Geçenlerde sosyal medyada, Japonya’daki bir merdiven ve zeminin demir döşeme fotoğraflarını gördüm. Bizde bir inşaat kolonunun demir döşeme fotoğrafını kolaj yaptım. Altına “Buna kader diyemezsiniz,” diye yazıp Twitter’da paylaştım. Pek çok yorumla iki bini aşkın kişinin beğenisini aldı. Ben de bunun kader değil, cinayet olduğuna inanıyordum. Mukadderat ya da kader, alın yazısı ya da yazgıya gerek İslamiyet’te gerek başka dinlerde nasıl bakılıyor, sorusuna kapsamlı olarak cevap verebilecek, akıl yürütecek kapasitem yok. Kader kelimesini duyunca, iç geçirir, Sivas yöresinin bir uzun havasının hatırlarım. Kemend attın koydun beni tuzağa Kurtulamam kader senin elinden Terki diyar etsem gitsem uzağa Kurtulamam kader senin elinden Ganisin cömertsin her şeye nazır Kimin yoksun eder kimisin vezir Her nereye gitsem yakamda hazır Kurtulamam kader senin elinden Karışmadım kader senin işine Derdin nedir düştün benim peşime Çadır kursam karlı dağın aşına Kurtulamam kader senin elinden Çalışmalarını yakından takip ettiğim genç bilim adamlarımızdan Deniz Karakurt’un “Türk Söylence Sözlüğü” e-kitab’ının 235. Sayfasında, kader ve yazgı ile ilgili şu bilgi yer almış: ( https://upload.wikimedia.org/.../00/TurkSoylenceSozlugu.pdf ) “Yeryüzündeki pek çok toplumda insanın yaşayacaklarının önceden tanrısal bir güç tarafından belirlendiği ve bâzı kültürlerde ise bunun bir yere yazılmış olduğu inancı bulunur. Türk kültüründe ise bu yazının insanın alnında olduğu düşünülürdü. Kader anlayışı pek çok inançta mevcut olup insanın başına geleceklerin büyük bir kısmının kendi elinde olmadığı inancına dayanır. Sözcük; "yazı" kelimesiyle ve "yazmak" fiiliyle aynı kökten gelir.” Bazı ilahiyatçı yazarlar kadere imandan söz ediyorlar. Kimi de bunun bir Emevî doktrini olduğunu öne sürüyor. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk 13 Aralık 2013 tarihli Hürriyet gazetesinde "Kader alın yazısı mı, tabiat kanunları mı?" başlıklı yazısında bu fikri savunmuştu. İhsan Eliaçık da “Kur'an'da ölçü ya da kapasite anlamında bir kader ibâresi bulunmakta, ancak İslâm'da kadere iman diye bir Kur'an hükmü bulunmamaktadır,” görüşünü dile getiriyor. Kaderle kederi hep karıştırırım. Kader yalnız kederle ilişkin olmamalı, önceden alnımıza yazıldıysa güzellikler de içermeli. Tavan arasında unutulmuş şiirlerimin birinde kaderin ne içermesi gerektiğini anlatmaya çalışmıştım: “Kadersin sen, bahtsın, alın yazısın, Sunduğun hep beter olmasa gerek. Umudun umutsuz, bitmez nazısın; Hayat yalnız keder olmasa gerek. Kadersen, erklerin hepsi senindir. Öyleyse bendeki acıyı dindir. Karanlık dünyama bir ışık indir, Aydınlıklar biter olmasa gerek. Yoksullarda deneme bütün gücünü, Kimsesizin de al bir gün öcünü, Bırakarak darda, çekip göçünü; Buralardan gider olmasa gerek. Sevgi kumarında atıp geleyi, İnsafsızca yapma bin bir hileyi. İnsanlara özgü bütün çileyi; Garibanlar çeker olmasa gerek. Kuşkum yok, seni de yazan biri var. O’nun bir günahı, bir eciri var. Canlıda, cansızda ‚ol!‛ emiri var. Bağışında yeter olmasa gerek. Mehmet Baş’ın şiirinde kader ve keder ilişkisi var: “Saatlerin denizinde saniyelerin gemisiyle taşınırken / Kaderin sularına gömülüyor kederden düşler…” Hasılı kader, harekete geçmeyen kişiye asla yardım etmeyeceği inancında olanlar çoklukta. Birkaç şiirden dize alıntıları yaptıktan sonra sözü binasına getireyim: Turgut Uyar: “Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum Herkesin derdinden pay isterken Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden” Ece Ayhan: “sen kader ağacı değilsin – nedeni bu tutkularına bırak kendini bir soluk var yaşıyor uzak uzak bu daha ölmemişsin demektir” Hâfız: Vermediler bize geçit iyilik mahallesinde Beğenmiyorsan eğer sen değiştir kaderi Sabahattin Kudret Aksal: Gelmez zannederek bu koşmanın sonu Yaşadı bu oyunu kaderince Ziya Osman Saba: Bir an gülümseyen talih, değişen kader Ömrümde bir tek o sonbahar. Ömrüm oldukça anacağım, Bir rüya görür gibi geçtiğimiz sokaklar. Şems-i Tebriz-i: “Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hakimsin ne de hayat karşısında çaresizsin.” Bütün bu yazdığım yolluklardan ulaşmak istediğim menzil şu: Kimi Mevlâna’ya, kimi de Fuzulî’ye mal eder: “Ey insan! Kadere az bahane bul. Buğday ektin de, arpa mı biçtin?”