“Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.”
(Necmettin Halil ONAN)
18 Mart 1915...
Varlık, yokluk mücadelesi... Ya zafer, ya ölüm... Ötesi yok... Sultan Fatih karadan gemileri yürütmüştü de şimdi ateşten denizlerde mumdan gemiler geçirme zamanıydı. Görünürde olmayacak bir işti yani ki... Ancak Allah, “Ol!” dedikten sonra onu kim engelleyebilirdi ki... Yüce Yaratıcı bir kere “Ol!” demişti... Düşmanın gözüne perde inmiş, dizlerinin bağı çözülmüş, cesareti kırılmış, en ağır makineleri işlemez olmuştu...
Mehmetçiğin üzerine üflenen iman ve aşk onu meleklerle kol kola, omuz omuza korkusuzca hep ileri götürmüştü. Bir kişi, beş kişi, on kişi hiç fark etmiyordu... Geriyi hiç düşünmediler. Karşılarındaki dağ olsa ezecek, set olsa yıkıp geçecek cesaretleri vardı... İzahı edilemez bir durumdu bu... Allah’ın yardımıyla yazılmış bir destan... Gözünü kırpmadan şahadete yürüyen gencecik fidanlar...
Çanakkale destanı... Kutlu bir diriliş... Yetişmiş bir nesil, yaprak misali kara toprağa düşüyor tek tek. Yine o aynı nesil kurtuluş mücadelesinin meşalesini yakıyorlar mezarlarından hep beraber. “Kim demiş, her şeyin bitişi ölüm / Destanlar yayılır mezarımızdan.” diyor ya Âkif İnan, işte öyle bir şey...
Bir tarafta zamanın en gelişmiş donanmaları, silahları, askerleri... Madde, teknoloji, kibir, gurur, kendini beğenmişlik, gösteriş ve daha neler neler... Diğer tarafta kısıtlı imkânlar, tükenmek üzere olan silahlar, mermiler, mayınlar... Aç ve susuz kalmış bedenler... Ama yine de maneviyat, ruh, iman, aşk, cesaret, kardeşlik... “Ölürsem şehit, kalırsam gazi!” dedirten şuur ile kahramanlaşan askerler... Bu ruh ile “Nice az topluluklar çok topluluklara karşı” galip geldi... Bu ruh ile uykusu gelen gözler uyumadı, acıkan karınlar doydu, susayan dudaklar susuzluğunu giderdi...
“Müminler bir vücudun azaları gibidirler, birisi rahatsızlanırsa diğer uzuvlar da onun acısını paylaşır...” sözünü düstur edinen İslâm coğrafyasından pek çok Müslüman, kardeşini yalnız bırakmamak için hiç düşünmeden cepheye koştu... Memleketin her bir köşesinden gelen yiğitlerle saf tuttular... Beraberce ölüme tebessüm ettiler...
Seyit Onbaşı... Mehmet Muzaffer... Hasan Onbaşı... 57.Alay... Ömer Çavuş... Yahya Çavuş ve arkadaşları... Kınalı Hasan... Ve nice isimsiz kahraman… Kanla yazılan ve sırrı hâlâ çözülememiş büyük bir destan... Çanakkale…
Seddülbahir, Kilitbahir, Arıburnu, Conkbayırı, Gelibolu... Kara, deniz, hava, ateş... Her taraf kuşatma altında... Göz gözü görmüyor... Göğüs göğüse, nefes nefese amansız bir mücadele... “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi, / En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.” diye tarif ediyor manzaranın dehşetini Mehmet Âkif...
Çanakkale, yenilmez zannedilen donanmaların nasıl hezimete uğratıldığının resmidir... “Hasta adam”ın aslında ne olduğunun ifadesidir Çanakkale... Memleketin her bir karış toprağını kendi aralarında paylaştığını zanneden zavallı devletler görmüşlerdir ki Türk devleti ve milleti ne parçalanır, ne bölünür ne de sömürülür... Anadolu ruhu ve göğüslerdeki iman buna engel olmuştur... Kurtuluş Savaşı ve İstiklâl mücadelesi Çanakkale’de elde edilen işte bu ruh ile başarıya ulaşmıştır…
Çanakkale… Çanakkale… Ümmetin kabul olunmuş duası…
18 Mart 2015...
Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı vesilesiyle şehitlerimize, gazilerimize, milletimize, memleketimize, İslam dünyasına dua, dua, dua...
Çanakkale... Çanakkale...
İbrahim Kaya
Yorumlar