Yeşil Yol
Dün gece bir rüya gördü.Uzun bir su şeridi kenarında yemyeşil yapraklı ağaçlar ve kendisi oturmuş bir ağacın gölgesine aşık olduğu kadını düşünüyor.Su yeşili yol, içini ısıtırken yamaçtaki dağlarda kadının resmini görüyordu.Arada bir kayıp olsada kadının resmi o yinede gözünü kırpmadan dağlara, tepelere, zirvelere bakıyordu. Biliyordu ne dağa ne tepeye ne de zirveye çıkacak takadı kalmamıştı. Buna rağmen ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Irmağın üzerinden nasıl geçti rüyasında hatırlamıyordu ama geçtiğinden de emindi. Dağın eteğine geldiğinde ince ve yılan gibi kıvrım kıvrım kıvrılan bir patika yol gördü. Yolun yolcusu oldu ve tırmanmaya başladı.Zıtlıklarla dolu bir sürü gölgeler geçiyordu aklından ama o yinede korkmadan aşağıya bakmadan patikayı tırmanıyordu.Bir süre sonra ayaklarının çıplak olduğunu anladı ve yere oturdu ki, birde ne görsün ayakları kanıyordu.Şimdi hem yürüyecek zirveye çıkacak hem de kanayan yaralarını iyileştirecek zirvede bir merhem bulacağını düşündü. İlkbaharda aşk başkaydı bunu biliyordu ama bu patika yolda başında uçuşan bu beyaz güvercinler neyin nesiydi.Bir taraftan kanat çırpıyorlar diğer taraftan takla atıyorlardı. O ise Sanki kuşların kanatlarında zirveye doğru çıkıyordu. Ayağının acınıda unutmuştu.Ruhunu dolduran sonsuz aşkın son yolculuğunun tırmanışıydı.Gözleri durgun ve durulaştı, ferahlatıcı bir rüzgar esmeye başladı.Heyecan dolu ruhla zirveye doğru uçuyordu.Zirve uzaktan çok romantik duruyordu ama kadın yoktu. Dağ, aşık olduğu kadın olmuştu besbelli.Yaklaştıkça ruh sızısı azalıyor, ruh sızısı azaldıkça zirveye yaklaşıyordu.Dağ dağ olmuş zirvenin gizemliliği onu iyice heyecana gark ediyordu.Dar ağacından dönmüştü patika yolda düşse ne olacaktı ki?Hele ciğerlerine huzur veren ferahlatıcı temiz havayı çekerken hiç düşülür mü?Eski sevdalara kapalı yüreğini yeni bir olaya açmanın heyecanın getireceği şaşkınlıkta ayağı kaysa dahi o düşmemekte kararlıydı.Zirvede karda oynarken mutlu olan bir köpek yok yok önüne konmuş yumakla oynayan kedinin mutluluğuna benzer gibi sevineceğinden hızlı ve emin adımlarla patikayı çıkmaya devam etti.Başı hep yukarda idi. Birden bulutların arasından tıpkı kirpiklerin arasından düşen bir gözyaşı gibi bir bulutun kaydını gördü. Bütün gökyüzü sanki su yeşili renkteydi. Kuğu gibi Süzülerek inen bulutunda zirveye doğru gelişi çok ilginçti.Kendi çıkıyor bulut iniyor ve zirvede buluşacaklarını bir an hayal etti.Bulut sanki ışıklı bir buğu taşıyordu.Bu da bulutun hem gizemliliğini hem de özel bir bulut olduğunu akla getiriyordu.Bulutun dolgunluğu ve naif büyüklükte oluşu üzerinde taşıdığı yükünde manen ağır fakat maddeten zarif olduğu imajını veriyordu. Gönül gözü bulutun ruhunu görüyor ve bunları his ettiriyordu, ona.Halbuki o ince bir tüy tabakası fakat koca bir buluttu bu. Tüyün içindeki ışık buğusu bulutu su yeşili renginde ipekleştirmişti, sanki.Bulut, beyaz pamuklu dokumadan bir Ressamın akli dehasıyla kalbi inceliğini birleştirmiş ve gökyüzü tuveline çizilmiş gibiydi.İnsanın onun hayran hayran süzülüşünü izlemesinden başka yapacağı bir şey yoktu. Buna rağmen kendininde yavaş yavaş zirveye yaklaştığını fark ediyordu.Düş içinde düş, rüya içinde rüya hayal içinde hayaldi sanki yaşadıkları, gördükleri. Bir an zirvenin dağın tepesine sedef bir saç tokasıyla tutturulmuş kadın topuzuna benzediği gördü.Bu ne haldi Yarabbi diye aklından geçirdi.
Güneşin dalga dalga yaydığı ışık, kötü düşüncelerini öldürmüş iyi düşünceleri diriltmişti.Bir taraftan zirveye varma heyecanı bir taraftan rüzgarın yelkeni ittiği gibi itmesi tırmanma hızını biraz artırmıştı.Buna rağmen aşağı doğru inen bulutun hızı ondan daha fazlaydı. Nihayet bulut zirveye yaklaştı ve üzeri yeşil bir örtü ile örtülü bir sandukayı bırakıp tekrar semaya doğru yol aldı.Zirve yolcusu şaşkın ve bir o kadar telaşla bir an önce zirveye varmak ve sandukayı açmak istedi. Kafasının içi ne kadar karışık ise gönlüde bir o kadar doluydu.Ona öyle geliyordu ki adım attıkça zirve daha uzaklaşıyordu.Sukünetini ne kadar korumaya çalışsada olmuyor ve bir an önce sandukaya varmak ve açmak istiyordu. Şu an dağın zirvesi, zirve olmaktan çıktı ve "sanduka" zirvesi oldu, hedefi oldu. Nihayet ulaştı. Gördüğü manzara karşısında dili tutuldu. Dağın zirvesi ayrı bir alem sandukanın konduğu yer ayrı bir alemdi.Birden uhrevi bir havaya girdi. Ellerini göbeğinin üzerinde bağladı ve miskin miskin derviş derviş adım atmaya başladı.Birde ne görsün bu sanduka alalade bir sanduka değil bir tabuttu. Tabuta yaklaştıkça korkuyor korktukça titriyordu. Tabuta üç beş adım kalmıştı ki, ayakları kilitlendi ve göğsünden kalp şeklinde bir buhar çıktı. Buhar kalp, döne döne sema ede ede tabuta doğru giderken o olduğu yerde çakılı kaldı. Artık gönül gözüyle sema yapan kalbini takip ediyordu. Kalp tabuta yaklaştı ve önce kanatlarını açtı sonra içindeki kefenin bağını çözdü. Baş tarafına uzandı ve cenazenin kime ait olduğunu görmek için kefen örtüsünü kaldırdı. Gördüğü cenaze manzarasını aşk hissiyle dahi açıklanamazdı. Ruhunun sallandığını duydu. Titredikçe kendine geldi. Kendine gelince kefenin içinde kendini gördü. O an kan ter içinde uyandı ve kendini hücresinden dışarı attı. Sabah olmak üzereydi. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı, gökyüzü mavi olmuştu. Hemen rüyasını anlatmak için dergahın sahibine koştu. İçeri girdiğinde şeyhini postunda oturuyor gördü. Odaya iki adım atmıştı ki şeyhi otur otur diye eliyle işaret etti. O tam otururken sabah ezanı okundu. Namaz bitince adet olduğu üzre şeyh efendi sohbet etmeye başladı ve onun gördüğü rüyanın aynısı anlattı ve son cümlesi şu oldu; nefsini öldürmedikçe ölmeyeceksin.
16/06/2020