Sabaha Doğru
Hayri İrdal Avucuna Konmuş Güneş; Halit Ayarcı.
Nihayet beklenen an gelir ve Halit Ayarcı sahneye girer. İlk anda Doktor Ramiz ve Halit Ayarcı’dan birinin Dr. Şekip Tunç, diğerinin ise Dr. Mazhar Osman olduğu düşüncesi okuyucun aklına getirmektedir. Bu iki psikanalist akla gelmesiyle birlikte sohbetin yapıldığı kahvenin küllüktür. 
Halit Ayarcı’nın saatinin tamiri için gidilen Karaköy’deki saatçi, Agop Saatçiyan’a bakarak “Zanaatkârın yerini tüccarın alması” (s. 204) sözü adeta küçük burjuvazinin doğuşunun habercisi gibidir. Dahası bu cümle rijit ve ırkçı bir söylevle, gayrimüslim burjuvazinin İstanbul’da doğuş ve gelişiminin de habercisidir. “Saat ve saat tamirciliği eskiden sermaye meselesi değil; seven ve işi bilenlerin işidir”, (s. 204) diyerek küçük burjuvazinin iş ahlakını küçümser bir edayla eleştiri mesajı veren Hayri İrdal, aynı zamanda saatçi Agop’a da “ben bu işi bilirim” demektedir. O anda İrdal’ın aklına ustasının gelmesi ve ona “aferin” demesi usta-çırak ilişkisini “vefa-iş ahlakı” ilişkisine dönüştürmesi şeklinde yorumlanmalıdır.
“Her şey sınıf sınıf ve kâinat lahana gibi yaprak yaprak kat kat” (s. 215) cümlesi, Marksist ekonominin topluma ve iktisadi hayata diyalektik bakış tarzı değil midir? Yukarda söylendiği gibi İrdal’da hâl yoktur, geçmiş ve gelecek vardır. Bu anlamda, Ayarcı’nın mazi ve istikbali, halin arasında görmesi, (s. 219) zaman analizinde ileride yakın dost olacak olan iki roman kahramanının, tek ayrıldıkları noktadır denebilir. İktisadi anlamda ise İrdal’ın, neo-klasikler gibi zamanı dönemlere ayırmayıp yekpare “ân” olarak kabul etmesi “acaba iktisadi analize farklı bir çığır açar mı?” sorusunu akla getirir. Akla gelen bir başka soru da şöyledir: Ayarcı’nın “mazi-hal-istikbal”e bakışındaki bu tek nokta (yani an) ve bundan sonraki her nokta, (akan zamanda) bir birey olan İrdal’ın hayatının analizine bir çığır açmış olması, iktisadi analize de bir çığır açar mı? İrdal’in Ayarcı’yı “devletli” olarak görmesi ve kabul etmesi acaba mazi ve istikbale, “hâl” penceresinden bakmamış olmasından olabilir mi? Halit Ayarcı yeni bir cümlesi daha iktisadi hayata yöneliktir; zaman felsefesi-çalışma felsefesi. (s. 226) Bu da  yine Ayarcı farkıyla üretim ekonomisinin romandaki ilk ifadesi olarak değerlendirilmelidir.
İşsizliğin eğlenceye mani olmayacağına değinen İrdal’ı, Dr. Ramiz parasızlık ehemmiyetsizliğine değinerek neden hızla geçtiği anlaşılmasa dahi romanda “para-işsizlik-yoksulluk” üçlüsü (s. 228) ve yavaş yavaş devlet kavramının romana sokulmasıda; “birey-toplum-refah” üçlüsüne aralık açıldığını gösteren yegâne delildir. Hatta biraz refah değişikliği, biraz teşebbüs (girişim) (s. 229) bu üçlünün (birey-toplum-refah) romandaki beraberliğini tescillemektedir. Diğer taraftan “… refahın yolu sağlam bir zaman anlayışından geçer” yaklaşımı Ayarcı’nın iktisadi refah kavramının filozofça anlatılışının ve romanın iktisadi bir tarafının olduğunu göstermektedir.
Romanda geçen “… Müşterek zaman müşterek iştir” (s. 238) cümlesi, zamanın topluca tüketilmesi ve topluca üretim yapılması anlamını taşımaktadır ki buda bant üretimi veya kollektif üretimi akla getirmektedir. 
Enstitü kurulduğu ilk aylarda Nermin hanımın çenesinin zulmünü çekse de Hayri İrdal üçüncü aydan sonra kendi varlığı etrafında iş veya işler peydahlar (üretir). Dolayısıyla İrdal artık işsiz olmayıp Enstitüde istihdam edilen bir bireydir.Buda bir anlamda hizmet işletmesi kurulmuş ve İrdal’a istihdam yaratılmış böylece onun kahvelerde aylakça gezmesi sona ermiştir.Hatta bir başka şekilde ifade edilmek istenirse, “adama (İrdal’e) göre iş (Enstitü) kurulmuştur denilebilir.
