanın eri-geçi olmaz. Kalbimi incitme. Şurada beş dakika dinlenelim, kalkıp gidelim, dedi.
Lâtif Şah Topal Kız´ın kalbi incinmesin diye ağacın gölgesine, kumaşlar omzunda, yavaşça oturdu. Topal Kız, arkasından geldi, ?Kumaşları alayım.? bahanesiyle kumaşlardan tutup da ileriye eğilince, Lâtif Şah´ı yanağından bir kere öptü. Öpünce, Topal Kız; ?Şimdi ben bunu öptüm. Ne de olsa bu da bir gençtir. Şöyle bir sallanayım da bu da bana heveslenir. Kalkar o da beni öper, aramız uyuşur. İşimiz görüldü.? diye düşündü. Tuba kazı gibi bir ırgalandı üstten aşağı. Bu iş Lâtif Şah´ın hoşuna gideceği yerde zoruna geldi, aksine gibi. Hırsla coşup aldı bakalım orada Topal kıza ne söyledi?
Rahatça giderken nedir bu etvâr
Irgalanma kaz kümesi değilim
Boşa edalanma ey topal nigâr
Hurda toplar leylek kuşu değilim
Lâtif Şah beytini söylerken yaptığı işten pişman oldu. Geriye döndü, topal ayağının üstüne çöküp boynunu topal tarafına bıraktı, dedi ki:
-Efendim, pek o kadar hurda değilim. Ayağımın birini bir parça itebiliyorum. Bunu başıma kalkmasan, çok iyi ederdin. Ben seni öptüm. Hakkın bana geçti. Sen de beni öp de ikimizin hakkı birbirini karşılasın.
Lâtif Şah aldı bir daha:
İpeğimi kara kıla katamam
Cevherimi her pazarda satamam
Her olur olmaza meyil atamam
Ben şahinim karga eşi değilim
 
Lâtif Şah ´ım ikrarımdan dönmenem
Attan inip ben hımara binmenem
Gördüğüme yapuşuban kalmanam
Ziyarette talih taşı değilim
deyip kesti. Beytini kestikten sonra; Kız Topal Kız´a;
-Şunları al da düş bakalım peşime, dedi. Benim işim var.
Topal Kız, pişman pişman; ?Bu fırından bize ekmek yok.? deyip kumaşları omzuna alıp Lâtif Şah´ın peşine düştü. Sağa sola, yalpalayıp çekip gittiler.
Has bahçenin kapısından içeriye girdiler. Topal Kız geride, Lâtif şah önde geliyor. Mihriban Sultan da köşkün penceresinin önüne oturmuş, kafasını avuçlarının içine almış; ?Bu oğlanda bir iş var. Şu sağlam kızların birini gönderseydik, şimdiye gelirdi. Topal kızı gönderdik hâlâ gelecek! Bakalım ki salak nerede dolaşıyor? Gelmeliydi şimdiye kadar.? diye düşünüyordu. Bir ara başını yukarıya kaldır ki ne kaldırsın! Elvan Dağı´ndaki gördüğü oğlan Topal Kız´ın ön tarafında geliyor. Bunu gören Mihriban Sultan´ın aklı başından gitti, tahammül edemedi, otuz dokuz cariyesine hitaben;
-Kızlar, dedi.
-Buyur hanım!
-Kızlar, beni tutun, ben düşüyorum, dedi.
Cariyeler yanına toplandı, hanımı belinden kucakladılar.
-Aman hanım, sana ne oldu?
-Kızlar derdim azdı, sırrımın saklanacak yolu kalmadı. Beni kayımca tutun da şu sazımı bana verin hele, dedi.
Cariyeler hanımı belinden, kolundan kucakladılar. Sazını eline verdiler. Yarı beline kadar köşkün penceresinden aşağıya salınıp da aldı bakalım oradan Lâtif Şah´ın gelişine Mihriban Sultan ne söyledi?
Ben seni görmüştüm Elvan Dağı´nda
Elindeydi şah babanın fermanı
Yaşın küçük on üç on dört çağında
Bahşetmedin bir ricaya bir beni
Bunları duyunca Lâtif Şah da kendini tutamayıp aldı orada bakalım Mihriban Sultan´a ne söyledi?
Bir bakınca sarhoş eyledin beni
Keşke görmeyeydim zalim yâr seni
Tegayür hışmının zahmı var imiş
Bilmez idim bu gıbalda ben seni
Aldı Mihriban Sultan:
Gözlerim yolunu müddet çağında
Artmıştır efkârım gam merağında
Nevbahar faslının elvan bağında
Kızıl gülüm bülbül olup sar beni
Aldı Lâtif Şah:
İlgar versen o ilgarda durarım
Ruhsatından murat almak dilerim
Bir gününü bin gününe cularım
Can u dilden bilsen huluskâr seni
Aldı Mihriban Sultan:
Mihriban Han değil o kalbi kara
Sıdk ile bel bağla ben huluskâra
Eğer gelmeseydin bizim diyara
Yandırırdı Kerem teki nar beni
 
