Â Ş IK Ş ENL İ K´ İ N  LÂT İ F Ş AH
İ LE
M İ HR İ BAN SULTAN  H İ KÂYES İ
 
  ÖN SÖZ
İç ve Doğu Anadolu Bölgesi, Türkiye´de Halk Edebiyatı anlatım türlerinin canlı ve zengin bir şekilde yaşatıldığı yörelerin başında gelir. Anlatım türlerinden biri olan halk hikâyeleri de bu yörelerde, yakın zamana kadar büyük ilgi ile yüzyıllarca sevilmiş, nesilden nesle aktarılmıştır. Hikâye anlatma geleneği, teknolojik ürünlerin, ilçelere bucaklara hatta köylere kadar hızla girdiği şu son zamanlara kadar yaşatılmıştır. Daha ziyade köy odalarında, kalabalık bir cemaat karşısında, uzun kış gecelerinde anlatılan veya okunan hikâyeler, geceler boyu sürer, dinleyenler bundan sonsuz haz alır; mutluluk duyarlardı.
Halk hikâyeleri önceki devirlerde bilgi, görgü, zevk, eğlence, eğitim, düşmanlık, nefret, dostluk, yardımlaşma, tecrübe ve davranış gibi faktörler bakımından, insanların hayatlarında önemli bir paya sahiptir, yani Türk sosyal hayatında, inançtan günlük pratiklere kadar vazgeçilmez önemi haizdir.
Halk hikâyeleri sözü ile halkın okuduğu yahut dinlediği aşk kahramanlık ve dinî konudaki hikâyeler kastedilir. Bunlar genellikle Darendeli çerçilerin büyük bir kültür hizmeti yaparak köy köy dolaşıp sattığı Kerem ile Aslı, Garip ile Şahsenem, Gül ile Sitemkâr, Şah İsmail, Sürmeli Bey, Elif ile Mahmut, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Köroğlu ile Selma, Leylâ ile Mecnun, Siyer-i Nebi, Şahmaran, Kırk Vezir, Yedi Âlimler gibi eserlerdir.
Halkı coşturup, kahramanlık duygularını şahlandıran, dinî ve hamasî yönden güç veren " cenk kitapları " da bu türden eserlerdir. Bunlardan en çok itibar gören hikâyeler de Hz. Ali, Hz. Hamza, Eba Müslim Horasani, Muhammed Hanefi ve Battal Gazi cenkleridir. Halk bunlarla kendi düşünce âleminden izler bulur, bir bakıma onlarla bütünleşir. Meselâ; Battal Gazi tek başına Bizans"ı dize getirirken, manen onunla birlikte mücadelelere katılır, aynı acıyı ve aynı sevinci onunla birlikte tadar. Öyleki halk, bazen cenk kitabı okumak sözü yerine; " Haydi, bugün biraz gavur kıralım. " der.
Bir kısım halk hikâyeleri de musannif dediğimiz âşıklar tarafından tasnif edilmiştir. Bir âşık zihninde bir konu tasavvur eder. Bunu kahramanlar ve olaylarla örüp, araya manzum kısımlar katarak bir hikâye tasnif eder. Geçmişte pek çok âşığın hikâye vücuda getirdiği malumumuzdur. Günümüz âşıklarından bir kısmı da aynı geleneği sürdürme çabasındadır.
Büyük musannifler denildiğinde Şenlik´i hatırlamamak mümkün değildir. Hatta Şenlik, bu hususta başköşeye oturtulur. Edebiyatımıza Latif Şah ile Mihriban Sultan, Sevdakâr Şah ile Gülenaz Sultan, Salman Bey ile Turnatel Hanım adlarında üç güzel hikâye kazandıran Şenlik´in bu hikâyeleri, muhtelif meraklılar yahut araştırmacılar tarafından daha önce tespit edilmiş ve yayımı gerçekleştirilmiştir. Ancak yayımlanan hikâyeler arasında farklılıklar, eksiklik veya fazlalıklar vardır.
Bizim burada kaydettiğimiz Lâtif Şah ile Mihriban Sultan hikâyesi Sivas´ta hikâye anlatma geleneğinin son temsilcisi olan Âşık Ahmet Bozkurt tarafından anlatılmış ve 1989 yılında tarafımızdan derlenmiştir. Hacim itibariyle bu güne kadar ortaya konulmuş olan eşmetinlerin en hacimlisidir. Hikâyeyi, Âşık Ahmet 8 saatte anlatmıştır
Kitabın basılmasını sağlayan Vilâyet Kitabevine şükranlarımı arz ediyorum. Şu anda aramızda olmayan hikâyenin musannifi Âşık Şenlik´i ve hikâyeyi anlatan Âşık Ahmet Bozkurt´u rahmetle yad ediyorum; mekânları cennet olsun.
 
