Ad koyma donanımına malik tek mahlûk insandır. Anlamlandırmak, insanın ?isim koyma? yeteneğinin bir süreğidir; insan anlamlandırır. Bir hadise keşfedildiğinde onu tesmiye eder, dilin içine çekeriz; sonra şerh ede ede bir kocaman anlam dünyasına kavuştururuz ki, kâşifinin cirmini aşar. Anlam, tesmiye edilenin bil-kuvve kendisi olmadığı gibi, bil-fiil sınırlandıramaz. ?Anlamak? keyfiyeti, dilin sınırları içerisinde gerçekleşir. Kelimeler ise sınırsızdır ve sınırsız olduğu için de dil kifayetsizdir. Çünkü varlık ?anladığımız kadar?ı daima aşar. Anlayıp da anlatamamak acıdır; dil işte o noktada yine imdada yetişerek, ?Benden bu kadar!? gibi son derece anlamlı bir cümle kurmamıza imkân verir. Dünyaya tabıyla renk, tabiatıyla biçim vermeye aday her insan yavrusu, adsızdır ve ad konulması icap eder. ?Adını vermek? insanoğlunun haddi, ?yaşını vermek? ise yaratanın kudreti içerisindedir. Haddimizin salahiyetini yerine getirme iradesi hafife alınmamalıdır. Baba, anne yahut her kim ise; isim koyan kişi, kelam kudretini sergiler. Oğuz boylarında adlandırma görevinin Dede Korkut´a verilmesi, ebeveynin yükünü hafifletir, tereddüdünü giderir. Bu işin sonraları ak saçlılara verilişi, aynı geleneğin bir uzantısıdır ve bir hoşça teamüldür. Dede Korkut, adsızlara hünerine istinaden ad vermiştir; cari ve yaygın uygulama, hüneri timsal olan şahsiyetlerin isminin çocuğa verilmesidir. İsmin lügat anlamının ne olduğu değil; neyi, kimi çağrıştırdığı önemlidir. Boğaç ismi, buğralarla güreşmek üzere eğitilmiş bir azgın boğayı aklı, bileği, yüreğiyle yıkan oğlana vermiştir. Bugün herhangi bir çocuğa Boğaç gibi zeki, mert ve çevik olsun niyetiyle aynı isim verilebilir. Dede Korkut hünerden isme, sonradan gelenler ise isimden hünere hareket etmiştir/eder. ?Adını ben verdim, yaşını Tanrı versin!? duası kadar, ?İsmi ile muammer olsun!? duası da azizdir; her ikisi de aynı soydandır. İsim çağrıştırır? Her olur olmaz kelimeden isim olmaz, her olur olmaza da bir ümmî kulağa ezan okutturulmaz. Günümüzde bu hususta bir inhiraf yaşanmaktadır. Köksüz, dalsız isimlerin zamane çocukları üzerinde etkisi de artık ciddi ciddi hissedilmektedir. Dedelerimizin ninelerimizin isimlerini tercih etmeyebiliriz, kimseye tahdit de konulamaz. Ama alışılagelmişin dışına taşarken, ömür boyu bir azamız gibi taşınacak olan isimlerin güzel şeyler tedai ettirmesine dikkat edilmeli değil mi? Hocayım ya! Tadat listesinde evrim, çevrim, devrim gibi ?r? harfinin ideolojik sertlikle de imtizaç ettiği oğlan; ezgi, dizgi, gözgü gibi sahne isimlerine benzeyen kız isimlerine sıkça rastlar oldum. Çocuklara bazen adının manası sorduğumda, çoğunlukla ?Bilmiyorum!? yahut ?Düşünmedim!? olmaktadır. Bu garip isimlerle, bir vakitler cariyelere takıştırılan isimler arasında bir benzerlik kurarım; metalaştırma gibi bir işlem gelir bana! Cariyeler hürken adı başkadır, sonra geçmişini adeta silen; yüzünü, gülüşünü, yürüyüşünü tasvir eden isimler konulur. Gerçi kanunen adınızı ve soyadınızı beğenmeyince mahkemeye başvurabilirsiniz, yığınlarca örneği var ama palto değiştirmek gibi bir şey değildir isim değiştirme? Yeni bir isme alışmak da zordur, terk etmek de... Tebdil-i isim eyleyen yığınlarca