Aldı Lâtif Şah:
Sergerdan Lâtif ´im sen ettin böyle
Aşkın vücuduma saldı velvele
Huriden hoş cemal gılmandan âlâ
Melekten muteber billem yâr seni
deyip kesti. Mihriban Sultan geriye dönüp cariyelerine hitaben;
-Kızlar!
-Buyur hanımım!
-Kızlar, bu karşınızda gördüğünüz, gelen adam şahtır. Bayağı bir adam değildir. Şah karşılanır, istikballedir. Hepiniz istikbale ineceksiniz. Yolun üst taraf kıyısında bir hizaya dizileceksiniz. Ben buradan takip edeceğim. Öyle bir hizaya duracaksınız ki eğer birinizin memesi,    birinizinkinden ileri-geri durursa tepenize vurur öldürürüm, haberiniz olsun. Ağ elinizi göğsünüzün üstüne koyup, boynunuzu sağ tarafa eğip yüzünüze hafif bir tebessüm getirip, şahım merdivenin dibine gelince, iki yiğit cariye iki kolların gireceksiniz. Yavaş yavaş adımlarla şahınızı incitmeden yanıma kadar getireceksiniz, dedi.
Cariyeler;
-Peki hanım deyip köşkten aşağıya indiler.
Yolun üst taraf kıyısına öyle bir hizaya çekildiler ki ip çekmiş gibi düzgün durdular. Sağ ellerini göğüslerinin üstüne koyup, boyunlarını sağ taraf eğip, yüzlerine hafif tebessüm getirip, al yanaklarından hafif hafif gül danesi gibi çukurlar hâsıl ederek istikbale durdular. Lâtif Şah merdivenin dibine gelene kadar istikbalde selâmlalar. Merdivenin dibine gelince iki yiğit cariye iki kollarına girdi. Lâtif Şah´ın sağında solunda tuba kazı gibi ırgalana ırgalana, yavaş yavaş adımlarla Lâtif Şah´ı alıp getirip Mihriban Sultan´ın yanına, yan yana ikisini beraber oturttular.
Mihriban Sultan;
-Şah´ım! Hoş geldin, dedi.
-Sağ olasın hanım hoş bulduk, dedi
Mihriban Sultan, yukarıya doğruldu. Kızların yüzüne bakıp göğsünü geçirdi. Birinci cariye ileriye geldi;
-Hanım derdin ne?
Dedi ki:
-Kızlar, yavrum! Siz benim cariyemsiniz, ben de sizin hanımınızım. Siz benim gamımı kasavetimi bileceksiniz. Ben sizin eksik noksanlarınızı bileceğim ki bu bahçede mesut ve bahtiyar olarak yaşayalım.
-Evet hanım, dediler.
-Kızlar buradan sır çıkmaz değil mi?
Kızlar dedi ki:
-Hanım buradan can gider, sır gitmez. Korkma, serbestsin dediler.
-Ben de size güveniyorum kızlar, dedi. Tahammül edemiyorum. Beş dakika bahçeye inin de biz şurada tenha kalalım. Bir parça konuşalım, hararetimiz geçsin. Sonra gene gelir hizmetimize bakarınız.
Birinci cariye dedi ki:
-Hanım çok güzel konuşuyorsun. Evet, sen bizim hanımımızsın. Biz de senin cariyeleriniz. Her ne söylersen sözlerini harfi harfine yerine getirmek bizim için bir borçtur. Fakat bu durumda biz senin bu emrini tutamayacağız. Bu sırrı da saklayamayacağız.
-Sebebi kızım? Bana asi mi oluyorsunuz, dedi.
-Hayır hanım, asi olmuyoruz da bu oğlan gelirken sen beytini söyledin, aşkını ilân ettin. Senin bunun maşukası olduğuna kalbimiz inandı, kanaat getirdik, fakat bu oğlan da sana bir söz söyleseydi, bunun da sana karşı âşık olduğuna kalbimiz kanaat ederdi. O zaman, onu senin yanında bırakırdık. Bunun âşık olduğuna dair elde bir tutar yok. Biz de elin bayağı bir oğlunu senin yanında bırakmayacağız herhalde. Sırrını da saklayamayız, dediler.
-Evet kızım, güzel konuşuyorsun, dedi Mihriban Sultan. Fakat bu daha yeni geldi, garip! Belki sizden utanır da söyleyemez. Bunu da bir daha ki gelmesine bırakalım. O zaman söylesin, dedi,
Dediler ki:
-Hanım! Âşık kısmı derdini beyan ederken, hiç kimseden ne korkar ne de utanır, dediler. Âşık nerde olsa derdini beyan edebilir. Eğer bu sana karşı birkaç name söylerse biz de bunun âşık olduğuna kanaat etmezsek, seni bunun yanında yalnız bırakamayacağız. Bu sırrı da kimseden saklayamayacağız.
O zaman Mihriban Sultan Lâtif Şah´ın yüzüne bakınca; Lâtif Şah;
-Hanım üzülme, dedi. Söylerim ne olacak. Elden gelir bir iş.
-Peki kızlar, dedi. Şöyle toplanın da. Hepiniz duyacak kadar bağırmasın ki şahım yorulmaya. Yavaşça söyleyin, siz de dinleyin başımızdan dağılın.
-Peki, dedi cariyeler.
Etrafında çevrildiler. Bunların ikisi arkada kaldı. Lâtif Şah yukarıya doğruldu. Söyleyeceği zaman beşinci cariye el kaldırdı;
-Dur bakayım âşık, dedi. Biz Mihriban Sultan´ın yanında hizmetçisiyiz, gece gündüz emrinde duruyoruz. Aynı zamanda sır saklayacağız. Sır saklamak kolay iş değil. Eğer sen bu hanıma âşıksan bu da senin maşukan ise, sen, bizim alayımızın ismini ayrı ayrı söyleyip methedeceksin. O zaman biz de senin hakiki bir âşık olduğuna kalbimiz kanaat edecek. Seni de hanımın yanında yalnız bırakıp sırrını da saklarız, dedi.
O vakit Mihriban Sultan daha fazla tahammül edemedi, kızdı.
-Kızlar! Niye zora koşuyorsunuz, dedi. Ben içinizde senelerdir duruyorum, hepinizin adını ben bile zor biliyorum. Yoldan yeni gelmiş adam bu ne bilsin, dedi. Yolda gelirken Topal Kız´ın adını bellediyse bellemiştir. Yoksa alayınızın ismini nerden bilsin bu adam?
-Öyleyse hakiki âşık değildir bu, hanımım, dediler. Eğer adımızı bilir de hepimizin adını ortalığa çıkartırsa, o zaman biz de hükmederiz ki bu hakiki bir âşıktır. Yanında bırakırız, dediler.
Lâtif şah baktı ki iş oyalanıyor, uzuyor. Canı tahammül edemedi;
-Hanım üzülme, dedi. Söylemek benden, rast getirmek Cenab-ı Hak´tan olsun, dedi.
Aldı bakalım, orada Mihriban Sultan´ın kırk cariyesine Lâtif Şah ne söyledi?
Bu gün güzellerin seyrine geldim
Gördüm ne edalı hâli kızların
Görüp güzellerin hayranı oldum
Akar ummanlara seli kızların
 