ÂŞIK ŞENLİK (1850-1913)
  1850 yılının yaz aylarında Ardahan´ın Çıldır ilçesinin Âşık Şenlik (Eski adları; Suhara ve Yakınsu ) beldesinde doğmuştur. Karakalpak Türklerindendir. Sülâlesine Kadirgiller denilir. Kadir ve Zeliha´nın oğludur. Asıl adı Hasan´dır. Çocukluğu, o dönemde köy odalarında yaygın olarak okunan Ahmediye, Battal Gazi ve Hz. Ali´nin cenklerini anlatan kitaplarla, çeşitli felâketler, acılar, yiğitlikler üzerine söylenmiş ağıt ve destanları dinleyerek geçmiştir.
14 yaşında iken bir av sırasında ?Kulaklar? denilen mevkide bir ikindi zamanı uyuyakalır ve rüyasında kendisine ledün ilmi, âşıklık yeteneği ve bunun yanında ?Şenlik? mahlası verilir. Artık halkın gözünde ?Hak âşığı? ve ?badeli âşık?tır. Meramını, duygusunu ve düşüncelerini şiirle dile getirir. Kısa zamanda şöhret sahibi olur. Gönül verip herkesten gizlediği Huri adındaki kızın başka köye gelin gitmesinden çok etkilenir. Köylüsü Abdullah´ın kızı Mürüvvet´le evlenir, üç yıl içinde çocukları olmayınca yine köylüsü olan Hasan´ın kızı Huri ile evlenir. Ancak onunla da aradığı mutluluğu bulamaz. Şenlik´in Mürüvvet hanımdan iki çocuğu (Mehmed, Hanife); ikinci eşi Huri´den de üç çocuğu (Kasım, Gülhanım, Gülenaz) olmuştur.
Sesi güzel olmakla beraber saz çalamayan Şenlik, 19 yaşındayken Ahılkelek´in Lebis köyünden, Âşık Hasta Hasan´ın çırağı saz ustası Âşık Nuri´nin yanına gider. Onunla karşılaşma yapar ve gücünü ispatlar. Bunu gören Nuri, Şenlik´i yanına çırak alır. Nuri Şenlik´e âşıklık sanatının inceliklerini öğretir. Şenlik, artık önünde durulamayan bir âşık olur. Kars, Ahıska, Borçalı, Tiflis ve Revan´da pek çok âşıkla karşılaşır. Karşılaştığı âşıklar içinde Feryadî, Mazlumî, Sümmanî, Âşık Abbas ve İzanî yaptığı karşılaşmalar iz bırakmış ve hâlâ canlılığını koruyan karşılaşmalardır.
Onun şöhretini duyanlar 1913´te Revan´a bir düğüne çağırırlar. Şenlik, çırağı ile birlikte Revan´a gider. Revan Hanı´nın âşıkları gücünü bildikleri Şenlik´ten çekinirler. Şenlik karşılaştığı âşıkları mat eder. Âşıkları yenildiği için itibarlarına halel geldiğini düşünen han Şenlik´in yemeğine zehir koydurur. Şenlik, rahatsızlanır. Gümrü´ye kadar trenle gelir. Oradan da öküz arabasıyla Çıldır´a doğru gelirken Şenlik köyü (Suhara)´ne pek uzak olmayan Hozu köyünde ölür. Cenazesi Şenlik köyüne getirilir. Mezarı buradadır.
Latif Şah ile Mihriban Sultan, Sevdakâr Şah ile Gülenaz Sultan, Salman Bey ile Turnatel Hanım adlarında üç güzel hikâye tasnif eden Şenlik, irticali çok güçlü olan bir âşıktır. Âşık Kasım´ın Âşık Şeref Taşlıova´ya anlattığına göre Şenlik´in Cihanşah isminde tamamlanmamış bir hikâyesi daha vardır. Tasnif ettiği hikâyelerde, özellikle geniş Türk coğrafyasına yer vermiş, hikâyesini okuyan, dinleyenlerin beynine bu fikri yerleştirmeye çalışmıştır. Hikâyelerin yanı sıra edebiyatımıza divani, koşma, yedekli koşma, tecnis, cigalı tecnis, sicilleme, destan, türkü ve bayatı gibi en nadide örnekleri de o kazandırmıştır. Kelime haznesi çok geniştir. Yöresinin dilini kullanmada oldukça mahirdir. İzan ve hoşgörü sahibi olma özelliğinin yanında sözünü budaktan esirgemeyen, açık sözlü ve inancından taviz vermeyen bir kişiliği vardır. Hatta Rus Generali karşısında okuduğu meşhur ?93 Koçaklaması? hâlâ ezberlerdedir ve iştiyakla terennüm edilir.
