Küçük Hakikatler

İrdal için küçük gibi görünen ilk büyük hakikat “iş aramaya” başlamasıdır. İş arama sürecini, bir kalas üzerinde yürür gibi yalnızca tehlike ve muvazeneden (denge) ibaret bir hayata benzetmesi (s. 82) iktisadın hane halkı dengesini hatırlatmaktadır. “Hâl yoktur, mazi ve istikbal vardır.” (s. 88) hükmü şerh edildiği takdirde; istikbal inşa edilirse o mazi olur ve yeni istikbale yürünür. Bu anlayış ise, her iktisatçı okuyucuya Keynes’in “uzun dönem bir vehimdir” varsayımını değil Friedman’ın “uzun dönemi”ni aklına getirir.

Hayri İrdal’in Abdüsselam Efendi’nin mirasını reddetmesinin düalist topluma nasıl yansıdığını anlattıktan sonra çıkarcı piyasa ahlakıyla, servete değer vermeyenlerin piyasa ahlakı arasında tam olmasa da bir ilgi kururak kendi “sünepeliğiyle” anlatır. (s. 95) Hâlbuki miras gerçeğini yalnız kendi biliyor fakat çevresini, kayınpederinin borçlu öldüğüne inandıramıyordu. Hatta meyhanede mesai arkadaşına, Abdüsselam Efendi’nin “borçlanma” yöntemini merak eden mesai arkadaşına söyledikleri de çok ilginçtir.

Tanpınar soyut “şerbetçi başı elmas”ı (s. 95) hikâyeside bir manada immoral iktisadın piyasa gerçekliğidir denebilir. Kendi uydurduğu bu yalanla toplumla alay eden İrdal, aslında piyasa toplumunun acınası halini karikatürize eder. Bu yalanın ardından yıllardır elini süremediği saati tamir etmeye kalkması, (s. 96) bozulan toplum ve piyasa ayarını düzeltmek için olduğu düşünülürse, saat-birey-toplum dengesine tekrardan geri dönülmüş olunur. Ardından bu soyut iktisadi miras yalanı somut piyasa gerçekliğine dönüştürmeye çalışan alacaklılarının açtığı davalar, (s. 96) meyhanede verdiği irrasyonel kararın fert başına veya hane halkının ayarına nasıl etki ettiğini açıklamakta yetersiz kalması yine onun “sünepeliği”  veya iktisat bilgisinin yetersizliği olarak değerlendirilebilinir.

Soyut ve somut piyasa gerçekliğinin mahkemeye taşınması, piyasa ahlakının piyasa adaletine dönüşmesine neden olur ki buda  anayasal iktisadın veya iktisadın bir “sözleşme” olduğu hatırlatır. Özellikle Abdüsselam’ın “bakiye-i serveti” ifadesi piyasadaki sözlü sözleşmenin mahkemede öneminin tartışılması ve piyasa adaletinin oluşturulmaya çalışılması bu kez soyut iktisadi gerçeklik olarak gösterilebilir. Çünkü romanda mahkeme kararının; İrdal’a, alacaklılara ve topluma soyut olarak nasıl ulaştığına dair bir açıklık getirilmez. Mahkemede harp zengini, sabun ve şeker hırsızı (s. 102) gibi piyasa gerçekliğini gösteren ifadelerin kullanılmış olmasına rağmen piyasa adaletinin mahkemenin soyut şerbetçi başı elmasına kilitlenmesi de takdire şayan ve izlenmesi gerek bir “alaycı” oyun veya piyasanın karikatürize edilmesi olarak değerlendirilmelidir.

Önce mideyi kaynatmak

Adli Tıp komedyası; soyut piyasa yalanının, somut piyasada gerçeklik kazanması ve piyasa adaletinin ameliyat edildiği yer. “Borç-miras-alacak” somut gerçeğinden soyut yalan gerçekliği nasıl olur da Adli Tıp’a düşer? Öldürülen kimdir? Hayri İrdal mıdır? Hayır. Piyasa mı? Evet. Çünkü “mide” ölünün ilk kaynatılan organı olmuştur. (s. 104) Yani açlık-tokluk gerçeği burada ifadesini bulur.