Birsinin adı o Benli Esmer
Birisinin adı taze Güleser
Gülser kız da bana bakıp gülümser
Açar yanağında gülü kızların
 
Gülşah hayallamış zülfü perişan
Gülnaz ´ın kameti kaddi ürüşan
Zühre, Gülevatın, Zeynep, Zernişan
Narıncı gülgezdir donu kızların
 
Yıldız ´ın da yanakları kararmış
Hüsne kızın güzel rengi sararmış
Sümbüle ´nin zülüfleri taranmış
Dökülmüş gerdana teli kızların
 
Menekşe kız sağa eğmiş boynunu
Topal Eşe oyalıyor göynünü
Benli Ayşe bahçe yapmış koynunu
Koynunda meyvası narı kızların
 
Zeliha ´nın gerdanında halı var
Züleyha ´nın yanağında beni var
Meliha ´nın ne incecik beli var
Kuçmaya münasip beli kızların
 
Azize kız talaş burun vurunur
Nazile ´nin saçı yerde sürünür
Nazife kız çınar gibi uğrünür
Selviye benziyor dalı kızların
 
Arife nazlıdır ömrümü söker
Elif ´in duruşu belimi büker
Şerife konuşur balınan şeker
Tatlı tatlı söyler dili kızların
 
Acize giyinmiş atlasın hası
Lalezar siliyor gönlümün pası
Lamiya ´nın göğsü Bulgar Yaylası
Kokar yaylasında gülü kızların
 
Huriye ´nin keman kaşı turalı
Sudiye ´nin örgüleri sıralı
Nuriye yan bakma bağrım yaralı
Yareme em koysun eli kızların
 
Saliha giyinmiş dört kat eynine
Neler gelir Sabiha ´nın göynüne
Semiha kolunu dola boynuma
Sarmaya yakışır kolu kızların
 
