Hikâye 31 Ekim 1992 günü Sivas´ta tarafımızdan derlenmiştir. Hikâyeyi anlatan Âşık Gafilî (Hacı Ozan), 1935 yılında, Sivas Şarkışla ilçesi Maksutlu köyünde doğmuştur. Âşık Kuddusî Ozan´ın oğludur. Hikâyeyi de ondan öğrenmiştir. Âşık Kuddusî ise, bu hikâyeyi, ustası Vehbî´den öğrenmiştir.
Gafilî, Tahir ile Zühre´den başka Köroğlu´nun (Bolu) ve (Ahmet Bey´in kız kardeşi Döne Hanım´ı Getirmesi) kollarını da bilmekteyken, bugün, devamlı anlatmadığı için hemen hemen unutmuş durumdadır. Bize anlattığı bu hikâyeyi de takriben yirmi yıl önce anlatmıştır. Bu bakımdan, bilhassa manzum kısımlarda kısmen eksik yerler bulunmaktadır. Gafili, hikâyeyi, sazı olmadan, gezerek ve meddah usulü anlatmış, manzum kısımları da değişik ezgilerle terennüm etmiştir.
Tahir ile Zühre hikâyesi, bilindiği gibi manilerle örülmüş bir halk hikâyesidir. Ne var ki, elimizdeki Şarkışla Varyantı, diğer hikâyelerde olduğu gibi on bir ve sekizli şiirlerle ve koşma tarzı kafiye düzeninde manzum kısımlara sahiptir. Hikâye bu yönüyle, diğer varyantların bir çoğundan ayrılmaktadır. Olaylar, şahıslar ve mekân bakımından da önceki varyantlarla farklılaşan hususlar ihtiva eder. Sözgelişi, yaygın olarak bilinen Tahir ile Zühre hikâyesinde kahramanlar birbirine kavuşamazken, bu hikâyede âşıklar vuslata ermektedir.
Hikâye aşağıya kaydedilirken, anlatıcının üslubu bozulmamıştır.
????????????..
Efendim, vaktiyle Kahraman şehri diye bir şehir vardı. Bu şehrin hükümdarı Ethem Şah, abisi Ahmet de Başvezir´di.
Bunlar çok adaletli, çok dürüst kimseler olmasına rağmen, Cenab-ı Hak tarafından, ikisine de ne oğlan ne de kız ihsan edilmişti, çocukları yok idi.
Birgün meclis kuruldu, toplantı yapıldı, memleketin idaresi için ne gerekiyorsa konuşuldu. Herkes dağıldı, lâkin Vezir Ahmet orada kaldı Vezir Ahmet, kardeşi Ethem Şah´ı dalgın gördü.
-Şahım! Ne düşünüyorsun böyle kara kara dedi.
-Sorma abi, dedi. Yaşımız ilerliyor. Dâr-ı dünyadan, dar-ı bekaya hicret ettiğimizde, bizim bu köşkümüz, saltanatımız, tacımız kimlere kalacak? Kılıcı kim kuşanacak. Senin de benim de ne oğlan ne kız, hiç bir çocuğumuz yoktur.
Ahmet Vezir dedi ki:
-Kardeşim, bu Cenab-ı Hakk´ın vergisi, bizim elimizde olan bir-sey değil. Bunun için üzülmeye değmez. Büyüklerimizden kalma bir söz var; bir kimse bir bağ şeneltir de içinde meyvesiyle, sebzesiyle gülleriyle, çiçekleriyle donatır, herkes bundan istifade ederse, işte o da bir nesil sayılır. Biz böyle bir şey yapalım. Memleketimizin, toprağımızın durumuna göre bir şeyler ekelim, dikelim... Bu da bize zürriyet sayılır.
O gün yattılar. Sabah olunca Lala´ya dediler ki:
-Tellal bağırttır. Bağ bahçe işinden anlayan bir mühendis lâzım bize.
Tabi, emir ferman yerine geldi. Birkaç tane mühendis müracaat etti. Bunlar, yazdılar, çizdiler... Sonunda yedi yolun çatına bahçeyi yapmaya karar verdiler. Her memleketten, her yoldan geçen buraya uğrayıp, buranın nimetlerinden faydalanacaktı. Öyle bir yer bulundu, bağı şeneltmek için kazıklar çakıldı, projeler çizildi. Herkesin gelip geçeceği bahçeyi yapıp, şenelttiler.
Aradan yedi yıl geçti. Birgün yine taht-ı hümayun dağılandan sonra iki kardeş Ethem Şah´la Vezir Ahmet kenara çekilip kahvelerini içti. Bunlar bahçeyi unutmuştu.
