The Mechanic, Charles Bronson’un başrol oynadığı bir filmin adıydı...
Esasoğlan yani Arthur Bishop; idman yapıyor, formunu koruyor, hayvani iştahlarını ihmal etmiyor ve para karşılığında öldürüyordu. Asla düşünmüyordu; eline verdikleri fotoğrafı duvara asıyor, fotoğraftaki adamı ayrıntılı olarak inceliyor, nasıl öldürmesi gerektiğine karar verip operasyona başlıyordu…
Bishop, bir makine gibi çalışıyordu…
Herkesin kiralık katil olması gerekmez; kapitalizm, tebaasını böyle bir işleyişe teknik olarak zorlamaktadır. İç dünyası dışa kapalı insanlar; kârı en yükseğe, maliyeti en aza indirmeye mecbur varlıklar olarak görülürler. İnsan-insan ve insan-tabiat ilişkilerinin bu şekilde tanzimi, hoşa gitmese de samimi bir ahlâkî duruştur. Aynı tanzimi, kutsal gayeler adına yapanların samimiyetleri ise mukaddesat kılığına bürünmüş maddeciliktir. Samimiyet (fikir-zikir birliği), kişilik ölçümünde “Hakk Katı”nda tek göstergedir ama dünyevî muaşerette samimiyet hiçbir eylemi meşrulaştırmaz; hukuk da onun için vardır.
Kapitalizmin formları hayattan devşirilmiş, hayatın üstünü çelik zırh gibi kuşatmıştır. Batılıların eşyaya hükmetme konusunda kazandıkları zafer, formel düzene gösterdikleri samimi bağlanışın bir sonucudur. Sanayi kapitalizmi öncesinde maneviyat, servet elde etmeye vasıta kılınmış, sermaye birikimi cizvitçe kutsanmıştır. Bu yüzden ontik bir temele dayanmadan kapitalizmi eleştirmek, eleştireni anti-kapitalist bile yapmaz. Kapitalistlerin sağ kanadı, bizde de dinî ilkelerin operasyonel niyetlerle kullanılmasından nemalanmıştır. Cari hukukun meşru gördüğü eylemleri gerçekleştirmenin önünde tek engel olan İslamî ilkeler, “Günün birinde…” vaadiyle askıya alınabilmiştir… Bu ahlak, içinden geçtiğimiz günlerde ilk ciddi meyvesini vermiştir.
Dünyevî ihtiraslar uğruna dinî ilkeleri laçkalaştırmakta gösterilen başarı, kapitalizmin ilkelerini dinî ihtiraslarla laçkalaştırmakta da gösterilmiştir. Bu, çift yönlü mukallitlik ve çift yönlü samimiyetsizliktir. Operasyonel niyetlerle hareket eden ve düşünmenin memnu meyve imişçesine yasaklandığı bireylerin iç dünyası bir müddet sonra sıfırlanır ve bir yaratığa dönüşürler… Bu sürecin ve modelin batılısı ve yerlisi öncelik-sonralık ve orijinallik-taklit noktasında farklılıklarıyla dile getirilebilir; işleyişleri aynıdır…
Filmimizin kahramanı, en azından kiralık katil olduğunu bilecek kadar bir bilinç sahibidir. Kiralıktır yani “mülk” değil, mekanik azasını zinde tutmaktan başka bir amacı yoktur; tam bir haz varlığıdır. İç dünyası sıfırlanmış garip yaratıklar ise mekanik de değiller otomatiktirler; benliklerinin başkaları tarafından mülk edinilmiş olması, onların programlanıp çok amaçlı kullanılmasını sağlayabilmektedir… Günümüz dünyasında, otomatik cihaza dönüştürülmüş bireylerden inşa edilmiş ve iktidar gücüne ortak/sahip olmayı hedefleyen çok sayıda örgüt ve yapılaşma vardır. Örgüt yapıları, büyük bir makine, bireyler ise makinenin işlemesini sağlayan parçacıklar gibidir… Demokrasilerin içerisine sığacak şekilde biçimlenmiş, iktidardan hissedar olacak şekilde hareket eden bu örgütlü yapılara bir ideolojik köken belirlemek gerekirse: Post-modern faşizm denilebilir. Klasik faşistlerin “ötekiler”e dönük tavır ve davranışları nettir; post-modern faşistlerde ise ötekiler ve ötekilerle muaşeret duruma göre değişebilmektedir. İdealler sislidir, bireyler “Günün birinde…” gerçekleşeceğine inanılan, son derece muğlâk hedeflere bağlanmıştır.
