İslamî cemaatlerin, kısaca “İslamîler”in dünya ile ilişkileri islamî midir?
Gençken böyle bir soru aklıma bile gelmezdi, istisnasız ve safça hepsine çok ileri derecede hoşgörüyle bakardım. Özellikle 12 Eylül darbesi döneminde diri kalmak için hem kendimle, hem yakın çevremle mücadele ettim. Dünyalık açısından çok sıkıntılı günler yaşadım. Kendim işsizdim ama işsiz kalanların iş bulmalarına yardımcı oluyor, fişlendiği için tayinleri yapılmayanların dertleriyle dertleniyordum. ANAP zamanında da duruşumu muhafaza ettim.
O sıralar ani bir enerji patlamasıyla verdiğim sosyoloji okuma kararı bana mesafe, düşünme ve tanıma fırsatı verdi. “İslamîler”in neler yaptığına, nasıl ilişkiler içerisinde olduğunu anlama imkânı buldum. İslam İslamîlerin günlük hayatlarında yoktu, dünyaya sıkı sıkıya tutunmak için mensup oldukları cemaatler “sosyal adam” olmalarına yardımcı oluyor, “dünyalık” temininde büyük bir kolaylık sağlıyordu. “Bizden” alameti çok kapı açıyordu ama “bizden” olmak için de “baron” hükmündeki büyüklerin referansları gerekiyordu. Neticede onların dediği türden “bizden” olmamak için elimden geleni yaptım, çünkü İslamiyet’in beşeri ilişkiler içerisinde yeri olmadığı için, muaşeret kuralları seküler alanda ve despotça işliyordu. “Baronlar” herkesten kuşku duyar; çıkar çarklarına en uzakta durmak yetmez, büyük adam olduklarını ve daima doğru yaptıklarını onaylamak gerekir. İrancı, taban tabana zıt bir vasıfla da “Üstatçı” oldum, hatta bir iki şerefsiz “ajan” olduğumu bile yaymaya çalışmıştı. O zamanlar “ajan” yaftası bir insanı refüze etmenin pek muteber ve alçakça yoluydu. Şimdi bütün ajanlıklar ve kirli ajandalar ellerindedir ve özellikle bunlara asla hakkımı helal etmem.
Üniversite benim için öğretmenliğe mecburi bir dönüş oldu, “İslamîlerin” referanslarıyla değildi ve iyiki de değildi. Üniversite hayatım arzulamadığım, beklemediğim ve sebep bile bulamadığım bir olacak olurdan ibarettir. Mutlu edici tek şey de mesleğimdir: Okuyor, yazıyor ve paylaşıyorum. Beş paralık makamlar için birbirlerine kara çalan, didişen, iftira atan bu muhteşem camiadan asıl ve köklü uzaklaşmam 28 Şubat süreci ile oldu. Çünkü camianın neredeyse tamamı, hükümetten nemalanmak için Refah Partiliydiler; darbe sürecinde ise başlarına bela gelir diye boyanmadıkları renk kalmadı. Bütün meselenin iktidarı kaybetmek olmadığı da aşikârdır, az sayıda gerçekten uğradığı zulmü hak eden ve benim hakiki müslüman saydığım insanlar da vardı. Onların endişe ve korkularını kendi adıma daima mazur gördüm, kınamam.
AK Parti ile başlayan süreçte, islamîlerin kurdukları dernek, kurum, kuruluşların bütün derdinin dünyalık olduğu turnusole yakalanmıştır. Ak Parti, İslami cemaatlerin sekülerleşmede en geniş mezhebe sahip olmalarının imkânını sonuna kadar açmıştır ve iktidarın bedelinin bu olduğunu fark eden zekâyı tebrik etmek gerekir. “Bizden” referansı olanlar bugün, her kesimle ilkesizce ve zaman zaman tam bir yaltaklanma haliyle herkesle işbirliği yapabilmekte olup, bir zamanlar aynı safta göründükleri dostlarını(!) da ucuz pahaya satabilmektedir. Mutlaka kendilerince de “Düşmanın silahıyla silahlanmalı…” gibi acayip istismara açık fetvalar buluyorlardır.
Kapitalizme ruh veren protestan ahlakı doğuşu itibariyle, bizim ülkede cereyan eden sekülerleşme macerasından daha haysiyetli bir çizgidedir. İslamîlerin tereddütsüz mubah gördükleri pek çok çıkar ilişkisini, ilk protestanlar şiddetle reddetmiştir. Sonrası, protestanların istemediği ama sebep olduğu bir dünyadır. Bizdeki sekülermeşme macerasının aktörleri, kapitalizmin sunduğu çatlaklardan nemalanırken samimi olarak dünyaperesttirler. İçlerinde Ebuzer Gıfarî’yi komünist olarak tanımlayan ve hicvedenler bile vardır.
İslamîlerin Modernite karşısında geliştirdikleri tezlerin “uygulanmamak üzere” düşünüldüğü ve konuşulduğu, yaşadığımız günlerde çok daha iyi gözlenebiliyor ve bize de yalnızca sükûnet kalıyor. Mecburiyetin ve zaruretin asla olmadığı alanlarda “İslam”a, hadi “İslam Medeniyeti”ne ait bir fiil gösterin. Böyle bir fiil gösterilemez ama “İslamî” olanların ilkesizce, hiçbir ahlakî akitleşme olmadan sırf çıkar uğruna herkesle işbirliği yapmaları alışkanlık haline gelmiştir.
Artık “İslamî” olmak için müslümanlığın akaidi ilkelerine, insanî ilişkilerdeki hassas çizgilerine riayet gerekmiyor; müslüman olmadan “İslamî” olma imkânı bile vardır. Bu ülkede çok yaygın olan “kimlik” ve “kişilik” uyumsuzluğu, hatta zıtlığı “İslamî Cemaatler”in tamamının içinde karanlık, çukur ve çok geniş bir bölge oluşturmuştur.
Besmeleyle başlanmayacak işler, besmeleyle başlanan işlerden fazladır. Besmeleyle başlanması meşkûk işlerin, gerekçe ve dayanaklarının müslümanlık oluşuna ise ne kadar üzülsek azdır. Böyle bir vasatta kimlik denilen şey aidat bedeli, kişilik ise kartvizitten ibarettir.
İSLAMSIZ İSLAMÎLİK
Berat Demirci
Yorumlar