Bu yüzyıl anlamın buharlaştığı, bilginin iktidara ve özellikle paraya hizmet ettiği yüzyıldır.
“Bilim dışı kuvvetler” olarak formüle edilen güç odakları, bilimin ve bilgilerin gerçeklikle ilgilerini kesmektedir. Bu kuvvetler, bilgiyi olayın, olgunun kendisinden kopartarak kendi çıkarlarına kullanmaktadırlar. Son aşamada olayın anlamı, sadece ve sadece “kullanılan veriler” çerçevesinde dile getirilir; “esas anlamı”yla irtibatı kesilir. Ama olay ya da gerçeklik hayatını sürdürür ve o “kullanılmayan veriler” gerçek hayatta yerini alır ve iktidar kuvvetine rağmen tabii akışını sürdürür.
“Bilim dışı kuvvetler” denilen güç odağı bilim adamlarından oluşur. Yani “Epistemik Cemaat” denilen insan kadrosu, gerçeği kendi çıkarına biçimlendirir ve kullanıma arz eder. Epistemik Cemaat, bilgiyi gerçeğin aydınlanması için değil, kendilerinin çıkarına nasıl kullanılabilecekse o şekilde düzenler. Bu gerçekliği işkenceye tabii tutup, istediklerini söylettikten sonra yakasını bırakmaktır. Elbette, buna karşı duran fikir namusuna sahip bilim adamları ve bilim felsefecileri de vardır; ama olay “bilim iktidar” ilişkisi haline geldiği için söyledikleri sadece dersliklerde ve kitaplarda kalır. Olsun: Bilgiyi namussuzca istismar edenler kaybolur gider; namuslular eserleriyle düşünceleriyle yaşarlar.
Aynı durum, hukuk için de geçerlidir…
Hukuk da aydınlatmak zorunda olduğu olayın peşindedir. Aynı epistemik ahlak, hukuk adamları için de geçerlidir. “Hukuk dışı kuvvetler” işin içerisine girdiğinde, hukuku, hukuk dışı niyetlerine kullanan bir savcı, olayın bütün delillerinin değil; kendinin yahut çıkar ortaklarının aklanması için “uygun deliller”in peşine düşer ve onlardan örülen bir dava dosyası oluşturur. “Hukuk dışı kuvvetler” içerisinde, hâkim de varsa, hâkim olayın kendisini merak bile etmez ve “müdde-i umumi”nin iddiası doğrultusunda karar verir.
Böylece suçlu masumlaştırılır, suçsuz cezalandırılır. Ama tıpkı bilimin yürüyüşünde olduğu gibi namuslu gerçek hayatta namusludur, namussuz gerçek hayatta namussuzdur. Tıpkı bilim adamının, bilim ahlakından nasipsizinin unutulduğu, hatta nefretle anıldığı gibi; hukuktan nasipsiz hukuk adamı da nefretle anılır. Türk hukuk tarihinde, “Seni burada tutan kuvvet böyle istiyor!” diyerek bir başbakanı idama yollayan savcılar vardır; durum çok da değişmemiştir, aynı savcılar ve aynı hâkimler yine vardır.
“Müdde-i umumî” çok güzel bir kavramdır; umumun yani kamunun hukukunu korumakla görevli savcının, bir zamanlar kullanılan karşılığıdır. Hatta halk bunu kısaltmış ve “müddeyum” diye telaffuz etmiştir. Müdde-i umumî, kamunun değil de, hukuk dışı kuvvetlerin savlarına hizmet eden bir savcı haline gelmişse onun adı artık: Müdde-i hususîdir. Bilim dünyasında çıkar ve iktidar adına “bilim dışı kuvvetler”e hizmet edenler çoğunluktadır ama bu doğrudan hayatımızı etkilemez. Adalet ise herşeyimizdir, doğrudan doğruya hayatımızı etkiler. “Hukuk dışı kuvvet” haline gelen savcıların, hâkimlerin kararları ise özel hayatları, aileleri, şehirleri vs. etkiler ve unutulmaz.
Adalet “müdde-i hususî”lerin ve yine “hususî” kişi ve grupların eline geçmişse orası bir şehir de olsa dağ başıdır ve hukuk eşkıyalar tarafından tecavüze uğramıştır. “İnsanın trajedisi”ni yazdığı söylenen Shakespeare’e kulak vermeli:
"Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz… Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış… Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru. Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın… Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın… Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e, Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama Seni yalnız komak var, o koyuyor adama…"
BİLİM VE HUKUK DIŞI KUVVETLER
Berat Demirci
Yorumlar