Kars yöresinde yetişen önemli âşıkların başında Âşık Şenlik (1853- 1914) gelir. Âşıklık geleneğinin çok güçlü temsilcisi olan Şenlik´in çırakları da Kars´ın yetiştirdiği güçlü âşıklarındandır. Oğlu Âşık Kasım, köylüsü Âşık Mehmet , Âşık Süleyman, Âşık Asker, Âşık İbrahim, Çıldır´ın Cala köyünden Âşık Hüseyin, Çıldır´ın Bekteş´in köyünden Âşık İbrahim´in oğlu Kasım, Arpaçay´ın Geçit köyünden Âşık Mansur, Arpaçay´ın Sosih köyünden Âşık Mehmet, Âşık Merdan, Âşık Mirza, Çamdıralı Âşık Mevlüt, Muzulu Âşık Latif, Selim´in Bezirgangeçit köyünden Âşık Ömer , Revanlı Bala Mehmet, Gökçeli Âşık Ali, Gümrülü Âşık Ahmet gibi âşıklar, Şenlik kolunun önemli simalarıdır. Bu âşıklar, Şenlik´in şiirleri, makamlarını ve hikâyelerini yaşatmış, yörede bu geleneği canlı tutmuş önemli simalardır. Edebiyatımızda en güçlü âşık kolu olan Şenlik Kolu vücut bulması da onun sanatının gücünden kaynaklanmaktadır.
  HİKÂYECİ ÂŞIK AHMET BOZKURT (1926-1991)
Âşık Ahmet Bozkurt 1926´da Yıldızeli´nin Bakırcıoğlu (Eski adı: Delikkaya ) köyünde doğmuştur. Ailesi 1293 (1977/1978)´te Bayburt´un Kara Mahallesinden Sivas´a gelmiştir. Hasan ve Esma´nın oğlu olan Ahmet, dokuz çocuklu ailenin tek erkek evladıdır. Arap ve Latin alfabesini kendi kendine öğrenen ve 20 yaşında evlenen Âşık Ahmet, askerlik hizmetini de İzmit´te yapmıştır. 1976´da köyünden Sivas´a göç eden ve dördü kız yedi çocuk sahibi olan Ahmet, 4 Kasım 1991´de Sivas´ta vefat etmiştir.
Çevrede ?Âşık Ahmet? olarak tanınmakla birlikte o, asıl şöhretini şiirlerinden ziyade anlattığı hikâyelerle sağlamıştır. Yörenin en geniş hikâye repertuarına sahip ve en güzel hikâye anlatan simasıdır. Hafızası son derecede kuvvetlidir. Okuyarak öğrendiği hikâyelerin yanı sıra birçok hikâyeleri de ?İmamın Kızı? diye bilinen anneannesi Fadime´den öğrenmiştir. Ömür boyu köy köy dolaşarak anlattığı hikâyelerin başlıcası şunlardır: Mahmut ile Nigâr, Mahmut ile Elif, Latif Şah, Şah İsmail, Emrah ile Servi, Sitemkâr ile Gül, Mahmut ile Mahbup, Seyfüzülyezen, Seyfülmülük. Âşık Ahmet bu hikâyelerden bazılarını dört saatte (Sitemkâr ile Gül), bazılarını da dokuz-on saatte (Emrah ile Servi) anlatmıştır. Âşıklığa yönelmesinde bildiği hikâyelerdeki deyişlerin birinci derecede etkisi olmuştur. Şiirlerini genellikle yaşadığı olaylar üzerine söylemiştir. Saz çalmamakla beraber, şiirlerinin her birini farklı makamda terennüm ederek okumuştur. İrticali vardır. Toplam elli kadar şiiri vardır. Şiirlerinde Ahmet mahlasını kullanmıştır. [1]
Halk hikâyeleri sözlü gelenekte, âşıklar ve hikâye anlatıcıları tarafından yaşatılmıştır. Âşık hikâyeyi, dinleyicilere, geleneğe bağlı kalarak anlatır. Sazı önce fasıl yapar, sonra divanî, tecnis, tekerleme, türkü, koşma, semaî ve destan okur, dinleyenlere muamma sorar. Ancak Lâtif Şah hikâyesini derlediğimiz Sivaslı Âşık Ahmet Bozkurt, saz çalmadığı için bunlara yer vermemiştir. Fakat anlattığı bazı hikâyelerden önce, mizaha kaçan döşemeler söylemiştir.
 
