Kuluz ve kul başına türlü türlü hâl gelir…
Varoluşumuz gereğidir, birden çok rolümüz daima vardır…
Günümüzde de, eskiden de kişiliğin ölçütü rollerimiz değil, tarzlarımızdır…
“Oyunu nasıl oynadığı” sadece fertler için değil, devletler için de kişilik göstergesidir…
Sahne, dünya hayatının bizzat kendisidir…
Dünya hayatı ise herdem inkılâp üstündedir, dönmededir.
Bu döner sahnede, dönüp dönüp aynı rolü/rolleri oynama imkânımız yoktur…
Dostlar değişir…
Düşmanlar değişir…
Savaşların biçimi, barışların bedeli ve süresi değişir…
Ve rollerimiz de elbette değişmelidir…
Ama nasıl?
İki türlü kişilik ve iki türlü rol ortaya çıkar işte bu “Nasıl?”ı kurcaladığımızda.
Birincisi, rolünüzü elinize tutuştururlar ve oynarsınız…
İyi oynarsınız alkışlarlar; Nobel, Oskar yahut yılın enlerinden bir en ile ödüllendirirler.  Bu tür fertlerin, devletlerin görüş geliştirmeye, strateji üretmeye ihtiyaçları yoktur; peyk kişiliklerdir.
İkincisi, senaryoyu kendiniz yazarsınız, rolünüzü kendi tarzınızla oynarsınız.
Bu tür fertler ve devletler, hayat karşısında dem be dem kendini tazeleyerek yolların devam ederler. Kelimenin tam anlamıyla “esasoğlan”dırlar; peyk, figür, figürasyon değildirler. Kimse ödül vermez bu kişi ve devletlere; kazandığı özüyle öznesiyle kendinindir. Ödüle, revaca da ihtiyaçları yoktur.
İç ve dış faktörler karşısında rolünüzü elinize tutuşturuyorlarsa beynelmilel yapımcılar indinde sizden iyisi yoktur. Senaryonuz özgün, rolünüzde esaslı ise bu dünyada rahat yüzü göstermezler. Kişilikli olmanın ve yaşamanın bedeli ağırdır; “olmak” ağır bir oluşum gerektirir…
Bugün insanlığın da, devletlerin de en büyük derdi dünya sahnesini etkileyen faktörlerin çokluğudur. Özgün ve istikrarlı kişilik, devlet, devlet adamı, hatta aile reisi bulmak zorlaşmıştır. Bazen Tanzanya’nın döviz kuru bile sabah kahvaltısındaki babaların babası rolünüzü etkiler, değiştirir; değiştirmeye zorlar.
Evvela: Böyle bir dünyada olduğumuzu bilmek gerekir…
Sonra: “Kendiniz” olabilecek kuvvet ve donanıma malik olmanız…
İkisi de yoksa elinize rolünüzü tutuştururlar, tıngır mıngır oynatırlar…
Biz ne durumdayız diye sorarsanız, henüz yaşadığımız dünyanın ne olduğunu idrak edebilmiş insan sayısı yeterli değil. İdrak edenlerde de hedef ve gönül birliği yoktur.
Bir tarz ortaya koymaya çalıştığımızda iç ve dış faktörler tehdit olarak algılıyor… Her alanda böyle: Basında, sanatta, edebiyatta, içte, dışta, yurtta ve cihanda…
Uyaroğlu olanlar daima kârlı, alıp ellerine bir tekst rollerini ezberliyorlar…
Ama bunlar aktör değil, faktör yahut aktöre lazım aksesuardır; katmadeğerleri kadar kıymet ve ödül kazanırlar ve eyyama göre de dümen tutarlar…
Türkiye’nin işi de, Türklerin işi de zor…
Bu yüzden en ağır eleştiriler yönelttiğimiz yerli aktörlere, eleştirilerimizin sıkletiyle mukayese edilmeyecek ağırlıkta dualar da etmek gerekir.
Ben öyle yapıyorum…