-Abi yahu, dedi Ethem Şah. Seninle beraber bir bahçe şeneltmiştik. Şimdi ne durumdadır. Abad mıdır, virane midir? Şuraya bir gidelim.
-Gidelim kardeşim.
Sabahleyin apar-topar hanımlarına haber vermeden -o zaman böyle motorlu vasıta yoktu tabi- faytonlarla gittiler oraya. Efendime söyleyim, vardılar ki, Allah sizi inandırsın, dünyanın yalancı cenneti. Bülbüller ötüyor, şadraban çağırıyor, güller kokuyor, yalan dünyanın cenneti mi cenneti. Ne meyve ararsan, ne çiçek ararsan mevcut. Girdiler bahçeye, ekmekleri, yemekleri, kahveleri geldi. Yediler, içtiler, namazlarını kıldılar. Yine bir mülahazaya daldılar. ?Ey Allah´ım bize bunu kısmet ettin, bu saltanatı verdin. Şimdi surda iki çocuğumuz da olsaydı, oynayıp gülselerdi, nasıl bahtiyar olurduk Ya Rabbi!? dediler.
O anda çile dolmuş olacak ki, Cenab-ı Hak Taala Hazretleri tarafından. Hızır Aleyhisselâm gönderiliyor. Allah, ?Git, falan kullarımın muratlarını ver.? diyor. Hızır Aleyhisselâm, derviş kıyafetinde geliyor. Bunlar bu mülahazada iken, kapıya ?tık tık? vuruyor.
Kapıyı açıyorlar. Bakıyorlar ki, pir-i fani, ak sakallı bir derviş.
-Buyur Derviş Baba, diyor, Ethem Şah. Sağ koltuğuna giriyor. Getiriyor kendi koltuğuna oturtuyor. ?Merhaba, hoş-beş? ten sonra, sükut ediyorlar. Tabi Derviş Baba biliyor, bunların muradı ne, bunlar niye susuyor.
Diyor ki:
-Kusuruma bakmayın Padişah´ım, Vezir´im. Çok tatlı sohbet ediyordunuz, amma ben gelince kestiniz. Söyleyin ben de bileyim.
-Derviş Baba! Senden gizli olacak bir şey yok. Cenab-ı Allah´a duamız vardı. Ben Padişah´ım, abim de vezirim, Başvezirim. İkimizin de çocuğu yok. Biz de böyle bir şeye azmettik, iste görüyorsun, dünyanın cenneti. Şurada iki de çocuğumuz olsa, oynasa, gülse, ?Baba? dese, daha neşelenirdik, daha mutlu olurduk. Bunu derken siz geldiniz.
-Üzülmeyin, diyor. Ben size bir tavsiyede bulunacağım. Harfiyen uygularsanız, Cenab-ı Hak, muradınızı verir.
-Buyur, Derviş Baba, diyorlar.
Derviş, bir Besmele-i şerif çekiyor. Sağ elini sağ cebine sokuyor, bir kırmızı elma çıkarıyor. Yuvarlıyor, Ahmet Vezir´in önüne. Ahmet Vezir alıp kokluyor, Besmele çekip cebine koyuyor. Derviş, bir Besmele çekiyor, sol cebine sokuyor, elini. Bir beyaz elma çıkarıyor. Onu da Ethem Şah´ın önüne yuvarlıyor. Ethem Şah da koklayıp cebine koyuyor. Diyor ki derviş, yani Hızır Aleyhisselâm:
-Şimdi buradan Taht-ı Umman´a vasıl olduğunuzda, harem dairesine vardığınızda, bu elmaları soyacaksınız, hanımlarla beraber yiyeceksiniz. Ondan sonra Cenab-ı Hak, sizin muratlarınızı verecek. Amma hanginizin oğlu, hanginizin kızı olur onu bilemem. Amma ikinizin de çocuğu olacak. Bir isteğim var sizden. Ben gelinceye kadar çocukların ismini koymayacaksınız, kesinlikle.
-Hay hay Derviş Baba! Sen bize bu muradı verdin ya Allah´ın izniyle, sen gelinceye kadar çocuğun ismini koymayacağız, diyorlar.
Derviş:
-Müsaade edin, ben bir abdest alayım, namazımızı kılalım, diyor.
Padişah, testiyi eline veriyor. Derviş Baba, dış eşiğe çıkıyor. Testiyi oraya koyuyor, sırra kadem basıyor. Bunlar da gözlüyor ki, Derviş gele. Kalkıp bakıyorlar ki, kapının ağzında testi verdikleri gibi duruyor, Derviş yok.
TAHİR İLE ZÜHRE´NİN HİKAYESİ
Doğan Kaya
Yorumlar