Salatın salınıp gezer bir teher
Sayalı ´nın koynu bezistan şeher
Sarıtel ´le Suna öter her seher
Bülbül avazlıdır ünü kızların
 
 
Telli´nin duruşu gölde yeşil baş
Döne kız öldürdün biraz yana geç
Telli mezarımı yola yakın eş
Geçerken uğrasın yolu kızların
Beytini söylerken, ?Mihriban Sultan bana bakıyor mu?? diye. Mihriban Sultan´ın yüzüne baktı. Gördü ki yüzü azmış. ?Kızları methediyor da bana söylemiyor.? diye. Lâtif Şah, anladı ki kaş yapayım derken, gözü kör ediyor.
Aldı bakalım orada son beyit ne dedi:
Lâtif Şah ´ım bende ikrardan dönmem
Gördüğüm güzele meylimi vermem
Alayın verseler bir pula almam
Mihriban ´a kurban canı kızların
deyip kesti. Mihriban Sultan;
-Kızlar gönlünüz oldu mu, dedi.
-Tamam hanım, dediler.
-Hadi gidin başımdan, dedi.
Cariyeler has bahçeye indiler. Lâtif Şah´la Mihriban Sultan, köşkte yalnız kaldılar. Latif Şah, köşkte üç gün kaldı, ama bunlar birbirlerine doyamadılar. Ayrılma vakti geldi. Lâtif şah, gitmeye hazırlandı. Bunu gören Mihriban´ın Sultan´ın gözleri doldu. Gözlerinden dolu tanesi gibi akıtmaya başladı. Bunu gören Lâtif Şah kendini tutamadı, bakalım orada Mihriban Sultan´a ne söyledi?
Kalk ayağa ahd ü peyman eyleyek
Kesme benden hulus itibarı kız
Güzel yüzün görüp şada düşmüşüm
Kalmadı gönlümün intizarı gız
 
Pilte yanar şule verir yağlardan
Bülbül öter seda gelir bağlardan
Tomurcuk tomurcuk ağ buhahlardan
Tezelenip ağ sinenin barı kız
 
