Sabah güzel bir film izledim. Unutulmaz Aşk isminde. Bayıldım. Tavsiye ederim. İzleyiniz. Bu gün biraz balgam çıkardım. Buna da şükür. Ömer Seyfettin hikâyelerini okudum. Yemeğim yoktu kardeşime gidip 2 günlük yemek getirdim. Şu an hissettiğim sadece huzur. Huzur... İçim dolu huzurla. Yalnız beynim müthiş. Bir beynim olduğunu ve vücuduma hâkim olduğunu anladım. Beynim ne düşünürse vücudum ona hazır. Organlarım her şeyim onun kölesi. Galiba organların başı, baş tacı olduğu için Allah onu başımıza yerleştirmiş. Organların padişahı olduğunu anlamak için evde oturmak gerekmiş. O nedenle hissettiğim huzur. Peki, kalp veya gönülü kim yönetiyor. Onun sahibi, padişahı kim? Soru bu şimdi... Cevabı çok uzun... Belki bir gün yazarım.
Gecenin tam ortası. Odam karanlık. Kendim ve karanlık. Gölge bulunmaz karanlıkta. Her şey gibi oda sakladı kendini. Karanlıkta ki tek açık olan kendim. Kendi gerçeğim. Neyi kimden saklayacağım. Karanlığın içinde kendim, kendimin içinde gerçeklerim. Günahlarım, sevaplarım, sevgim, aşkım, nefretim, yalanlarım, dolanlarım. İşte karanlıktaki ben. İtiraf vakti mi yoksa kendini tanıma veya kendini bulma vaktimi. Çaresizliğin çare olduğu süreçte kendini karanlığın içinde bulma. Kendinle konuşma. Karanlığım özgürlüğüm. Her şeyim karanlıkta açık ve net. Korkmuyorum gerçeklerimden utanmıyorum ama huzurlu bir hüzün var içimde. Tıpkı karanlığın içindeki huzurlu hüzün gibi. Veya hüznün içinde ki huzur gibi. Gece ibadetinin sırrını çözdüm bu gece... İbadetini gören biri var. İbadet ettiğini bilen biri var. İsmini zikrettiğini bilen biri var. Ağladığını gören. Yalvardığını bilen var... Kalbin sahibi. Gönlün sahibi; Allah. Velilerin niçin gece ibadet ettiklerini âlimlerin niçin gece keşf yaptıklarını bu gece, anladım. Gece gündüzden aydınlık şu an. Hatta gündüzü aydınlatan karanlıkta, gecedeki zikir, keşif. Gece gündüzün annesi. Karanlığın sırrını çözdüm. Nurlar, ışıklar karanlıkta çıkar ve yol gösterir. İşte odamda yeşil bir ışık ve gel beni takip et diye bir yol... Yürü bakalım şimdi. Bu ışık ve bu yol gecenin tam ortasında nereye götürecek seni. “Korkma” derken Akif bu yürüyüşümü kast etmişti acaba. Yol ve yolcu. Karanlık ve ışık... Yazmak istiyorum yazamıyorum. Uzun yola çıkacak kadar azığım yok. Korkuyorum. Korkuyorum... Düşerim diye. Karanlıktan değil düşmekten korkuyorum. Beynim gönlümü yönetmek istiyor. İzin veremem. Cesur olsam korkmadan yürüsem... Ümitlerim, beklentilerim beni yöneltse. Yani kalbim beynimi yönetse. Kalbim sahip olsa aklıma. Aklımı baş olmaktan kurtarıp ayaklarımın altına alsam. Kalbim baş tacı olsa. Kalbimde ne vardı? Kim vardı? Allah. Allah beni yöneltse acaba korku kalır mı? Korkma... Beynimin gücü ile kalbimin gücü arasında sıkışan ben. Bu iki kıskaçtan kendini kurtarmaya çalışan ben. İsyan ahlakı içinde olan ben... Hem beyni hem gönlü çözdüm. Artık özgürce karanlıkta dolaşabilir. Karanlık; mezar gibi. Korkma dolaş şimdi. Kimse yok, sana zarar verecek. Korkma... Yürü… Kara gecede kara bir gölgenin seni takip etmeyeceğini bil. Yazıcıoğlu “Üşüyorum”, Mehmet Akif “Korkma” ben ise korkuyorum diyorum. Korkmaktan korkuyorum. Karanlık dehliz gibi odam. Belki karanlıkta korkuyordur, karanlıktan. Karanlığın korkusu karanlığın olduğu bir mekân, bir zaman; odam ve gecem.
Karanlığın olduğu her yer sessiz. Sessizliğin olduğu her yer karanlık. Sessizlik olduğu için karanlık kendinden korkup ses çıkarmıyor. Bende kendimden korkup karanlığa sığınıyorum. Ölü gibi, ölüm gibi. Ölümden değil, ölmekten değil, karanlıktan korkuyorum. Kefen niçin beyaz? Anladım şimdi. Karanlıkta nur ışığı, beyaz kefen. Kendimle karanlıkta yürüdüğüm gece.