Romandaki “… işi vardı fakat yapacağı iş yoktu” (s. 238) cümlesi de eserin trajikomik yönü bir daha ortaya çıkmaktadır. Bu cümlenin iktisat literatüründeki adı “gizli işsizliktir”. Enstitü’nün şubeleri de göz önüne alınırsa gizli işsizliğin bir başka boyutu ortaya çıkar. İş olmamasına rağmen ofisin tasarlanması okuyucuya aya giden insanın önce bir masa sonra bir telefon istemesini mizansen olarak anlatan fıkrayı hatırlatır. Enstitü de bu fıkradan farklı değildir. Bir temaşa iktisadı veya bir iktisadi temaşa motifi de buradan çıkar ki buda yine romanın realist bir iktisat hikâyesi olarak değerlendirlmesine neden olur.
Belediye reisinin Enstitü’yü ziyareti eder ve kurumun görevinin yüceliğini ifade eden “sosyal etüt” yakıştırması günümüzün “sosyal sorumluluk projesi” kavramına hem yakışmaktadır.Ayrıca yine mutlak kadro tanımının bugünkü norm kadroya benzerliği akla getirilirse, romanın yazıldığı dönemle okunacağı istikbale matuf atıfların da yapıldığı görülmektedir.Bütün bu benzetmelere ilaveten Enstitü, “saatlerin aynı vakitte aynı zamanı göstermesini sağlayacak bir sosyal etüt olduğunu göstermektedir.Bunun anlamı şudur; Enstitünün görevini gösteren tablo ve grafikler, şehrin muhtelif yerlerinde asılı olan saatlerin birbirinden farklı zamanları gösterdiğinin ifadesidir.Yani, Çemberlitaş’taki saat on beşi gösteriyorsa Galata’daki saat aynı anda on beşi on iki dakika geçtiğini göstermektedir. Bu saatlerin aynı vakitte birbirinden farklı zamanları göstermesi sinemaya gitmek isteyen vatandaşların dengesini, planlarını ve randevularını bozmaktadır. Bu ise Enstitü’nün bir tasarruf ve randıman kurumu şeklinde reise takdim edilmesi anlamını taşımaktadır ki buda  iktisat literatüründe tasarruf-verimlilik ilişkisini gösteren bir hakikati akla getirmektedir. Diğer taraftan, kahramanın “… saymak daima aldatır, insan tek bir hal olsa istatistik denen şeye inanırım” (s. 256) derken vurguladığı şey iktisadi (veya sosyolojik) rakamların yanıltıcıdır inanmayınız şeklinde şerh edilebilmelidir. İrdal’ın “müspet bir işimiz yok” demesi, somut piyasa gerçeğini araması da burada önemlidir. Nihayetinde de “işler insandan sonra gelir,” “… başarmak başlamaktır,” “…  işleri onları görecek adamlar icat eder (keşif ve girişimcilik),” “… insan her şeyden evvel iştir, iş ise zamandır hatta çalışmak zamana sahip olmak, onu kullanmasını bilmektir, bizim işimiz ise insanlara zaman şuuru vermektir” (s. 257-258) gibi Ayarcı’nın felsefî mesajlarının da iktisat mantığında ayrı ve güçlü bir şekilde yansımasından başka bir şey değildir.
İşletme ve insan kaynaklarına yönelik çağdaş bir yaklaşım
“Terakki saatin tekâmülüyle başlar” (s. 258) yaklaşımı Ayarcı’nın “zaman-iş-katma değer yaratma-büyüme-refah” gibi ekonomik olguları tek cümleye sığdırmış olması da son derece ilginçtir. Hiç bir iş görmeyen insanı (şair Ekrem’i) bozulmamış kabiliyet olarak nitelemesi, Ayarcı gibi bir adama yakışmamış olsa dahi iş-ahlak arasında bir bağ kurması dikkatleri yine Ayarcı’nın üstüne çeker. “… Bir müessese canlı bir mahlûktur, gemi dediğin makine, güvertesi ve küpeştesiyle (hatta faresiyle) nasıl bütün ise iktisadi müesseseler de gelişmesi ve gemi gibi yürümesi için tam kadroyla işe başlamalıdır.” (s. 262) şeklindeki yaklaşım aslında gelecekte verimsiz çalışan veya istihdam edilen işgücünün ilerde israfı önlemek ve verimliliği artırmak için alınmış ön bir stratejidir. 
Bu cümlesiyle, resmî ve yarı resmî işletmelerin popülist politikalarına (günah keçisi olarak istihdam edilen birey) ince bir “ayar” çeken Ayarcı, işletme ve insan kaynaklarına yönelik çağdaş bir yaklaşım geliştirmiştir. Müessesenin toplumsal ve iktisadi olarak kabul görmesi için ayarlama istasyonlarının dış görünüşünün zarifliği de (s. 263) bir nevi pazarlama ilminin reklam koluna işaret etmekte ve Ayarcı’nın farklılığını İrdal’e göstermektedir. Ayarcı’nın bu yaklaşımına kılık kıyafet üniforma ve diksiyonla (s. 264-265) katkıda bulunan İrdal’de, somut iktisadi gerçeklerin içine böylece girmeye başlamıştır denilebilinir.