"Kanın adeta şampanyaymışçasına neşeyle köpürtüldüğü bir dünyada yaşamakta olduğumuzun farkına varmalıyız..." demiş, Dostoyevski... Demiştir, adam gibi adamdır. Pot-moderen romancılar gibi ne tarihi katma değer olarak kullanır, ne de yerli türevleri gibi tasavvufu. Derdi insan, insanın trajedisi.
Gerçi, sırf trajedi kelimesinin kökeninden hareketle, Bizde trajedi yoktur!” gibi damar sözlerle şöhret sağlayan zoraki düşünürlerimiz, beni de yaylarıyla yabana atabilirler ama olsun, Allah kerim...
Trajedinin doğuş efsanesi, iblisin insanoğlunu ayartmasının hikâyesidir…
Olimpos'un şeytanın kalesi olması gibi, sonra Aydınlanma Çağı'nın damarına zerk edilmesi gibi…
Vuruşmayı göze almayan, gazete kâğıdından kuş yapar uçurur.
Hikmet ise yüreği olanın malıdır.
Dostoyevski, içinde modernite olan her şeyin ne kadar çürük olduğunu en iyi anlayanlardandır. Yaşadığı günlerde kan ve şampanya mecazıyla yaşadığımız günleri değil, çağı anlatmıştır. O gün de kan neşeyle dökülüyordu, bugün de…
Şampanya anladığım kadarıyla çakırkeyf yapıyor salon aydınlarını…
Sokaklar neden çakırkeyf?
İçmek gerekmiyor, içmeyenle içen arasında semt ve market farkı vardır.
Kurtuluş, önce esareti anlamakla başlar, sonra istemekle ve sonra ölümüne yaşamak”la.
Ölümüne Yaşamak, hayatın anlamıdır, gün olur sözü biraz daha açarız belki…
Ama ne zaman ki, şu mevcut insan ırkı ölümüne yaşamayı göze alırsa o zaman şu zalim dünya düzeninin çanına ot tıkayabiliriz.
Başkaca bir yolu da yoktur.