“Günün birinde” otomatiklerin insanîleşmesi, mekanik yapının da denetime açık hale dönüşmesi mümkün olabilir mi?
Tek başlarına olsalar nispeten kolay; mekanik yapılaşma hareketleri, mensuplarını aşan ve kuşatan bir özelliğe sahiptir, bunun üstesinden gelmek zordur. Arthur Bishop “haz varlığı”dır; mekanik yapının bireyi ise “Duruma göre…”dir. Yapının programlama biçimine göre perhizkâr bir varlık olarak da sevk edebilir, haz varlığı olarak da. Daha önemlisi, bugünün dünyasında demokrasilerin en büyük tehlikesi olarak gözüken mekanik yapılar, “kendini kutsallaştırmış” sosyolojik varlıklardır. Herhangi bir dinin batınî ve esatirî bir kanalından yol bulmakta, bu suretle “sorgulanma riski”ni en aza indirmektedirler.
Mekanik cemaat yapılaşmaları: Batı’da daha çok liberalizm ve demokrasi açısından ele alınmakta; “ferdiyet”i ortadan kaldıran büyük bir tehlike olarak görülmektedir. Bizim açımızdan ise bu yapılaşmalar, rejim biçimi yahut yönetim tarzı için değil, bizzat toplumun bütünlüğü ve geleceği açısından yakın tehdit, uzak tehlikelidir. Ortadoğu, bu yapılara malzeme olacak birey çeşitliliğine, dinî motif ve renklere ziyadesiyle sahiptir. Problem aynıdır, coğrafya ve kültür farklı; Batılı ülkeler ve Türkiye için öncelik ve önem sıralaması değişmiştir. Bizim coğrafyamızda, kaderi üzerinde coğrafyanın çok büyük rol oynadığı toplumlar ikamet ederler. Demokrasi ile ilgili teorik ve güncel problemlerin altında da tarih ile coğrafyayı birleştiren beşerî doku bulunmaktadır.
Neo-faşizm, kendini zinde tutmak için daima temrin yapan bir eylem makinesidir, iktidar için/uğruna çok geniş bir eylem repertuarına sahiptir. Neo-faşist hiyerarşiler, her çeşit egemen güç ile hiçbir ilke tanımaksızın işbirliğine girebilmektedir. İsterseniz kâbus diyebilirsiniz, bana realite olarak gözükmektedir. Binlerce Arthur Bishop’tan söz ediyorum, bir “haz varlığı” olan mekanik katiller değil bunlar, otomatikler ve “duruma göre” programlanabilmektedirler.
“Duruma göre…” hareket hattı belirleyen mekanik cemaat yapılaşmalarının, iktisadî liberalizmle, kapitalizmin rekabetçi anlayışıyla en ufak bir çelişkileri yoktur. Teşebbüs hürriyetini meşru yollarla kendi hedefleri uğruna sonuna kadar istismar ederler. Sistemin özü olan ve “en kalitelinin en iyi ödüle ulaşması” amacıyla geliştirilen rekabet mekanizmalarını, üyelerinin rol ve statülerini yükseltmek için hileli yollarla ele geçirirler.
“Hedef nedir?” sorusunun somut karşılığını bulmak, çözmek asla mümkün değildir. Sadece, “Günün birinde…” olarak tanımladıkları kutsallaştırılmış ve amorf idealler, esrarengiz söz ve mistik pozlarla hissettirilir. “Duruma göre…” ile mekân/vatan bilincini sıfırlayan, “Günün birinde…” ile zaman bilincini karartan mekanik yapılaşmalar, ülkemiz için özellikle büyük bir tehlikedir. Bu sıcak tehlikeyi ciddiyetsiz bir dille sulandıran düşünce vasatı, savruk siyasetlerle soğutan hantal bürokratik seviye ise büyük bir talihsizliktir…
DURUMA GÖRE VE GÜNÜN BİRİNDE
Berat Demirci
Yorumlar