Yazımızın ilk bölümünde, Balkanlar başlangıçlı İtalya turumuza dair; güzergâhımızda bulunan; Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya hakkında değerlendirmelerde bulunmuş ve sözü İtalya’ya getirmiştik.

İtalya; Katolik Hristiyan dünyasının yönetim merkezi Vatikan’ı da içine alan, tarihin büyük imparatorluklarından Roma İmparatorluğu’na ev sahipliği yapmış, dünyanın en fazla turist çeken ülkelerinden biri. Altmış milyona yaklaşan nüfusu ile İtalya, Avrupa Birliği'nin en kalabalık üçüncü ülkesi ve altmış milyon civarında yani nüfusu kadar yıllık turist alan bir ülke. İtalya, tarihine sahip çıkan ve bu tarihi mirası koruyup, sonraki kuşaklara aktarabilmiş bir devlet. Dünyanın en gelişmiş yedi ülkesi arasında yer alan (G7) ülke, gelişmiş bir ekonomiye de sahip. 20 bölgeye ayrılmış İtalya’nın başkenti Roma, Batı uygarlığının merkezi ve ülkenin en büyük şehri. Ayrıca; İtalya içerisinde Vatikan ve San Marino devletleri de bulunmakta.

Eğitim Bir Sen tarafından düzenlenen turumuzda Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya üzerinden İtalya topraklarına girdikten sonra ilk durağımız Padova oldu. Burada konakladıktan sonra İtalya'nın en turistik şehirlerini kapsayan gezimize başladık. İlk olarak San Marco Adası yani Venedik’teyiz. Venedik 118 adadan oluşuyor. Napolyon, San Marco Meydanına((İtalyanca: Piazza San Marco), “dünyanın en güzel meydanı” demiş. Meydan, Venedik'in sosyal, dini ve politik merkezi olup San Marco Bazilikası, San Marco Çan Kulesi, Ducale (Dükler) Sarayı, Torre dell'Orologion(Astromik Saat Kulesi) gibi önemli yapıları barındırıyor. 931 yaşındaki San Marco Bazilikası, ihtişamlı bir yapı. Bir çeşit kilise aslında. Daha iyi anlaşılması açısından; şapeli mescid, kiliseyi cami, bazilikayı da ulu cami büyüklüğünde düşünebiliriz. Katolik bazilikalarına da katedral deniyor. İtalyanlar ise katedral yerine duomo diyorlar.

Kanallar Şehri Venedik’e(Venezzia), vaporetto ile ulaştık. Şehir kurulduğu ilk 500 yılda ulaşım tamamen kanallar üzerinden gondollarla yapılıyormuş. Bugün Venedik Şehrini oluşturan 126 adayı birbirine bağlayan 472 köprü bulunmaktaymış. Bu köprülerden ikisi, “kapalı köprü” şeklinde yapılmış. Yani, köprü tünel gibi inşa edilmiş, içinden geçip gidiliyor ama etrafı kapalı. Bunlardan biri meşhur “Ahlar Köprüsü”. Efsaneye göre köprü adını, kepenkleri kapalı taş işçiliğinin ardından Venedik'in güzelliğine bakan ve karanlık hapishanedeki hücrelerine götürülen mahkumların umutsuzca iç çekmelerinden almış. Diğeri ise Rialto Köprüsü'dür. Köprüleri, gondolları, kanalları, meydanları, tarihi yapıları ve turistleriyle Venedik işte. Dünyanın en bilindik şehirlerinden, sokaklarını gondollar ile gezdiğiniz, nevi şahsına münhasır bir şehir.

San Marco Meydanında bulunan Ducale (Dükler) Sarayına dışarıdan baktığınızda dikkatinizi çeken süslemelerden biri de dört yapraklı yonca figürü. Hani şu, “dört yapraklı yonca uğur getirir” diye zihinlere kazınan ama gerçekte bir haç olan figür. Mesele, dört yapraklı yoncanın uğur getirmesi değil, insanların “haça” uğurlu olarak bakıp, sempati duyması tabi.

