Türkler Anadolu´ya boylar halinde geldi ve her şehre dağıldılar. Bugün Anadolu´da üstü tozlanan bir Türkmen Tarihi vardır. 1927 Nüfus sayımı itibariyle %88´e yakın bir köylü nüfus vardır, şimdi ise tersine bir akışla kentleşme söz konusudur. Bu süreç içerisinde şehirlerimizin de, köylerimizin de hem tarihi, hem beşeri coğrafyası alt üst olmaktadır. Modernitenin ve modern uygarlığın tüm dünyada ve coğrafyamızda insanların psikolojisini bozduğunu söylemek büyük bir keşif olmaz. Ama psikolojisine mahkûm olan insanlardan, toplumlardan sağlam bir duruş ve görüş beklemek ?ham hayal? olur.
Tarih ile insan arasındaki bağ kaybolduğunda; şehri ve köyü yok eden, istismar eden yeni bir kentli kalabalık ortaya çıkmaktadır. Bu kentli kalabalığa kitle denilmektedir. Kitlenin tüm dünyadaki ortak kimliği ?tüketici? olmaktır. Fert başına düşen tüketim miktarını artırmak biricik hedeftir; din başta olmak üzere bütün yüksek değerler de hunharca tüketilir. Kültürel motifler kentli üst zümrelerin daha çok maddi mal tüketmek için, manevî meta haline getirilmiştir. Görünüş itibariyle son derece dalkavukça ve gizli bir biçimde yürütülen değişik tondaki milliyetçilikler birbirine rakip göründüğü anda bile birbirini tamamlar. Kapitalizmin meşruiyetini din üzerinden sağlayan ?dindar sağcılık?la, aynı meşruiyeti bir başka mezhebi gibi savunan ?dindar olmayan solculuk? arasındaki bütün ahlakî benzerliklerin temeli budur. Bu benzerlik, şu günlerde tavan yapmıştır. Dikkat çekici olan husus, bu iki kesimin de iktidardan faydalanma fırsatı çıktığında, manevî kültürünü pazara sürmeyen insanları hedefe yerleştirmeleridir. Meşruiyetlerini daha üst bir kültürleri/dinleri olan moderniteye kabul ettirmek için bunu acımasız bir biçimde sürdürmektedirler. Bir fert olarak 28 Şubatçıların muktedir kıldığı bürokrat, akademisyen, siyasetçi üçlüsünden gördüğüm düşmanlığın benzerini; şu andaki iktidarın muktedir kıldığı ?dindar sağcılar?dan görmüş olmanın sosyolojik temeli budur. Şahsi değildir ve şahsıma da buradan bir özgünlük çıkarmam kibir olur ama göğsümü gere gere özge ve özgür olduğumu rahatça söyleyebilirim, çocuklarıma da miras kalsın isterim. Bana benzeyen herkes aynı durumdadır; hatta kişilik itibariyle fikrine samimiyetle bağlı olan  ?dindar olmayan solcular?la da bu noktada yollarımız kesişebilir; paydamız da ?vatan? olabilir.
Reel bir tablo çizmeye çalıştım ve asla umutsuz değilim, sadece karamsarlık olabilir ve bu benim için yaşama sevincini yitirmeme neden olacak bir gerekçe ve psikolojik bir sebep olamaz. Gelecek yüzyıla doğru ve hakikatin en haysiyetli terennümü olarak muayyen bir iddiası olanların samimiyetini ?tüketim ahlakı?nı meşrulaştıran dindarlığa ve her çeşit münharif ideolojiye mesafeleri belirler; belirleyecektir. Bu mesafe, dünyeviliğe şu anda Protestanlıktan daha sahte ve iğrenç bir yakınlıktadır.
Tarihi yeniden okumak için Anadolu iyi bir mekândır ve okumak gerekir. Daha önemlisi tarihini birinci kata sağlamca yerleştiren bir sosyoloji inşa edebilmeliyiz.
Kabaca son on yıldır bu çizgide bir ?kültür ve maarif politikası? belirleme imkânı vardı. Bu imkânı mümkün hale getirecek en ufak bir ciddi atılım gördüm diyen yalan söyler. Bu ancak insan ile olur, yani beşerî malzeme ile olur. Kendini tüketim miktarını artırmak için mevcudu muhafaza eden maslahatçılıkla vardığımız noktayı kazanç olarak görmek, sadece bu işten kârlı çıkan ?cüzdan vicdanlılar?a yaraşır bir vasıf olabilir.
?Ham hayal? sahibi olmak ile ?olgun hayal? sahibi olmak arasındaki farkı, yaşadığım son yıllarda daha iyi anladım. Belli bir kesimin nefretini de buna borçlu olabilirim; yani kapitalizmin din üzerinden meşruiyetini sağlayan kesimin. Fetöcülükle nihayetlenen ahlakın esası da bu idi; bu yüzden karşılaştığımda ?Selam!? der geçerdim. Fetöcü ahlaklıların sayısı ise Fetöcülerle sınırlı değil? Bir yorgunluğum varsa bu ?metal yorgunluğu? değil, tescilli Fetöcülerin ve Fetöcü ahlaklıların saldırganlıkları yüzündendir. Bu tam bir ?Nefret Ahlakı?dır; içlerinde hiçbir şeye karşı Allah için en ufak bir sevgi taşımazlar. Bu zevatın hal ve hareketlerine bakıldığında: özelde Sivas´a ve benzer şehirlerin tamamında derin bir ?Şehir Düşmanlığı? taşıması bile mümkündür. Çünkü büyük bir bölümünün şehirli olmayışı da ilginç sayılabilir. Şehir ve köy ikiliği gibi sahte bir sosyolojiden değil; bir ?şehirli ahlakı?ndan bahsediyorum. Bu ahlak, ?tüketim milleti? olmak karşısında önemli bir direnç sağlar; en önemli göstergesi ise bozmak değil, imar etmek bilincine sahip olmaktır. Ne yazık ki, bu şehirde böyle bir niyete sahip bir İslamcı STK(!) olmadığı gibi, bu ahlaka sahip olanlar da ?görünmez el? tarafından bertaraf edilmektedir.