siyasetçi-artist vardır, pazara elverişli cafcaflı isimler seçerler; hattâ hem ad, hem soyadı aynı anda değiştirirler. Biz sıradan insanlara böyle işler gelişmez! Soyadı değiştirmenin makul bir tarafı var; çünkü nüfus memurları zadegânlığı ilga eden kanunla beraber akıllara ziyan isimler koymuşlardır. Nüfus memuru ?Karşıdaki tepenin adı ne?? diye sormuş meselâ; o tepenin adı da bir sülaleye soyadı olmuş. Çürük, çerik, karga, çaça, kalınkafa, incebaldır gibi soyadları ben çevremden biliyorum ve adamlar haklı olarak düzelttiler. Bu sefer de yeni bir sözde zadegân türemiştir. Soyadını değiştiren birine, ?Bu Tabipzâde´nin bir evveliyatı var mıdır? Diye soruyorsunuz. Ikına mıkına bir cevap: Bizim büyük büyük eniştelerden biri tabipmiş. Haydaaa! Eş durumundan soyadı alanını görmüştük de enişte durumundanını ilk defa işitmişizdir; daha neler, ne naneler... Soyadımızın maziyle bağlantılı olması doğru; azametli, uyduruk olduğunu haykıran adlara tevessül ise yanlıştır. Çünkü insan bazen adının altında ezilir, bazen de soyadı adını ezer. Adı aile verir, soyadı ise el? Devlet narhı ve tahsisatıyla torbadan soyadı dağıtılmaya başlayınca işe mahkeme karışır, ortalık da işte böyle karışır. Benim babam tornacıydı, tornacıoğlu bana sevimli geliyor ama başka cihetlere çekilebilir. Ata yadigârı soyadımızı ise ciddi ciddi hâlâ düşünüyorum; nurda yatsınlar, hünerlerine mütenasiptir ve müktesepleridir. Yadırgarsınız? Yazarınız, ikinci oğlunun ikinci adını doğumundan beş sene sonra koymuş, hüviyet cüzdanını nakdî ceza ödeyerek almaya razı olmuştur. Benim yaptığım kendi hikâyesi içerisinde bir istisna, kimseye böyle bir şey tavsiye ediyor değilim. Ama isimleri koymadan önce beş sene olmasa da bir miktar düşünmek yerinde olur. Dede Korkut hikâyesinde anlatılana benzer adetlerin başka kavim ve topluluklarda da var olduğunu, çocuklarına ad koymaya itina gösterdiklerini bilmekteyiz. Eskiler isimlerin çağrıştırdıklarına daha fazla önem veriyordu galiba... Bir de ülkesinden tezmiş depresif modernlerin, frenk hurufatına kılçık atmayacak, ecnebi hançerelere tıkız gelmeyecek isim tercihleri var: - Uuvat iz yur neyym? - Mayy neeym iiz Alina. - Veri veri naays, veri veri guuud! Gâvurlar ?Çok çok hoş, çok çok iyi!? demezler elbet, dillerine bir nevi katkımız olsun. Kadını ilk günahın ajan provokatörü saydıkları için, hanımlara iltifat kelimeleri lügatlerinde fazla yer bulunmaz; Frenklerin aşağısı veri nays, yukarısı veri gud! Neticede frenk pasaport memurunun Alina kızımızın ismine yılışması önemli, çifte vatandaşlık dubarası için yeşil ışık sayılabilir çünkü. Kızın adı Fatıma olsaydı, kırmızı kalemle altını derhal çizerlerdi; belki duble vatandaşlığa kerhen izin verirlerdi ama şüpheliler listesine de anında kaydını geçirirlerdi. ?Aman ne olursa olsun, ismin ne önemi var!? demeyin; temiz ve pürüssüz isim, öznesini şereflendirir. İsim bizzat dua, isimlendirmek ise dua etmektir. Kelimeleri tasarruflu kullanmaya çabaladım bu mevzuyu yazarken de amma dildir bu; kimine uzun, kimine kısa, kimine az gelir, kimine çok gelir. Benden de bu kadar! NOT: Eski bir yazı? Çünkü hayata dair yazmanın unutulduğu bir demde, ben de neyi hatırlatacağımı unuttum. Yazmak hatırlatmaktır.