Yeni Türkiye`nin anahtarı `Yeni Anayasa`dır. (Bu anayasanın omurgasını hangi zihniyet belirleyecek? Mühim çünkü kurumlar buna göre vücut bulacak.) Çünkü mevcut anayasa bir darbe mahsulüdür. Buna iktidar karşıdır, muhalefet karşıdır, halk karşıdır. Zaten yüz yerinden delinmiştir.
Ama hâlâ statükoyu o temsil eder.
`Yeni Anayasa` demek yeni bir `toplumsal uzlaşma` demektir. Bu uzlaşmanın sağlanması için tüm taraflar biraraya gelmelidir.
Partiler, iş çevreleri, sendikalar, STK`lar, yani ne kadar güç odağı varsa hepsinin çorbada tuzu olmalıdır.
Altmış maddede uzlaşıldı deniyor. Bunlar suya sabuna dokunmayan maddeler. Kritik konulara gelince kıyamet kopacak.
Bu konuların başında `çözüm süreci`ni noktalayacak `Kürt meselesi` gelmektedir.
Burada akla uygun bir anlaşma olursa `Yeni Anayasa` yapılmış demektir. Bu metne ordu dahil her güç odağı `gönül rızası ile` imza atmalıdır.
O zaman Türkiye rahatlar, önü açılır.
`Ne yapalım, muhalefet yan çiziyor, Kürtler yanaşmıyor` demek yakışık almaz. Süreç uzayabilir. Sabırla çalışmalı, masadan kalkmamalıdır. En nihayet bu bir partinin değil ülkenin meselesidir. Demokrasilerde çare tükenmez. Çözüme takoz olanlar yurtsever değildir. Türkiye bunu yapamazsa `kâht-ı rical` var demektir, tedavisi yıllar alır.
`Kanun yapıyorsun ama uygulamıyorsun` dememeli. Altında imzası olanlar bir gün gelir hesaba çekilir (Misal: Evren)
Şöyle bir düşünce dolaşıyor ortalarda. Efendim `Yeni Anayasa` çıkmaza girerse, Ak Parti seçimlerde anayasayı değiştirecek oyu alırsa, kendi anayasasını referanduma sunar, kabul edilirse mesele biter.
Hayır, bitmez.
Onun adı `milletin anayasası` değil `Ak Parti anayasası` olur ki, her attığı adımda ayağına takılır. Ne dedik: Anayasa bir toplum sözleşmesi olmalıdır.
Lafı uzatmayalım. Zamanı gelince bu konuda yeterince tartışma olacaktır.
İkinci mesele `Yeni Türkiye`nin hangi zihniyet üzerinde yükseleceğidir. Şimdilerde (ben dahil) yeni hükumete akıl verenler, yol haritası çizenler çoğalacaktır. Şurası bilinmeli ki bu iş gazetecilere düşmez. Sayın Davutoğlu da `Filozof Başkan` sözünü reddetmelidir. Türkiye`de filozof var mı acaba? Cumhuriyet dönemi Atatürk ilke ve inkılapları ile hedef belirledi; bunu `altı ok` ile dile getirdi. Tepeden inme devrimin ceberrut uygulamaları tutmadı. Ama şunu gözden ırak tutmamalı. Ülke Osmanlı`dan itibaren gözünü Batı`ya çevirmiş ve modernleşmeye evet demiştir. Türkiye geçen yüz yıl içinde bayağı modernleşmiştir. Ancak dış görünüşte insanlar modern olsa da içleri Müslümandır (Diyanet`in son araştırmasına göre oruç tutanların oranı %80, kurban kesenlerin oranı %84). Bazı hocaefendiler bu Müslümanlığı beğenmiyor, onlara cehennemin yolunu gösteriyor. İnsaf, merhamet, şefkat, irşat nerede kaldı? Cenab-ı Hakk hidayet versin diye dua etmek gerekmez mi?
Sayın Tayyib Erdoğan konuşmalarında emperyal bir dil kullanıyor ki, gayet yerindedir. Bosna`dan Haleb`e, Kafkasya`dan Filistin`e selam gönderiyor. Ama bu vizyonun altını iktisatla, siyasetle ve fikriyatla doldurmak lazım. Yoksa herşey retorikte kalır.
Amerikan `hayat tarzı`nın hegemonyası altındayız. Bütün dünya öyle. Öncelikle `tüketim ekonomisi`nin terkedip, kökü İslam`da olan `kanaat ekonomisi`ne geçmemiz lazım.
Radikal atılımlar dışında bu hegemonyadan kurtulamayız. Meselâ tarıma dönmeliyiz. Bence sonunda tüm dünya tarıma dönecek ama inşallah o zaman iş işten geçmemiş olur. Bisküvi, battaniye vb. üretiminden daha ince işlere, elektroniğe falan yönelmeliyiz. Tabii bu işler benim gibilerin işi değil.
Ben şunu görüyorum: Türkiye son otuz yılda bir yandan modernleşiyor, bir yandan dindarlaşıyor. Bu bir tenakuz, ama gerçek. Sosyal bilimcilerin bu konuda çalışması lazım, ama önce İslâm`ı öğrenmeliler.
Bilimde, felsefede, sanatta hangi akla hizmet edeceğiz. Biz dursak, hayat durmuyor. Bakınız kubbeler ve minareler şehri İstanbul`un sur içi karşısında, Maslak`ta bir gökdelenler şehri oluşuverdi. Aralarında tek bir minare yok. İkisi de İstanbul.
İşte zurnanın zırt dediği yer.
İkisini birarada mı yürüteceğiz, yoksa birini mi tercih edeceğiz? Geçen zaman bize gökdelenlerin galip geleceğini gösterdi. `Yeni Türkiye`yi düşünmek bu `arada kalmışlık`tan nasıl kurtulacağımızı düşünmektir.
Bir `zihniyet devrimi` olmaksızın Yeni Türkiye ham hayalden öte gidemez.
Ahmet Davutoğlu devrimin filiz verdiğine işarettir. Gayret bizden, tevfik Allah`tan.