Kimsenin hikayesine gülme! Yol uzun! Daha seninki bitmedi. Kim bilir, kimlerin hikayesine güldük, sorgusuz sualsiz yargıladık ama bizim hikayemiz daha bitmedi henüz.

Efendimiz buyuruyor ki; “Zandan sakının, çünkü zan, sözün en yalanıdır.” Biz ise bize bir haber geldiğinde, karşı tarafın sözü ile hemen hüküm veriyoruz. Yani “Zanda” bulunuruz. Hakkında Efendimizin sakınmamızı istediği bir mevzu da biz hiç düşünmeden konuşuyoruz, düşünüyoruz, yorumluyoruz. Nasıl olsa en kolayı başkalarının hayatını konuşmak.

Bir Kızılderili atasözü der ki; “Onun ayakkabıları ile bir mil yürümediğimiz sürece bir kişiyi asla eleştirmeyin.” Demek ki, her toplum da her zaman, birilerini yargılayan içten içe kemiren insanlar mevcut. Zaman içinde şaşırma duygunuzu kaybediyorsunuz. Aslında şaşırma duygusunu kaybettiğinizde yargılama halinden kurtuluyorsunuz.

Hiçbir şeye şaşırmamak! Bir şey mi duydunuz, üstelik biraz da belki ilginç gelmiş olabilir. Nefsinize dönüp ''Ey nefsim senin başına gelmeyeceğinin  garantisi nedir?” demek lazım. İnsanız ya her şey olabilir. Yeryüzü bugüne kadar hangi olmazlara şahit oldu, kim bilir? Hangi olmazlar oldu. Belki gökyüzü şaşırdı, belki toprak şaşırdı ama insanoğlu olarak ne şaşırmalı ne kınamalı bununla yükümlü değil miyiz zaten kınama!

Nasılda keskin bir hadis, sözün ortasından kesiyor tıpkı keskin bir bıçak gibi. Sonunda da can alıcı bir ihtar: "Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz.” Bu hadis-i şeriften şunu anlıyorum ki, kimseyi yaşadığı ile eleştirme, incitme. Şeriatın izin verdiği bir mesele için, “neden ? niçin?” deme.

Madem bizim hikayemiz kabir de bitecek; hiç bir hikayeyi eleştirmek bizim haddimiz ya da vazifemiz değil.

Bir sonraki yazı da buluşmak duası ile.