Lâtif de lebinden emdi bal gibi
Nem çekif çiğnenmiş kızıl kül gibi
Ağ gerdandan akan gülab sel kimi
Diyesin ki misk amber teri kız
Lâtif Şah gecikince, bu tarafta Koca Lele de vay yandıma düştü. Gözleri gerili kaldı. ?Eyvah felek! Keşke bu kumaşlar parasız gideydi yahut Mihriban Sultan küseydi, bundan iyiydi. Bu oğlanı gönderdik. Herhalde mahsus gelmiyor ki diretecek Mihriban Sultan´ı alıp kaçıracak. Bir de kendimize evlât ettik bunu. Sabahleyin padişah, ?Oğlun kızımı kaçırmış.´ diye beni öldürecek. Keşke güvermeseydik.? diye dört dönmeye başladı.
Lâtif Şah´ı aramaya çıkacak ya iki cihetten çıkamıyor. Zaten müşteri kalmamıştı, herkes çekilip gitmişti. Birincisi Lâtif Şah´ın ne tarafa çıktığını bilmiyor. Çünkü mağazanın içindeydi. Lâtif Şah, sağa mı gitti, sola mı gitti, mağazanın ön cephesine mi, arka cephesine mi gitti? Ne tarafa gittiğini bilmiyor. Bu sebeple çıkamıyor. İkincisi de mağazaya gelen Keçel Mehmet idi. Bu Keçel Mehmet´in işi, gücü ve yeri yurdu yok, gelmiş tezgâhın arkasına oturmuş kalkıp gitmiyor ki Koca Lele kapıyı kitleye de o yana bu yana takip ede. Canı tahammül etmiyor. İçerde de duramıyor amma Keçel Mehmet de kalkıp gitmiyor. Bunun da Keloğlan´ı kovmak işine gelmiyor. Yeni geldiği için hiç kimseyi tanımıyor. Olur ki ?Bu bir hükümet adamıdır. Bir siyasi kılığına girmiştir, padişah tarafından gönderilmiştir. Beni burada kontrol eder.? diye, Keçel Mehmet´i kovmak da işine gelmiyor. Dönüyor mağazada Keçel Mehmet´le biraz konuşuyor. Arada bazen kafasını kapıdan uzatıyor, sağa sola bakıyor Lâtif Şah yok. Akşam ezanı oldu.
Lâtif Şah da köşkte, akşam ezanına kadar muhabbet etti. Akşam ezanı olup da biraz karanlık kavuşunca, muhabbet sakinleşti tabi. Dedi ki:
-Hanım! Senin sevginle burada kaldım epeyden beri. Koca Lele da bana ?Çabuk gel.? diye tembih etmişti. Gayrı müsaade buyur da gideyim. Yerini belledim ya sabahtan yine gelirim ben,
Mihriban Sultan dedi ki.
-Şah´ım! Sen yerimi belledin. Sabahtan yine gelirsin, bir gün yine gelirsin. Bir günde iki kere üç kere gelmeyi de istersin; fakat burası padişah kızının has bahçesi! İcabında iş babama nakleder. Başımıza olmadık belâ çıkartırız. Sen git birkaç gün gelme. Ben sana bir yol hazırlarım. Benim hazırladığım yoldan gelirsen, uzun müddet gelir gidersin. Hiç kimse görmez ve sezmez.
-Peki hanım, dedi Lâtif Şah.
-Şimdi şu kumaşları hesap et. Parasını vereyim de şimdilik git hele, dedi. Birkaç gün gelme.
Lâtif Şah;
-Ne parası hanım, dedi.
-Ne parası olur mu? Bu kadar kumaş ta Yemen şehrinden babamın hayrına mı geldi?
Dedi ki:
-Hanım! Sen biliyorsun ki ben tüccar değilim, şahım. Bu kumaşlar senin nâm-ı hesabına geldi. Ben para alamam.
-Ya?
-Yüzüm de tutmuyor hanım. Zaten işin hesabı kaçtı! Sağ taraftan bir buse daha verirsen, alıp buseyi hepsini helâl edip gideceğim, dedi.
Mihriban Sultan, buna sağ tarafından bir ayrılık busesi daha verdi. Lâtif Şah´ın hoşuna gitti.
-Hanım, bir de sol taraftan ver de kırk kat daha borcum olsun, dedi.
Bu sefer, Mihriban Sultan dedi ki:
-Şahım bir de sol taraftan vereyim de bu da bedava olsun.
Lâtif Şah, Mihriban Sultan´ın bir de sol tarafından aldı buseyi. ?Yarın da kırk kat kumaşı göndereyim.? deyip has bahçeden çıktı geliyor.
Lâtif Şah, mağazaya doğru yola çıktı. İhtiyar da Keçel Mehmet´le bazen konuşuyor, bazen de mağazanın kapısından uzanıp sağa sola bakıyor demiştik. Bir ara kapıdan boynunu uzattı ki Lâtif Şah geliyor. ?Çok şükür Mevlâ´ya! Elime geçti ya daha bırakmam bir tarafa.? Geriye döndü aklından dedi ki: ?Yahu! Bu oğlan Mihriban Sultan´ın yanından geliyor. Şimdi kapıdan içeri girer. Mağaza zaten karanlıklaştı. Dışarıdan gelen adamın gözü biraz daha karanlık olur. Keçel Mehmet´i burada göremez bu. ?Ben Mihriban Sultan´ı buldum.´ derse, Keçel Mehmet bunu duyar. Keçel Mehmet, gidip padişaha söyleyemez, ama Keçel Mehmet birine söyler, o ona söyler, derken bunu padişah duyar. Şöyle mağazanın ortasında durayım da bu kapıdan girer girmez; ?Be oğlum, nerde kaldın? Bak, şu adam da ne alacaksa alacak. Bu da bekliyor.´ diye Keçel Mehmet´i göstereyim, söylemesin. Biraz bağırıp çağırayım da!?
Koca Lele bu tedbiri aldı, duruyor. Lâtif Şah içeri gelip de mağazanın içine girer girmez, Koca Lele geriye döndü;
-Be oğlum, nerde kaldın, şimdiye kadar yahu, dedi.
Lâtif Şah ses etmedi. Bunun üzerine Koca Lele, Lâtif Şah´a telle şunları söyledi:
Dost bağından gelen oğlan
Tebdil-i mekân mı gördün
Şad-ı hurrem gördüm seni
Bir şah-ı huban mı gördün
Lâtif Şah da cevap olarak Koca Lele´ye dedi ki:
Lele girdim dost bağına
Maşakkat divanı gördüm
Bir azim mücazatla
Ceng-i Nuh Tufan´ı gördüm
Aldı Koca Lele:
Yâri bahçede buldun mu?
Haline vukuf oldun mu?
Şad olup murat aldın mı?
Taht-ı Süleyman mı gördün
Aldı Lâtif Şah
İbrişimler sağ u solda
Ciga pervaz eğler telde
Hulusu tek can u dilde
Sevdiğim cananı gördüm
Aldı Koca Lele:
Sensin dinim hem imanım
Ey benim aziz yaranım
Lele ´di senin kurbanın
Şerafette şan mı gördün
Aldı Lâtif Şah:
Lâtif ´in meşakkat nazı
Yüzünde ciga pervazı
Hindistan Şahı´nın kızı
Mihriban Sultan´ı gördüm
Bunları bir köşede, Keçel Mehmet dinliyordu. Koca Lele, Lâtif Şah´a;
-Oğlum, sen üç gündür ne yaptın söyle bakayım, dedi.
Lâtif Şah, orada aldı bakalım bir da:
Lele vardım dost bağına muhabbet bulmuş gibiyim
Sevdasından sarhoş oldum seyrana dalmış gibiyim
Çok şükür gördüm yüzünü dağılmıştır fikrim menim
Derd-i gam hicr-i mihnetten men azad olmuş gibiyim
 