ÂŞIK AHMET BOZKURT´UN ŞİİRLERİ
 
Kocalık
Kocalığın alâmeti belirdi
Yavaş yavaş titiriyor işe bak
Geçti nevrestelik benden ayrıldı
Gözümün üstüne çöktü kaşa bak
 
Kocalandım kadim döndü kemana
Beni bunda salan velet zamane
Eller beni boğar toza dumana
Durmaz akar gözlerimden yaşa bak
 
Sonunda böyleymiş insanın işi
Ağarır sakalı kırılır başı
Süzülür kirpiği dökülür kaşı
Hiç kaldı mı şu ağzımda dişe bak
 
İhtiyar olanın çekilmez nazı
Âleme bet gelir kelamı sözü
Hiç kimseler sevmez soğuktur yüzü
Sanki zemheridir soğuk kışa bak
 
Gençliğimde Ummanlarda yüzerdim
Bazen şiir okur bazen yazardım
Tercih ile elden ele gezerdim
Ahmet de mi böyl´olurmuş işe bak
 
 
Ayrılık
 
Sevdiği kuşun kaçması üzerine Âşık Ahmet duygularını şöyle ifade eder:
 
Melül mahzun duran kuşum
Gör n´etti bize ayrılık
Acep n´oldu senin eşin
Zar etti bize ayrılık
 
Koyduk geldik evimizi
El kopardı gülümüzü
Bülbül gibi dilimizi
Lal etti bize ayrılık
 
Bu yıl böyle çıkak yaza
El bakmaz şifaya naza
Âlemin garazı bize
Har etti bize ayrılık
 
Ahmed ´im de böyle durur
Sağa sola başlar vurur
Gönül bir gün yârin bulur
Dul etti bize ayrılık
 
 
 
Yıldızeli Köyleri Destanı
Burdan kalksak gitsek Yıldızeli´ne
Bizi duyar güzel giyer allanır
Serenli kuşağın takmış beline
Dili söyler dudakları ballanır
 
Seren ´den aşağı yüce İtdağı
Yılanlıkaya Menteşe çirkin yatağı
Bayat´ın kızının kirli ayağı
Alttan üstten penezlenir pullanır
 
Bucak Direkli ´ye, varmadı yolum
Geldi ahır zaman çoğaldı ölüm
Pirler dergâhında açıldı dilim
Kalın´ın güzeli giyer allanır
 
Navruz köyü konmuş yüce bir bele
Mevlâ´m güzel vermiş kirli Bedel ´e
Direkli ´yi bilmem sorun gidene
Kalın´ın güzeli tezden dillenir
 
Balahur da kaba kaba konuşur
Mumcu köyü medeniye alışır
Aydoğmuş ´un köpekleri uluşur
Mereküm ´ün başı birden karlanır
 
Hayranlı köy de adama karışır
Sar´asan ´da Ermeniler çalışır
Ağcahan da şiref şiref konuşur
At deyince Kürtler köyü canlanır
 
Salavat ´ın vardır yiğit erleri
Töngel ´e varacak çetin yolları
Deşirek ´te duyduk Âşık Tayyar´ı
Kırk yaşında aşk elinden dillenir
 
Yeniyapan dersen, eskiden inat
İğdecik ´in halkı, canbaz avukat
Karac´ören, Kerimun biri de Pustat
On yaşında çocukları evlenir
 
Deneveren çil ırmağı kulağı
Eyneba Yeniköy hırsız durağı
Çakmaklar ´dan sonra Çamlıbel Dağı
Bahar gelir her tarafa güllenir
 
Selâmet ´in emekleri boşuna
Hele bakın gençlerinin işine
Balyoz vurur babasının başına
Peder göçüp ahirete yollanır
 
Ben Ahmed ´im burda büküldü belim
Delikkaya derler o benim elim
Ayıbım demeye tutmuyor dilim
Eğer dersem her kazada dallanır
 