Doktor Ramiz Efendi’nin, yalanla zehirlenerek ölen piyasanın, niçin diğer organlarından önce midesini kaynattığı meselesi bu sorularla açıklanabilir. Hattı zatında, Adli Tıp’ta değil de psikanalistte olması gerektiğini düşünen İrdal, kendi bireysel ruhuna gizlenmiş piyasa ruhunun seansı olduğunu Doktor Ramiz’in psikanalist olduğunu öğrenince anlar. İrdal açlık, sefalet, parasızlık, ihtiras (s. 105) gibi insan hayatının dışında her şeyi psikanalize bağlayan doktorun “Niçin önce mideyi kaynattın?” dediğine bir anlam veremez. Buna rağmen “sınıf dışı” veya “tutunamayan” bu iki insanın seanslarda konuştukları son derece ilginçtir;Sigara ve kahve molasında evdeki ayaklı saat “Mübarek”in konu olması yine “birey-saat-ayar-toplum” dörtlüsünün ezeli ve ebedi kardeşliğini İrdal’a hatırlatır. Rahmetli babasının, gece yarısı çalan Mübarek’in “anladık işte para yok” dediğini düşünmesi, (s. 105) hem piyasa hem psikanalizm açısından önemli bir noktadır. Çünkü “para” (var veya yok) tam anlamıyla piyasayı çağrıştırırken, İrdal’ın babasının eşyayla konuşması yine tam anlamıyla psikanalistin tahlil edeceği bir mevzudur. İrdal’ın babasının evdeki eşyalar arasında sadece saatle konuşması, insanın aklına yine “saat-ayar” ikilisini ve “denge-birey-toplum-piyasa-devlet” beşlisini getirir. Yani ayarı bozulmuş saat, ayarı bozulmuş birey, ayarı bozulmuş toplum, ayarı bozulmuş piyasa ve nihayet ayarı bozulmuş devlet; psikanalizm kucağına düşen insane ve toplum. Doktor Ramiz’in bir tespiti daha var ki o da “insan-eşya-insan” ilişkisinin boyutunu derinleştirmektedir.Evdeki annesinin “Mübarek, ismini verdiği ayaklı saati babanızın yerine koymuşsunuz yani ayaklı saati insanileştirmişsiniz” sözü tam da burada büyük bir önem kazanır. (s. 116) Bir başka açıdan yorumlanırsa; saat insana dönüştürülerek kutsallaştırılır ve sonra da ayar-denge-insan ayarına (birey dengesine) dönüştürülerek piyasalaştırılır denilebilinir.

Babasının saate “Menhus” ismini vererek sünepe, işsiz güçsüz olarak insanileştirmesi sonucuna varan Doktor Ramiz, “Mübarek” ismiyle kutsallaştırılmasıyla saatin aslında dindar ve dinamik insan tipini irdeleyen Weber’e ve sünepeleşmiş insan tipiyle de Veblen’e atıfta bulunulmuştur şeklinde şerh edilirse, romanın iktisat sosyolojsiyle de bağlantısı kurulmuş olur.Bu şerhle, Doktor Ramiz’in ekonomiye, kapitalizmin ruhuna ve gösterişli tüketime doğru yelken açtığı söylenebilir.

Tanpınar romanda “Her iş, iş değildir. İş evvela bir zihniyet ve zaman telakkisidir” der. (s. 140) Bu cümle, emek değer teorisine uzanır mı bilinmez ama iş-zaman ilişkisini yoğun ve  edebi bir üslup ile özetlenmiştir denilebilir.

Tanpınar’ın iktisadi beklenti veya para-refah (s. 140) bağlantısı kurmuş olması, romanın temel alt yapısı dolu olmasa dahi iktisadi mitlere örnek olacak hususlardan bir diğeridir. Kahvedeki dörtlünün önce dış görünüşleri, sonra orta sınıfa geçmiş lüks hayatlı tüketim kültürleri ve nihayet iflas edip kavgaya tutuşmaları somut iktisadi gerçeklerin edebi bir üsluple soyutlaştırılması da romana piyasa tadı katmıştır (s. 142-143). Devamında yeni bir define avcılığının oluşturulması ve soyut parasal beklentilerin yüksek bir kurum (devlet) tarafından lağvedilmesi ve ardından doğan masraf kavgasının dinsel hikâyelerle (Hz. Ali Cengi) önüne geçilmesi para-din ilişkisi romanda satıhta kalmış fakat aslında derinliği ile olan din-iktisat ilişki olarak görülmelidir.

Dört yıl kahvede mimarlık pazarlayan roman kahramanın, kâğıt üzerindeki plan ile somut (iktisadi) maket (s. 146) arasındaki fark, planlı döneme hazırlık sürecinde olan Türk ekonomistlerine “dikkatli olunuz” diyerek uyarıcı bir mesaj verilmesi “planlanmış” olabilir. Üç katlı evin merdivenin unutulması, aslında iktisadın hesap edilebilirlik (rasyonellik) tarafının somut ihtimalliği karşısında aciz kaldığını göstermektir. (s. 147) Sonuçta rasyonel beklentileri, somut iktisadi gerçeklik karşısında romanda tarihi ve talihi bir alay konusu olur.

İspritizma Cemiyeti’nin önemli şahsiyeti Cemal Bey’in ev sahibine “banyonun fayansları hanım efendinin robdöşambrına uymuyor” (s. 166) demesi tam anlamıyla Veblen’in gösterişli tüketim ve snop etkisi dediği şımarık ve şatafatlı tüketimini göstermektedir. Çünkü borçlarını ödeyemeyen Cemal Bey’in, gelir dağılımında düşük pay sahibi bir tüketici olduğu için soyut iktisadi gerçekliği de snop etkinin somut piyasa gerçekliğine işareti olarak degerlendirmek mümkündür.

Afrodit’in Cenovalı kuyumcu babasının ölümünden sonra sarraf mağazasında işçiliğin artık kalmamış olması ve hala babasının yaptığı işin bireyler tarafından aranması, (s. 168) Schumpeter’in statik girişimci tiplemesine fazlasıyla uyduğu açıktır.