“Biz kendi âleminde yaşayan insanlarız.Her şeyimiz kendimize göredir” (s. 9) cümlesi batılı Van Humbert’in gelişine bir baş kaldırış olarak değerlendirilebilinir. Daha açık ifadeyle ona biz milli ekonomi politikasıyla kalkınmayı amaçlıyoruz demek istemiş ve bu cümleye de sanki yerel kalkınma politikasını gizlemek istemiştir. Buna ilaveten onu kendi insanını denetlemeye gelmiş gibi görüp, özellikle üretim ve tüketim kültürünü ve zamanı, nasıl yöneteceklerini batılı bu aydına esrarlı bir şekilde anlatmaya çalıştığı şeklinde yorumlanabilinir.
Bu arada Tanpınar’ın “Doktor Turgot” ismini (s. 14) kullanması oldukça ilgi çekicidir. Bu isim iktisat teorisinde önemli bir şahsiyet olan Fizyokrat okulunun kurucusu Dr. Turgot olabilir mi? Şayet bu Dr. Turgot iktisatçı Turgot ise romanın iktisâdi motifi, romanın neşredildiği yıllardaki tarım sektörünün önemine işaret etmek için olabilir mi? Ayrıca Necker ve Schacht’ın (s. 14) Avrupalı meşhur bankacılar olması tesadüf olarak değil, şuurlu bir şekilde seçildiği düşünülürse romanın bir iktisat romanı olması temellerinin atılmaya çalışıldığı kesindir. “Para işlerinde memnuniyetsiz halkı” (s. 14) cümlesiyle bu ünlü Batılı bankacıların isimlerinin aynı sayfada olması rastlantı olamaz. Yine romanın neşredildiği 1954 yılı düşünüldüğünde paranın yönetimi için bankacılığın gelişimine işaret edildiği akla gelir. Bu basit ve biraz kapalı cümle dahi romanın iktisatla ilişkisini açık ve net bir şekilde kurmaktadır.
Saat-İnsan- iktisat İlişkisi
Saat ayarı farkı kurumsal bütçeye, gelir elde eden bir olgu olarak okuyucunun karşısına çıkar.Aslında bu bütçe açıklarının kapatılmasında “ayar” cezalarının uygulanması bir anlamda romanın toplumsal, iktisadi ve siyasal boyutunun göstergesidir.Daha sonra saatin türselliğiyle, sahibi arasındaki duygusal ilişkisi anlatılırarak, saatin sahibiyle, gün boyu yaşantısının saatte nasıl temessül (benzeşme/yansıma) ettiğinden ziyade, insanda saat ayarının temessül edilişi vurgulanmak istenir. Böylece ayarsız saatten, açık bütçeye uzanan süreç “saat-insan” ilişkisini “denge-toplum” ilişkisine taşınmıştır.Bu süreç bir anlamda “neo-klasik iktisattaki, birey dengeye gelirse toplum da dengeye gelir” varsayımından hareketle, saat ayarı sağlanırsa insanda dengeye gelir, insan dengeye gelirse toplum dengeye gelir varsayımına götürür. Hatta yazar, “saat-insan” benimsemesi ve uyumunu veya dengesini daha da genişleterek, bütün bir “eşya-insan” benimseme ve uyumuna taşıdığı söylenebilir. (s. 16) Bu genişlemeye aynı yaklaşımla bakıldığı takdir de iktisadi manada “eşya-insan” ilişkisine götürmeyeceğini söylemek iktisadi diyalektiğe ters düşmek demektir.
Saatle türlerinin bireyin günlük hayatına yaptığı etkiyi benzeyen bir etkiyi bireyin kıyafetinin değişmesinde yaptığı görülür. Yani eski şapkanın (veya elbisesini) değiştirilmeside tıpkı saat türleriin bireyde yaptığı etki gibi bir etki yapar. Bireyde yarattığı bu etki romanda psikolojik “saadet” (s. 16) olarak ifade edilmiştir.Halbuki bu etkinin tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesiyle ortaya çıkan bir etki olduğu düşünüldüğü takdirde bu etkinin iktisat terminolojisinde adının saadet değil, iktisadi haz olarak nitelendirildiği görülür. Bu husus birey-eşya ilişkisinde bireyin ‘benlik’ dışına itilmesi olarak görülmeli ve bu yaklaşımda yine tüketim kalıbının değişmesi sonucu bireyin bireyselleşmesi olarak değerlendirilmelidir. Aynı durum, eve gelen yeni hizmetçiye eski ayakkabının verilmesinde de görülür. Yani hizmetçi yeni ayakkabıyı giyince eski alışkanlığı değiştirir, ve böylece kendinde yeni bir kendi doğurur. Bu yeni benliğini zamanla kendi öz benliğini olarak görür ve “ben” olma sürecini doğuran eşya-insan ilişkisi böylece doğmuş olur. Yine banka müdürü Cemal beyin verdiği eski elbisenin uysal ve geçim derdindeki bireyi önce aşka sonra işsizlik sürecine götürmesi de yukarıdaki eşya-insan ilişkisine bir örnektir ki buda iktisat psikolojisinde ki eşya-birey ilişkisini teyit eder mahiyettedir.
