Koyun çok güzel hayvandır desem, diğerlerine haksızlık olur. Şöyle desem: Hepsi güzeldir ama koyun bir başka güzeldir. Davar, keçi ile koyunun müşterek adıdır. Keçi biraz arsızdır, şeytanın ayağının kayacağı bir sath-ı mailde bile o çiftetelli oynar. Ormanlık bölgelerde keçi sürgünlere zarar verdiği için ya yaylım alanları muhafazalı olacak, ya da oralarda sadece koyun besleyeceksiniz. Türkmenin bir atı vardır, bir de koyun; at özgürlüktür, koyun zenginlik… Biriyle isteğin yere kanatlanırsın, öbürü seni gübresiyle bile ihya eder.
Çocukluğumu anlatmak dinleyenin hoşuna gidebilir ama bana acı veriyor. Çocuk olursun da kuzu yaymaz mısın? Yaydım elbette, çobanlıktan güzel bir meslek olamaz. Köyüm vardı ama şehirde doğdum, büyüdüm, ikamet ettim; yazdan yaza ise köydeydim… Köye yerleşseymişim keşke ve bir ufacık sürüm olsaydı, olmadı. Hoş şehirde de istediğim olmadı, çok iyi bir marangoz ustası olmaktı arzum, sanat okuluna göndermediler. Kuzu yaymak demek, bana göre bir çocuğun adam olmama şansının azalması demektir. Kuzu kendini sevdirir, muhabbet vardır; sahip çıkmak zorundasın, sorumluluk vardır. Muhabbet ve sorumluluk daha ne olsun! Uykusu kaçanlar koyun sayarmış, ben ise çoğu gece kuzuların meleşe meleşe analarıyla buluşma anlarını hatırlıyorum. Peki, uykum gelir mi? Tam tersine kaçar, çalışma odasına geçip hüznümü kitapla, müzikle bastırırım.
Şimdi biri, birisine “koyun gibisin!” dediğinde yahut “Halk koyun sürüsü gibi…” türünden şeklemesine teşbihte bulunduğunda, zoruma gidiyor; hattâ bir temizce sırıçlamak geçiyor içimden. Bu benzetmeyi yapanlar kentsoylu tesmiye olunan mütegallibe bozması asalaklardır. El etek öperek küçük burjuva, ocak batırarak iri kıyım rantçı olmuşlardır; kendi köle tabiatlarına bakmadan, daha alt kademelerdeki biçare müstakbel aylakları “koyun” sıfatıyla utanmadan yaftalarlar. Bugünün dünyasının en büyük sınıfının “Aylaklar sınıfı” olduğu teşhisi konulmuştur ki, üstüne başka kavram, kavrayış tanımam. Koyun dediğiniz mübarek mahlûk, büyük bir üreticidir; insana yararlı olmayan tek bir azası olmadığı gibi, gıgısı bile en makbul gübre, üstün kalorili bir yakacaktır. Tezek en azından köy romanlarından bilinir de kemreyi çoğu insan bilmez. Ufak bir sürüsü olan adama ağa derler; Türk köylüsü tekmil “Ağa”idi, ağalığını da/efendiliğini de koyunlara borçluydu.
