Büyük Zat…
Hiç küçük harflerle konuşmaz…
Allah, Peygamber, Kitap gibi kelimeleri öyle telaffuz eder ki, zannedersiniz bir derviştir; hatta bu dünyadan geçmiş bir meczuptur. Burası müslüman mahallesi elbette salyangoz satılmaz, bu mukaddesleri satacaksınız ki, kazanasınız… mukaddesat tahsilatı bu ülkede “yolsuzluk” değildir. Ne zaman yolsuzluk suçu sayılırsa, o zaman islam dini rahatlar.
Biliyorum, ben başka bir şey söylerim; rakip başka bir şey anlar; çünkü onlar lafı daima başka yerlerinden anlar. Şehir, kurumlar, üniversite, adliye hakkında ne eleştiri getirdiysem muhatabım adına onlar konuştular. Ya bıyığıma sürtündüler, ya pantolonumun düğmelerine takıldılar. Nerden çıktı demeyin, kendime bir dar paça ve düğmeli pantolon yaptırdım, zevkim bilir; ama öyle değilmiş. Geçenlerde bir beni kastederek bir arkadaşa “Senin ki, kafayı yemiş, paçadan düğmeli pantolon giyiyor!” demiş. Edepsiz efendim bunlar, tek kelimeyle edepsiz. Meclislerine gitmem, matlubum olmaz, sofralarına oturmam; bunlarla mümkün olsa aynı havayı teneffüs bile etmem ama yapacak bir şey yok…
Konuyu dağıttığımı zannetmeyin! Post-modern gerillalar camiasından bahsediyorum. Şantaj, tehdit, kumpas her türlü namussuzluğu akşama kadar mesai olarak işleyen ve kazançlarının çoğu bu işlerden olanları kastediyorum. Sonra akşam olur, dokuz bağırsaklarını gerile gerile doldururlar, üstüne bir de namaz… Namaz önemlidir tabii, illa dışa dönük olmalıdır. “Hakk için”(!) ders dahi okurlar, ama başkalarına okurlar; kendileri günahtan münezzehtirler.
En kıdemlisinden, çömezine; başmüdüründen kıç müdürüne hepsi aynı tip, aynı kılık, aynı surat…
Evet insafsızım!
“Ülkemin coğrafyasından iz taşımayan hiçbir insana güvenmem” derim, demişimdir. İnsan yanılabilir ama bu kendime koyduğum ilkenin içi de doludur ve yanıltmadı. Mesela, benimle konuşurken, karşısındakine göz ile işmar eden, dudak büken birine “Oynak!” der geçerim.
Bunlar aralarında konuşurken hep maddiyat üzerine ilişki halindedirler. Ama anlayamazsınız çünkü paraya ve bonoya bunlar “şey”derler. “Şey”leri de bence odur…
Şu konuşma çok mühim, mühim yerlerini de olduğu gibi aktarıyorum:
“— Efendim hürmet ederim. Bu büyük müşterilerden bir kaç tanesi almış yani almış şeylerini . Tabii o bayağı büyük. Olduğu gibi şeylerini yatırmalarını istesek uygun olur mu?
­— Ben size demiştim o elinizdeki şeyler olmuyor mu?
— Onlar küçük kalıyor efendim.
— Öyle mi?
— Evet, yani bu büyük , b ayağı büyük … Böyle yani bayağı bir arkadaşların da paniğe maniğe sevketmeden külli şeyin olması ancak o şeyleri kapatabilir .
— Var mı? Yolu var mı onun?
— Öyle büyük toplu şey yaparlarsa o şeymiş . Yapma ihtimalleri çok yüksek şu anda. Çekme ihtimalleri.”
Konuşma burada bitiyor…
Bu konuşma mukaddesata dair ve teferruat olarak kullanılan o müminlere ait kelimeler hariç, hepsi “şey” üstünedir. Şeylerini yatırıyorlar, elinizdeki şeyi şey ediyorlar, bayağı büyük ve külli şeyler peşindeler, büyük toplu şeylerden pek hazzediyorlar…
Yolsuz var, yolsuzluk var! Elbette var, dilimizde tüy bitti ama dinletemedik, dinletemediler… Ancak, yolsuzla mücadeleyi, dünya ölçeğinde yolsuzlar sürdüremez. Ortada yolsuzlukla değil, yolsuzluk geliriyle ilgili, “İstedikleri kadar para” alamayan yolsuzlar hiç sürdüremez. Hatta, yolsuzlukla mücadele adında, ülkeyi de devleti de satarlar. Af buyur, efendi! Boş bulunup “para” dedim; şöyle demeliyim: Ne kadar şey şey ettiniz de, şey etmediler?
Bu günlerin geçeceğini, hayırla sonuçlanacağını düşünüyorum ve iyimserim. Dilerim, şeylerin şeyleri arasında az parayla yaşayan, aza kanaat edenler daha fazla zarar görmez.