İslâmî kaynaklarda insanların gözetmeleri gereken bütün haklar  “Allah’ın hakları”  (hukûkullah) ve  “kulların hakları”  (hukûk-ı ibâd, hukûk-ı âdemiyyîn) şeklinde ikiye ayrılmış; bazı kaynaklarda bunlara bir de  hem Allah hakkı hem kul hakkı  sayılan haklar eklenmiştir. Keza kul haklarına dair hükümler aynı zamanda Allah’ın koyduğu hükümler olduğundan, bunlar da geniş anlamda hukûkullah içinde görülür.  Kul haklarıyla ilgili tövbenin kabulü, hak sahibiyle helalleşme şartına bağlanmıştır. Hukûkullah’a riayet “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîmu li-emrillâh), hukûk-ı ibâde riayet “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefekatü alâ halkıllâh) deyimleriyle de ifade edilir. “Allah’ın emrine saygı”, O’nun varlığına ve birliğine iman edip, Kur’an ve Peygamber aracılığıyla bildirdiği hükümlerine uygun yaşamakla olur. “Allah’ın yarattıklarına şefkat” ise “kul hakları” kavramının içerdiği; insanların canları, bedenleri, şeref ve haysiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşur. Bireye verilen zararlar yanında; zimmet ve irtikâp, yolsuzluk, karaborsacılık, fitne ve kargaşa, idarî baskı ve zulüm gibi kamunun hak ve menfaatlerine, huzur, güvenlik ve refahına zarar verici faaliyetler de İslâmî kaynaklarda kul haklarına tecavüz sayılıp yasaklanmıştır. Bütün bu konular, spesifik bildirimler yanında,  hak, adalet  (adl, kıst) gibi kavramlarla ahlâkî ve hukuki prensiplere bağlamıştır. *** İlgili ayet ve hadislerden hareketle kul hakları konusundaki vecibeleri iki kısma ayırabiliriz:  1.  İnsanların sahip oldukları, onlara ait olan maddi ve manevi haklara saygı göstermek, zarar vermemek; 2. Dinî, ahlâkî ve hukukî hükümlerin insanlara verilmesini gerekli kıldığı şeyleri onlara vermek. Hukuk felsefesinde bunların ilkine “düzeltici adalet”, ikincisine “dağıtıcı adalet “ denmektedir. 1.  Bir kimsenin, kendisine ait olmayan bir şeyi haksız yoldan elde etmeye kalkışması kul hakkına tecavüzdür. Bu nedenle pek çok ayet ve hadiste hırsızlık, gasp, ölçü ve tartıda hile, emanete hıyanet, kumar, tefecilik gibi gayrı meşru yollarla insanların birbirlerinin mallarını yemeleri; canlarına kastetmeleri; iftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lakap takma, suizan, kusur arama gibi gayrı ahlâkî davranışlarla başkalarını incitmeleri, itibar ve şahsiyetlerine zarar vermeleri; dinî, felsefî, siyasi tercih ve yaşayışları üzerinde baskı kurmaları; yurtlarından yuvalarından çıkarmaları yasaklanmıştır. 2.  Bir de ödenmesi gereken maddi ve manevi haklar vardır. Bunların başında aile üyelerinin hakları gelir. Komşuluktan doğan saygı, yardım ve himaye türü haklar da bu gruba girer. Daha genel olarak Kur’an açıkça varlıklıların mallarında yoksulların haklarının bulunduğunu belirtmiştir (Zâriyât 51/19; Me‘âric 70/24-25). Mekke döneminin en başından Medine döneminin sonlarına kadar gelen pek çok ayette infak, ihsan gibi kavramlarla malî yardımlaşma emredilmiş; böylece Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in öncelikli davalarından biri daima yoksullukla mücadele olmuştur. Kul haklarıyla ilgili genel buyruk ve yasaklar yanında, özel olarak ana babalar, akrabalar, komşular, çocuklar, yetimler, yolcular, özürlüler gibi gruplar ve umumiyetle haklarını korumakta kısmen veya tamamen yetersiz durumda olanlarla gereğince ilgilenilmemizi buyuran birçok ayet ve hadis vardır. Sonuç itibariyle böylesine kapsamlı bir haklar ve sorumluluklar külliyatından evrensel bir  “insan hakları doktrini”  üretilememiş olması, İslam’ın değil, Müslüman ilim ve fikir insanlarının kusurudur.