Gondol ile klasik Venedik turundan sonra sokaklarını arşınlarken vakit epey geçti ve bir şeyler yemek istedik. Malumunuz, gayri müslim ülkelerde, her yerde her şeyi yiyemiyorsunuz. Uygun bir yer ararken bir lokanta çalışanı; “halal, halal” diyerek bizi içeriye davet etti. İçeri girmeden önce dev şampanya şişelerinin vitrinde olduğunu gördüm ve bizi içeri davet edene “bu nasıl helal anlamında” işaret edince, herifi epey kızdırdık. “Helal, haram” konusu bile maalesef ticari bir iş olarak işlem görmekte. Yine Venedik sokaklarında en fazla rastlayacağınız dükkânlardan biri de cam işi ürünler satan yerler oluyor. Adamlar, camdan bir dünya süs eşyası yapmışlar. Bir de geçmişte, veba hastalığını gizlemek için kullanılmaya başlanmış olan Veba Maskelerini, maske karnavalı ile eğlenceye çevirmişler. Bu maskelerden satan çok sayıda dükkân da bulunmakta.

Venedik’ten ayrılma zamanı geldi ve otobüsümüze kadar ulaşmak için yine vaporetto’ya bindik. Bizden önceki yolculara ait bir broşür orada unutulmuştu. Alıp inceledim ve inerken elimde kalmasın diye vapura bıraktım. Kaptan hemen oradan aldı ve alelacele elime tutuşturdu. Galiba, çöpümü oraya bıraktığımı düşündü. Adamın, tavırlarından rahatsız oldum. Bırakın, Müslümanlar gibi misafirperverliği; Batılılarda, bir kendini beğenmişlik bir ukalalık hemen fark ediliyor. Karşıdakine karşı, bir öğretmen tavrı ile hemen öğreticiliğe yelteniyorlar. Eee ne yaparsın! Ben, Osmanlının altın çağlarını nereden bulayım da bunlara hadlerini bildireyim.

Meşhur Venedik’ten Verona’ya geçtik. Verona Arenası (Verona Colosseum) şehrin simge yapısı. M.Ö. 30 yılında inşa edilmiş, 2055 yaşında bir Roma amfitiyatrosu. Bir zamanlar gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapan, aslanların önüne insanların atıldığı arena, şimdilerde opera konserlerine ev sahipliği yapıyormuş. Dünyanın en iyi korunmuş antik yapılarından biri olarak gösterilen arena, başlangıçta 30 bin kişi kapasiteli bir yapı iken 1117 yılında meydana gelen bir depremde yıkılmış olan Verona Arenası'nın 15.000 kişi kapasiteli bölümü halen kullanılmaya devam ediyormuş.

Bedavadan oturmasınlar diye sokaklarda bankların bile olmadığı İtalya Verona’da, Collezium çevresi de tarihi yapıları ve sokakları içeriyor. Bu sokakları keşfettikten sonra yolumuz Casa Di Giulietta’ya düştü. Romeo’nun maşuku meşhur Jüliet’in evi yani. İngiliz William Shakespeare’in en popüler trajedi oyunlarından biri olan trajedinin yaşandığı bu haneye girmek-çıkmak çok kolay değil. Girenler bir de Jüliet heykeli ile resim çekinme ve yine uğur getireceğine inandıkları saçma ritüelleri yapma derdinde. Bahçeye girdik, gördük, çıktık. Sonrasında yine yemek zamanı. Ne yiyelim diye çok da düşünmeyin. Her ne kadar İtalyan Mutfağı, dünyanın ikinci mutfağı olarak açıklansa da hem bize göre çok seçenek yok hem de İtalya’dasınız. Ya makarna ya pizza. Adamlar, vahşi kapitalizmin hakkını hakkıyla veriyorlar. Evde, çok güzelini, özelini pişirdiğiniz makarna ve pizzadan servet kazanıyorlar. Mecbur birini yiyeceksiniz. Bir kez daha söylüyorum Memleketimizin kıymetini bilelim. Yeme, içme bizde.

Şehirde, çok ziyaret edilen mekânlardan biri de Birleşik İtalya’nın İlk Kralı, İtalyanca Padre della Patria (Vatan Babanın babası) diye anılan Vittorio Emanuele II’nin heykeli.

Es-selam.

D E V A M E D E C E K