Şehir azaldıkça, kent çoğalıyor. Doğan Üçer´i henüz yola vurduk ve birkaç satır ile tarihe not düşmeyi boynumun borcu bilirim. Söze şehir-kent mukayesesiyle başlamayı kurgulamadım; öyle başlamış oldum. Şehir nostaljisi yaşadığımız günlerin bir tür modası oldu. Bazen çiğ ve yapay şehir nostaljisi ortalığa saçılırken, nostaljiye esas olan hayat tarzı ve insan tipleri dünyamızdan ağır ağır göçüyor. Kentler; tüm dünyanın en kalabalık ve tüketim miktarıyla tefrik edilebilen bir çeşitliliğe sahip ?aylaklar sınıfı?nın alışveriş alanına dönüşmüş, ortak hayat alanı olmaktan süratle çıkmıştır. Kültür: İnsandır? Kültürden sıkça bahsedilirken, medeniyetin haricî unsurlarıyla insan arasındaki irfanî bağı müzelere gömülemenin yahut ?kültürel etkinlik? piyasasına teslim etmenin muhasebesi de yapılsın isterim. Köyden şehre göçün artık sonlarındayız; şehirden kente göç ise çok daha hızlı oldu ve bütün hızıyla sürmektedir. İsim olarak varlığını muhafaza eden şehirler, kentleşmiş ve paralelinde ?şehirlilik? de yerini kentliliğe bırakmıştır.
Şehir; mimarî ve muaşeretiyle insanoğlunun sanayi inkılâbına kadar sürdürdüğü bir birikimin adıdır. Bu birikim; ?Allah-insan-âlem? münasebetinin hem mimarî çözümleme, hem muaşeret olarak vardığı zirvedir. Şöyle dersek yerinde olur: Ne kadar güzel şehir varsa ya tamamen ya kısmen yerin altındadır; üzerine ise kentler bütün cesametiyle oturmuştur. Kent; sanayi inkılâbıyla beraber ?büyük dönüşüm?den geçen ?yeni dünya?nın imalatıdır. Şehir, binlerce yıllık kolektif mimarî bilincin birbirine eklenmesiyle oluşmuş; maalesef çok kısa bir zaman diliminde de yeraltına gömülmüştür. Kazı yapsak, kentler altında bazı şehirlerin cesedini bile bulamayabiliriz.
Bugünün kentine rengini veren zümrelerin ve onların desteğiyle yükselen yöneticilerin olanca dikkati yeraltındaki şehirlerin hayat tarzını keşfetmek için yoğunlaştırmaları, ciddi bir ?kültür hamlesi? olur. Sadece dikkat değil, ?Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!? dizesindeki rikkate de muhtacız. Şehirlerimiz, yeraltına göçmelerinden sorumlu olduğumuz şehitler hükmündedirler. Gerçekte göçen: Sadece haneler, bahçeler, dereler, mahalleler, sokaklar değil; bütünüyle şehri inşa eden muaşerettir. Kent ve kentleşmenin şirret bir biçimde aktığı vasatta, bu muaşereti keşfetmek ve diri tutmak; gelecek nesillerimiz için yol çizgisi olabilir.
?Şehir nerede?? sorusunun cevabını, kent içerisinde varlığını kıt kanaat sürdüren şehirli hayat tarzında aramak gerekir. Olanca kemaliyle bir şehirliyi yola vurduğumuzda, gidenin sadece bir kişi değil; tarihe tanıklık eden bir muaşeret ölçüsünün tüm müştemilatıyla göçtüğünü düşünürüm. Ha abidevî bir tarihî bina yıkılmış, ha sağlam bir duruş ve hafızaya sahip bir şehirli göçmüş; hiçbir farkı yoktur. Doğan Üçer, hafızasında külliyat taşıyan bir yürüyen şehir idi. Tanıdığımda gençtim ama bana çok ?ketum? gelmişti; ketumluk ölçü ve ciddiyet alametidir. Sohbetsizlik, özellikle yeni kuşakları çok derin ve incelikli bilgilerden mahrum bıraktığı gibi; davranış düzeyinde de kültürleşmeyi engellemektedir. Mazeretimiz sadece giderek kıtlaşan zaman değil; kentin aramıza açtığı mesafeler ve oturup ?muhabbet? edeceğimiz mekânlardan mahrum oluşumuzdur. Bir de şu ?erteleme? hastalığı, nicemizi iki adımlık yollarda birbirine hasret yaşamaya mahkûm kılmaktadır. Merhum Doğan Ağabey´le son konuşmamızın her anı ve her cümlesi, günlerce konuşmamız gerektiğini ihtar etmişti. Şehre ve köye dair soramadığım o kadar çok soru kaldı ki, cevaplarını başka birisinden almak mümkün değildir; çünkü yaşanmışlığın yerini hiçbir şey tutamaz. Yeraltına göçen bir hayata dair çok önemli ayrıntılara ulaşma imkânımız giderek daralmaktadır; müteessirim.
Müjgan Üçer-Doğan Üçer isimleri, birbirine pek yaraşan iki hayatın, tek kök haline gelişini resmeder. Müjgan Hanım ile hukukumuz, hususen Hayat Ağacı Dergisi münasebetiyle daha ileri idi. Gönül elbette sürekli sohbet halinde olmayı diler ama dünya meşakkatinin ağır seyrettiği demlerdeyiz. Müzmin dertleri olanlarda daha ağır seyreden ?ortalığın hastalığı? denilen meret, Doğan Üçer´i ziyadesiyle sarsmış ve diğer rahatsızlıklarıyla üst üste binince toparlamasına izin vermemiş. Böyle bahanelerle geliyor ecel, alıp götürüyor. Bizim nasibimize de sağ oldukça şu dünya kıssasından hisseler çıkartmak düşmüş; yazıyoruz. ?His var mı bu âlemde nekâhet gibi tatlı?? diye sormuş, Yahya Kemal? Doğan Ağabey nekâheti tadamadan göçtü, ölümü tattı ve ölüm zaten tadımlıktır. Mekânı cennet olsun. Eşine, dostuna, tekmil yakınlarına sabr-ı cemil dilerim.
ŞEHRİN GÖÇÜ VE ?BİR ŞEHİRLİ?NİN GÖÇÜ
Berat Demirci
Yorumlar