Saçlarımın bir şehirde ve şehirle beraber ağarmasını isterdim. Ben de sonra nice âdemoğlu gibi göçerdim, şehir varislerimize kalırdı. Eskiden ama çok da eskiden değil, Herif (arif) olan erkek, evini kendisi yapar; kadın o evi yuvaya çevirir. Onun içindir ki ?Yuvayı dişi kuş kurar!? demişlerdir. Kendi evini kendisi yapan erkekler çağı çoktan geçti; eşlere düşen şey kooperatife girmek yahut Toki´ye yazılmaktır. Kendi evimi yapma fikri, bugün bile bana heyecan vermektedir. Elbette duvarcısı, dülgeri, sıvacısı olacaktır ama nasıl bir ev istiyorsam öyle yapacaklardır. Mimara, mühendise ihtiyacım olur muydu? Kafa dengi bir mimara danışabilirdim, ücretini de verirdim elbette. Mühendise ise yine danışabilirdim ama mimarlık kumaşı olmayan mühendisle işim olmaz. Ustaların, kalfaların tecrübeleri, bir evi yapacak hendesî bilgiyi bugün dahi ziyadesiyle içinde barındırmaktadır. Kaç gün oldu şunun şurasında mimarlığın, mühendisliğin mektebi kurulalı? Eski şehirlerdeki bazı resmî binalar dışında mimarı bilinen yapı yoktur. Her alanda olduğu gibi mimarlıkta da insanların bütünle alakasını kesmekle muvazzaf mektepler, modernitenin icadıdır. Bu vazifeliler, âleme/şehre nizam vermenin devlet, müteahhit işbirliğine bağlanmasının en önemli tamamlayıcı parçasıdırlar. Mesleklerini ifa için pergel, cetvel, gönye, iletki takımı yeterlidir. Tabii, mezkur haceti mimar ve mühendisler masada kullanır. Masada şekil verip, sahaya/arsaya iner uygular; modernizm de işte budur. İnsana da masada şekil verip, demokratik demokratik piyasaya monte etmiyorlar mı? Ustalar genellikle bunları bilmez; ?karar? diye bir ölçüleri ve kadimî zamanlardan devraldıkları bir ?göz terbiyesi?ne sahiptirler. Ortaya da nesilleri birbirine bağlayan muhteşem bir ?göz kararı? çıkar. Baş aletleri ise çekül, su terazisi ve ?çırpı ipi?dir. Şehrin mimarisi, ?göz kararı?nın tecellisi; kent ise masa başında dikte edilen bir kararın takdiridir. Piyasanın diktatörlüğünü demokrasi diye yutturmak için, kent en ideal yerleşkedir. ?Saçlarımın şehirle beraber ağarmasını isterdim?? cümlesiyle başlamıştım, unutmadım. Ab-ı hayat kimseye nasip olmadı ama insanoğlu onu şehre içirmiştir. Yerin altına göçmediği müddetçe şehir, her nesilden bir nefes alarak omuzları dik bir ak saçlı gibi hayatını sürdürmüştür. Bu ak saçlı bilge, her nesilden bir nefes aldığı gibi, kucağında taze nesiller büyütmüştür. Yeraltına göçen şehirlerin her birinin hikâyesinde ihanet başroldedir. Elan hüküm süren tüketim toplumunun hayat tarzını, hayat tarzı olarak ikame eden Pompei, Sodom, Gomore gibi şehirler, yeraltına göçmüştür. Göçüşün mazmununda ?tabiat dışı cinsellik? de vardır ama sadece bir veçhesidir. Kazılarda bile yapı olarak asaletli gözüken bu tür şehirler, hayat tarzı olarak ?tüketim kenti?ne geçen sakinlerinin yükünü taşıyamamıştır. Sonrası, tarihi yaratan adaletin mutlak sahibinin takdiridir. Tüketim kentlerinin sadece bir veçhesinin, ?tabiat dışı cinsellik? olduğunun bir defa daha altını çizelim; malum, işin bir de güncel yanı var. Güncelden yana nasibim kıt, sadece ibretle temaşa ediyorum. Mevzu şöyleydi: Saçlarımın şehirle beraber ağarmasını isterdim! Böyle ünlemiştim? Herkesin hikâyesi değilse de yazdığım, en azından benimle aynı nesilden ve yanaşık gönle sahip olanları da ilgilendirir. Bu yüzden çoğul devam edeyim. Saçlarımız şehirle beraber ağarsaydı, torunlarımız ak saçlı dedelerinin kucağında büyüyecek, eşikten dışarı adım attıklarında ak saçlı şehirle bütünleşeceklerdi. Parkta çocuklar ?part time bakıcı?larıyla zaman geçirirken; bir kaç ihtiyar banklara oturmuş, parke taşlarına bakıyorlar. Kentlerin gerçekte miras bırakanı da yoktur, mirasçısı da... Kentler masa başında planlanarak nasıl inşa edildiyse, kentlilerin hayatını sürdürebilmesi için her ne lazımsa planlanarak ve piyasalar vasıtasıyla önlerine konur. Değişim-perest kent düşünürleri; sele kapılarak suyun akışı istikametinde hareket eden ölü koyunları diri saymaktadır. Kendileri bilirler, benim yaptığım iş ?değişimi anlamak?tır; anladığım kadarını da anlatıyorum. İşe bir de felsefî malzeme devşirip, bilimsel boyut katmaya çalışanlar var; sağ olsunlar ortaya ?cehaletin evrimsel felsefesi? gibi işlek bir alan açmaktadırlar. Bir denesem mi acaba?