XXXX
Eşya-insan ilişkisine ikinci örnek birinciden daha köklü değişimlere neden olur. Halit Ayarcı Enstitüyü kurunca Hayri İrdal’a bir elbise verir. İrdal elbiseyi giydiği an “değişme, koordinasyon, çalışma tanzimi (burası önemli), zihniyet değişikliği, üst düşünce ve ilmi zihniyet” (s. 17) yaklaşımlarıyla konuşmaya başlar ve artık yeni benliğe bürünmüş bir Hayri İrdal olur. Bu ikinci örnek eşya-kurum-insan ilişkisini açıklayan bir somut iktisadi gerçekliktir denilebilir.
Halit Ayarcı’nın bu eşya-kurum-birey ilişkisini tarihselleştirerek evrenselleştirmiştir.Yalnız sadece bireyin üretim sürecinde kralın veya padişahın verdiği (s. 8) eski eşyayla yeni kimliğine bürünmesini psikolojik olarak görmesi, bireyin iktisadi gerçekliklerini tam algılayamamış olmasından kaynaklanmış olabilir. Şayet, eşya-kurum-birey ilişkisini psikolojik bir keşif olarak gören romancı “Saatlerin psikanalizi”nden (s. 18) korkmamış ve tahlilini derinleştirmiş olsaydı belki de tüketim-üretim ikilisinin yani iktisadın somut gerçekliğine ulaşmış olacaktı*.
Saati geri kalan saat sahibine ceza verilmesi, bütçe-maliye-iktisat arasında bir yakınlık kurdururken saati geri kalanın “ileri düşünüşünün hakkını vermemesi” (s. 19) olarak değerlendirilebilinir. Bu husus kendinin sosyoloji bilmediğini (s. 18) itiraf etmesiyle birlikte ele alındığı takdir de siyaset sosyoloğu veya sosyo-psikolog uzmanlarına bu konuda beni aydınlatın mesajını veriyor denebilir.
Romandaki “İnsan yaratılışı tam bir eşitliğe razı olmaz” (s. 18) cümlesi önemli açılımlara müsaattir. Yani, bu cümle, insan yaratılışının dengeye razı olması şeklinde yorumlandığı takdirde “saat ayarı-denge” ikilisinden “eşya-denge-birey” üçlüsüne, oradan “ayarsız saat-insan-kurum-iktisat” dörtlüsüne, buradan da “eşya-denge-birey-kurum-devlet” beşlisine ulaşılır.Bütün bu ikili, üçlü, dörtlü ve beşli olguda somut iktisadi gerçeklik sürecinin adıdır. Ayarsız saat suçunun devamlılığının bir nevi kurumsal ilgisi ve bu kolektif (s. 18) ceza sisteminde ticari bir tarafın olması da eşya-denge-birey-kurum-devlet beşlisine nasıl ulaşıldığının açık delilidir.
Ceza indirimine de değinen yazar, bunu bir mevsim sonu indirimine (s. 19) benzetir. Okuyucu romanın aynı zamanda karikatürist bir iktisat veya iktisadın hicivli bir anlayışla yorumladığı sonucuna varıdırıyor. Bu bile romanı edebi olmaktan çıkarmayıp tam aksine pazarla edebi bir şekilde alay eden “iktisadi komedya” romanına dönüştürmektedir. Özellikle ayarsız saatlere ceza verilmesi noktasında halkın birbirinin koluna girerek (s. 20) güle oynaya hatta kırılasıya gülen insanların enstitüye gitmesi ve civar şehir halkının ceza işlemini gerçekleştirmek için Demiryolları’nın yeni seferler koyması, eseri pazar mizahını anlatan bir roman haline getirmiştir. Bu nokta da Enstitünün bu uygulamasıyla turizm sektörüne de etkilediğini söylenebilinir.
Kitabın aynı sayfalarında Enstitü’nün ayar ekibi için personel almaya mecbur kalması, işsizlikle Enstitü’nün üstü örtülü olarak nasıl mücadeleye girdiğini göstermektedir. Gerek İrdal’ın gerek Ayarcı’nın fotoğraflarının yabancılar tarafından satın alınması, kurumu bir taraftan uluslararası kurum diğer taraftan fotoğraf satışından gelir elde eden bir kurum haline dönüştürmüştür.
(* Burada şöyle bir soru sormak mümkündür. Tüketim kültürü, üretim zihniyetinden önce gelir ve bireyin hizmet veya mal üretiminin yeniden şekillenmesine öncülük eder mi? İktisat psikolojisinde bu konu tartışılmaya başlanmadan önce Tanpınar’ın romanda bu konuyu tartışmaya açtığı düşünülürse, yazarın iktisat eğitimi almadan iktisat teorilerine parmağını bastığı fakat derinliğine nüfuz edemediği görülür. )
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde İktisadi Mitler (2)
Zeki Özdemir
Yorumlar