Gelelim modern sürülere, yani aylaklar sınıfına…
Sürüleşme var mı? Var elbette ama bu koyun sürüsü değil, bit sürüsü… Hani şu yumurtasına sirke, yavrusuna yavşak dediğimiz tufeyli… Diğer mahlûklar insanın huyuna erişemezler ama insan her canlının huyuna bürünmeye imkân sahibidir. “Bitleşmek süreci” ile ilgili sözlerimin hemcinslerimi tezyif gibi bir maksadı yoktur. Modern insanın, insanın dahlinde olan bütün özgürlükleri piyasa vasıtasıyla elinden alındığı için mecbur kaldı aslında böyle yaşamaya. İnsanoğlu yüz sene önceki kendi ihtiyarıyla gerçekleştirdiği her şeyi bugün ancak parayla satın alabilir. Dağ başında bir kulübe yaptırmak için bile ciddi nakde ihtiyaç vardır! Kıran kırana ve helalini haramını düşünmeden yüz gram özgürlük, yani yüz gram insan olma haysiyetine sahip olmak için, işkence masasında gülümsüyoruz, bir yandan da çekirdek çıtlatıyoruz. Daracık kentlerde koyun koyuna yaşıyoruz ama koyuna benzer bir yanımız yok; varlığımızı fark ettirmek için bile gayr-ı insanî şeyler yapıyoruz… Evet, sürü ve sürüleşme var ama bu insanlıktan uzaklaşan, uzaklaştırılan ve köleleştirilen zincirsizlerin sürüsü. Herkes kendini efendi zannediyor ama kimse kendine malik değil…
Bu memlekete hem koyun/ziraat lazım, hem de kepeneğinin altında “Efendi” olan çobanlar lazım… Toprağı elverişli iken, beş adet cins koyunun cevrini çekse asgari ücretin üstünde geçimliğe sahip olabilecek köy kökenli delikanlılara bir bakın… Amele meydanında “Ne iş olsa yaparım abi!” diyerek yevmiyelik iş bekliyorlar, liseyi bitirmişlerse güvenlik görevlisi olmak için çırpınıyorlar. Genellikle “koyun” denilen de bunlar, bunlara bu vasfı takanlar da sadece daha fazla tüketme imkânını yakalamış, kendilerine “beyazlık” atfeden “bit” sürüsü. Billahi beş gün fırınlar kapansa açlıktan telef olurlar; zımnen zaten birbirlerini yiyorlar, bu kez alenen yerler…
Şehre bir vali gelmişti, Zübeyir Kemelek…
Bir vesileyle ziyaretine gittim, bir bardak çayını içmek nasip oldu. Adamcağız beni bir saat bırakmadı, dışarı çıktığımda lacileri çeken şehir eşrafı(!) bana dik dik bakmışlardı… Valimiz, yürekli bir vatan evladıydı, hasta olduğunu biz bilemedik, kendi de söylemedi, kısa süre sonra Hakk’ın rahmetine kavuştu. Rahmetli, “İçim sızlıyor, bir güvenlik görevlisi kadrosuna yedi yüz kişi müracaat etmiş. Bir proje başlatıp köye dönmek isteyen gençlere, başlangıçta beş adet cins koyun vermeyi düşünüyorum.” demişti. Makul bir proje dile getirmişti; biliyordu, yaşamıştı, hesabını, kitabını da yapmıştı. Sonra Ahmet Cevdet Paşa üzerine uzunca bir sohbete girdik, Osmaniye’de iken Paşa’nın hatıralarını bastırmışlar, bulabilirse bana ulaştıracaktı. Allah, gani gani rahmet eylesin…
Toprağın nasıl bir zenginlik ve özgürlük kaynağı olduğunu bize unutturdular… Halkı/halkları devletin ağzına bakan ve bir çatlak bulunca saç dibine yapışan “bitleşme süreci”ne soktular. Eğitim sistemi, tahsili olan ama mahsulü olmayan; efendiliğe değil asalaklığa razı tüketiciler yetiştirdi. Ben dikkatle bakıyorum gençlere, yirmi yaşındakilerin saçına ak düşüyor, farkında mısınız? Seneler seneleri kovaladı, tarım politikalarında en ufak bir canlılık emaresi görmedim, köyler süratle boşaldı, boşalıyor. Çünkü sıradan teknisyen kafasına sahipler, insana, insanlığa teveccühleri yoktur. Bir de teklifte bulunalım: İleride kurulacak hükümet, halkı asalaklıktan efendiliğe terfi ettirmek için “koyun projesi” ve benzerlerini derhal harekete geçirmelidir. Toprağı olanlara, son köylülere de bir tavsiyem olacak: Toprağınıza sahip çıkın, “Ağa” olmak isteyen varsa dimdik durmak isteyen, üretsin ve ürettiğiyle geçinsin…
KOYUN VE BİT
Berat Demirci
Yorumlar