Çalınsın sur-u İsrafil ister kopsun kıyameti
Feyekün kelimesi ile feth eylesin memleketi
Mansur gibi darda kalsam demem hiç çektim zahmeti
Şükür olsun ol Huda´ma muradım almış gibiyim
 
Serine indi Lâtif ´in ol sevdanın zelzelesi
Dü çeşmimden akar oldu bu didemin piyalesi
Civan yârin müştakıyım garip gönlüm müptelası
Daha gayrı güzellerin terkini kılmış gibiyim
Koca Lele´nin korktuğu başına geldi. Lâtif Şah, ? Mihriban Sultan´ı gördüm? deyince, bir köşede duran Keçel Mehmet, tezgâhın arkasından kalktı;
-Kimi gördün, dedi.
Lâtif Şah baktı ki orada bir Keloğlan. Keloğlan´a karşı sözünü geriye alamadı;
-Mihriban Sultan´ı gördüm, dedi.
Keçel Mehmet;
-Vay düzenbaz! Babası onu belki bana verecek umuduyla yaşıyordum. Tâ Yemen şehrinden beri sürtüne sürtüne başıma belâ mı geldin? Gideyim babasına söyleyeyim, deyip tezgâhtan sıçradı.
Lâtif Şah, kapı tarafından çekildi, Keçel´in söylediği zoruna gitti. Kılıcını çekti, belinden çıkarttı, geriye kaldırdı ki Keçel Mehmet´i vura, belinden kopara. Koca Lele, arkadan gelip, kılıçlı koluna kayımca sarıldı.
-Etme oğlum. Keçel, elinde serçe kuşu kadar tutunamıyor. Keçel´i vurup da belinden kopartmak senin için çok kolaydır. ?Dirinin sahibi olmaz, ama ölünün sahibi çok olur.? Senin bunu öldürdüğünü padişah duyar, askerini üzerimize havale eder. Dükkânımız tezgâhımız, bütün malımız hep gider. Ben, askerin ayağının altında kalırım. Sen, kendini kurtarsan bile beni öldürürler. Senin işin görülmez, işin zora vurur. Etme, Keçel´in kanını bana bağışla, deyip yalvardı.
Keçel Mehmet;
-Mihriban´ı ben alacaktım, dedi.
Lâtif Şah´ın zoruna gitti. Koca Lele, yalvarıyor. Koca Lele´nin hatırını kırıp vuramıyor. Hırslanıp coştu. Aldı bakalım orada ne söyledi?
Dükkân tezgâhın n´eylerim
Çıkar dağlara yaylarım
Çarpar yerlerde çiynerim
Seni uyarsız kel seni
 
Karşıma çıkma yıkarım
Başına tasma takarım
Hurcun çayıra çakarım
Küçük ayarsız kel seni
 
Değmişsin bu kadar kine
İnsan olmamışsın yine
Anca yakışırsın ine
Ele uyarsız kel seni
 
