Sivas’ın adı geçince aklımıza önce tarih gelir.

1919’un kongresi, milli mücadelenin omurgası, Anadolu’nun kalbi…

Ama bugün sokaklarda dolaşınca duyduğumuz cümleler çok daha farklı:

“Gençler gidiyor.”

Yüksek Hızlı Tren geldi, elbette sevindik. Ankara’ya üç saatte, İstanbul’a 6 buçuk saatte ulaşmak artık mümkün. Ama bu trenin getirdikleri kadar götürdükleri de var. Çünkü aynı raylar, hayallerini sırtına almış gençleri bu şehirden uzaklaştırıyor.

Üniversiteden mezun olan gençler, ellerine diplomasını alıyor ama iş bulmakta zorlanıyor. Sosyal hayat kısıtlı, kültürel imkan az…

Haliyle çaresi kalmıyor, ya büyük şehirlere gidiyor ya da yurtdışına umut bağlıyor. Geriye yalnızlaşan sokaklar, yaşlanan bir şehir kalıyor.

Şunu kabul edelim…

Şehre yol yapmak, bina yapmak, köprü yapmak önemli. Ama asıl mesele, o şehre gelecek yapmak. Gençlere burada kalma sebebi sunmak. Fabrikasıyla, üretimiyle, tiyatrosuyla, konseriyle… Bir şehri ayakta tutan şey betonu değil, insanıdır.

Bugün trenle Ankara’ya, İstanbul’a giden her genç aslında bize bir soru soruyor:
“Ben burada kalsam, geleceğim olur mu?”

İşte bu soruya cevap vermek, siyasetin de, yerel yöneticilerin de, bizlerin de görevi.

Çünkü trenlerin gelip geçmesi değil, gençlerin kalmasıdır bir şehri geleceğe taşıyan.