Öp ihtiyarın dizini
Ona bıraktım özünü
Aldın Lâtif ´ten sözünü
Duygu duyarsız kel seni
Beytini kestikten sonra;
-Bana bak Keçel, dedi. İhtiyarın yalvarışına dayanamıyorum, seni bırakacağım. Git, fakat eğer bunu bir yerde laf edersen, söz de gelir beni bulursa, elime geçersen en büyük parçan burnunla kulakların görünür. Seni parça parça ederim, dedi. Hadi git, deyip Keçel Mehmet´i güverdi.
Keçel Mehmet, bunun elinden çıkınca, kurdun elinden kuzu kurtarmış gibi öyle bir fırladı ki beş on sokak dolaştı gitti. Hızı kesildiği vakit, bir çenenin başına vardı, eylendi. Kaba kaba soluyor. O zaman aklı başına geldi. ?Hey kahpe uşağı!? dedi. Sen atmış paralık bir Keçel Mehmet´sin Koca bir padişah, kızını sana verir miydi? Verse bile, Mihriban Sultan sana gelir miydi? Aklın yüzünden başına belâ çıkardın. Ben duramam bunu bir yerde söylerim, benim çenem gevezedir. O zaman bu oğlanın eline geçerim, bu beni parçalar. Ben, başımı alayım da bu memleketten kaçayım. Başka kolayı yok bu işin. Ölmedense kaçalım. Ama ben Mihriban Sultan´ı zaten bir-iki gün görmesem deli oluyorum. Kaçtığım yerlerde bunun hasretine nasıl dayanacağım? Yâ Rabbi! Bu kez de, öyle ölürüm.? dedi. ?Ben bunun hasretine dayanamam, verem olur, ölür giderim. Ben Mihriban Sultan´ın hasretine dayanamam ölürüm ölmesine, son olarak şunun Has Bahçesi´ne gideyim de bir daha göreyim. Hiç olmazsa kaçtığım yerlerde hayali gözümde beraber gitsin. Hayalleyim de kendimi avutayım.? dedi.
Keçel Mehmet´in yeri, yurdu, yatacağı, yiyeceği hiç bir şeyi yoktu. Her gün üç öğün Mihriban Sultan´ın has bahçesine gelirdi, sabahtan er vakitten akşama kadar. Oradan Mihriban Sultan´a bakar, bazı heveslenirdi Keçel Mehmet. O da koca bir padişahın kızı, Keçel´e gelir mi? Mihriban Sultan´ın hiç haberi yok zaten. Bu Keçel Mehmet´in Mihriban Sultan´a olan sevgisi bu işte.
Yatsıdan biraz evvel, akşam namazı epeyce sonra, gelip has bahçeye girdi Keçel Mehmet. Tabi her gün geliyor. Cariyeler gördü ki Keçel Mehmet geliyor. ?Herhalde acıktı da geliyor.? dediler. Biliyorlar zaten. Keçel Mehmet bahçeye girince gördü ki Mihriban Sultan o üzerindeki siyahları çıkarmış, Lâtif Şah´ını bulduğu gün kırmızılara gark olmuş, cariyelerini sağına soluna katmış, Topal Cariye saçlarını altın tepsinin üstüne koymuş has bahçede o yana bu yana gül koklatıp gezdiriyorlar.
Keçel Mehmet geldi, Mihriban Sultan´ın bir sağına baktı, geçti yüzüne baktı, göğsünü geçirdi. Bir soluna geçip yüzüne baktı, göğsünü geçirdi. Kızlar;
-Keçel, ocağın bata, dediler. Ne geziyorsun git de bir az karnını doyur, yemek soğumadan, biraz ye, dediler.
Keçel Mehmet, baktı bir çare yok, mutfağa geldi. Bir parça karnını doyurdu. Kızlar Has Bahçe´deyken o yana bu yana baktı, Mihriban Sultan´ın resmini gördü. Resmi görünce; ?Çok şükür Mevlâ´ya! Kör kuşun yuvasını Allah yapar.? dedi. ?Ben bu resmi çalayım, cebime koyup kaçayım. Diyâr-ı gurbetlerde Mihriban Sultan aklıma düşünce, hiç olmazsa resme bakayım da gözümü gönlümü eğleyeyim. Başka kolayı yok bu işin.? dedi.
Keçel Mehmet, Mihriban Sultan´ın resmini çalıp koynuna koydu. Has Bahçe´den çıktı, hemen o gece Hindistan şehrini terk etti, kaçtı. Yani şöyle anlatalım ki daha iyi anlarsınız, mesela, Sivas´tan çıkıp Kayseri´ye kaçtı, vilâyet değiştirdi. Oralarda biraz dolaştı-molaştı, iş bulamadı. Ekmek parası kazanamadı. Oradan çıkıp öteki şehre kaçtı, oradan öteki şehre derken, -Feseli denilen bir memleket vardı- Feseli´ne kadar gitti. Feseli´nde o yana bu yana dolaştı, ama Keçel Mehmet´in açlıktan dili durdu, gözleri karardı. İyice takati kalmadı. Cebinde de beş kuruşu yoktu. Bir çenenin başına oturdu. Karnını dizine verdi. Karnı gurul gurul ötüyor. O zaman aklı başına geldi. ?Eyvah felek!? dedi. ?Eyvah! Mihriban Sultan bana gelir miydi, padişah bana kızını verir miydi? Aklım yüzünden diyâr-ı gurbetlere düştüm, acımdan öleceğim.? dedi. ?Ben bunun yüzünden diyar-ı gurbetlere düştüm, acımdan öleceğim ölmesine, bari ölmeden şunun resmine bakayım da gözüm gönlüm eğlensin.? Cebinden resmi çıkardı, bakıyor, ama resmi evvelki gibi gözüne hoş gözükmüyor. Karnı aç olduğu için bayağı bir kâğıt şeklinde görünüyor. Boynunu büktü resme bakıyor?
Feseli´nde de o zamanın behrinde bir padişah vardı. Böyle güzel kızlara çok meftun ve müptelâ idi. Zevk ü sefasına düşkündü. Senede iki tane resimci çıkartırdı. Birini o taraf şehirlere birini bu taraf şehirlere, köylere gönderirdi. Padişah da hangisinin getirdiği resmi daha fazla beğenirse, ona çok bahşiş ihsan verirdi. Esfendiyar isminde bir ordu kumandanı vardı. Esfendiyar´ı gönderir, derhal o kızı getirtir, zevk ü sefasıyla yaşardı.
Keçel Mehmet de kaçarken kaçarken o belâlı diyara düşmüştü işte. Köşenin başında Mihriban Sultan´ın resmine bakarken, Feseli Padişahı´nın resimcisinin bir tanesi arka tarafından geçiyordu. Keçel Mehmet´in elindeki resmi gördü. Tabi senelerce resim yapmış adam. Bunu görünce iyi bir resim olduğunu anladı. ?Yahu! Ben bu adamdan bu resmi satın alıp götürür de padişaha verirsem, çok bahşiş alırım.? dedi. Arkasından geldi ki bir Keloğlan.
-Oğlum Keloğlan!
Keçel Mehmet, doğruldu ki bir adam.
-Buyur emmi!
-Oğlum, bu resmi nereden aldın?
-Olmaz olsun emmi! Bu resim değil mi beni yerimden yurdumdan edip de diyar-ı gurbetlere düşüren.
-Kim bu oğlum, dedi.
-Buna Hindistan şehrinde Erciyâr Hükümdarı´nın kızı Mihriban Sultan derler emmi, dedi.
-Sağ mı bu resmin sahibi şimdi?
-Sağ bekâr kız, dedi.
-Ulan Keloğlan, bu resmi bana satmaz mısın?
Keçel Mehmet, parayı duyunca gözlerini fal taşı gibi açtı. Acından ölüyordu zaten.
-Satayım emmi. Kuru bir kâğıt, karnımı doyurmuyor ya sanki.
-Ne istiyorsun, Keloğlan? İste bakalım.
Keçel Mehmet, korktu ki fazla isterim de herif almaz başıma kalır diye.
-Emmi, iki ekmek parası versen yeter, dedi.
-İsteyemedin Keloğlan. Aha sana dört ekmek parası. deyip herif resmi elinden aldı.
Resmi aldı, dükkânına götürdü. Güzel süsledi, bezeledi. Tabi Keçel Mehmet´in koynunda kırışmış buruşmuş. Adam akıllı resmi süsledi bezedi, alıp Feseli Hükümdarı´nın huzuruna geldi. Padişah´ı selâmlayıp resmi masanın üstüne koydu, geriye çekilip el bağladı. Feseli Padişahı, makamında otururken, resmi görünce aklı başından gitti. Makamdan birkaç sefer kalktı kalktı geri oturdu. Sordu ki;
-Resimci, bunu nerden aldın?
Dedi ki:
-Padişahımıza daha âlâ kızlar bulayım da gönlünü görsün, devranını sürsün, diye Hindistan şehrine kadar gitmiştim. Orada Erciyar Hükümdarı´nın kızı Mihriban Sultan derler buna. Resmini yapıp sana getirdim, dedi.
-Vay sağ olasın resimci, dedi. Bunu götürün hazineye, alabildiği altın kadar alsın, dedi.
Resimci, dünyalığını aldı gitti.
Emir ferman buyurdu:
-Ordu kumandanım Esfendiyar huzura gelsin.
Esfendiyar emri alıp huzura geldi.
-Buyur padişah´ım, deyip huzura durdu.
-Oğlum Esfendiyar!
-Buyur padişahım.
-Oğlum senin bende çok emeklerin var. Senin hakkını ödeyecek bir durumum kalmadı benim. Fakat sana son olarak bir vazife veriyorum. Bu vazifeyi de evvelkiler gibi yerine getirirsen daha bundan sonra sana vazife yok. Maaşını al, istediğin yerlerde gez. Ye, iç, yaşa. Daha vazifen yok. Bu son, dedi.
-Buyur padişahım, dedi.
-Oğlum şu resmi görüyor musun?
-Görüyorum Şah´ım, dedi.
-Buna Hindistan şehrinden Erciyar Hükümdarı´nın kızı Mihriban Sultan derlermiş. Bunu senden bergüzar peşkeş olarak istiyorum. Şimdi buradan çıkar Hindistan´a varırsın. Erciyar Hükümdarı´na bir yol