 
Benzemez
 
Sivas´a getirdim yaktın canımı
Közleri var el közüne benzemez
?Meryem Hanım? desem ?Ne diyon? diyor
Sözleri var el sözüne benzemez
 
Gonlünü kondurmuş bir gonca güle
Kırk sene çalıştım gelmedi yola
Biri sağa bakar birisi sola
Gözleri var el gözüne benzemez
 
Kadd ü kamet hoştur güzel bezenir
Sokak gezmek için giyer özenir
?Meryem Hanım? desem durur hozalır
Pozları var el pozuna benzemez
 
Boyuna baktım ki elma sırığı
Kendisine baktım bahar arığı
Yüzüne baktım ki çoban çarığı
Yüzleri var el yüzüne benzemez
 
( hozalmak: dikleşmek, arık: zayıf)
 
 
LÂTİF ŞAH HİKÂYESİNİN DOĞUŞU
  Aşk hikâyelerinin bir kısmı gerçek olmakla beraber, bir kısmı da bir âşık tarafından tasnif edilmiş muhayyel bir hikâyedir. Lâtif Şah hikâyesi de böyle bir hikâyedir ve Çıldırlı Âşık Şenlik (1850-1913) tarafından tasnif edilmiştir. Şenlik, Doğu Anadolu Bölgesi´nde, Azerbaycan´da halkın çok sevdiği, yöre âşıklarının en fazla etkisinde kaldığı bir âşıktır. Doğu´da âşıklar, saz meclislerine onun şiirleri ile başlar, çeşitli vesilelerle onun hikâyelerini anlatırlar. İrticali son derece kuvvetli olup çağdaşı âşıkların kendisinden çekindikleri birisidir. Hatta zehirletilerek öldürülmesi de bu yüzden olmuştur.
Şenlik´in Lâtif Şah hikâyesinden başka Sevdanaz ile Gülenaz Sultan ve Salman Bey ile Turnatel Hanım adlarında iki hikâyesi daha vardır. Ancak bunların içinde en çok Lâtif Şah hikâyesi sevilmiş ve tanınmıştır. Şenlik bu hikâyeyi, gerçek bir olaydan etkilenerek tasnif etmiştir. Bu olayın aslı şöyledir:
 ? Bir kış günü Suharalılar ağalardan birisinin odasına oturmuş Şenlik´i dinliyorlarmış. Köpeklerin sesine dışarı çıkan birisi, yanında 10-12 yaşlarında ayakları çıplak, elbiseleri yırtık içerisinde bir çocukla ihtiyar, düşkün bir adamı içeriye getirmiş. İkisi de soğuktan titriyorlarmış.
Ev sahibi, bunlara çay ekmek verdikten sonra, adlarını, nereli olduklarını sormuş. Bunlar Akbabalı amca-yeğenmişler. Çocuğun babası sakat olduğu için, amcası ile nafaka toplamağa çıkmışlar. İhtiyarın adı Mevlüt, çocuğunki de Lâtif´miş. Çocuk, amcasına ?Lele ? diye hitap ediyormuş.
Köylüler bunların durumuna çok acımışlar ve Şenlik´e bunların bu haline bir türkü söylemesini rica etmişler. Âşık da burada irticalen çok duygulu bir türkü söylemiş. Daha sonra da bu türküyü çeşitli eklemelerle bezeterek Lâtif Şah hikâyesini tasnif etmiştir.
Böylelikle Lâtif Şah hikâyesinin hareket noktası ihtiyar bir dilenci ile küçük yeğeni Latif´in acıklı durumları olmuştur.
Çocuğun soğuktan titreyerek zaten tutarsız bir halde amcasına ?Lele ? diyerek yardım umması tablosu karşısında duygulanan Şenlik, o anda hayalinde küçük Latif´i Yemen padişahının oğlu Lâtif Şah olarak görmek istemiştir. Âşık o anda onu başka Lâtif´lerle, aynı yaştaki, aynı çağdaki mutlu çocuklarla kıyaslayarak korkunç farkı görmüş; ruhunu, muhayyilesini tatmin etmek için bu Zavallı çocuğu da bir şah yapmıştır.
Amcası ihtiyar Mevlüt de Yemen padişahının baş veziri Koca Lele oluyor.
Musannif burada nedense kahramanların isimlerini değiştirmeye lüzum görmüyor, Ancak Latif´e muhayyel bir sevgili bularak hikâye isimlerinden birisini takıyor. [2]
Âşık Şenlik bu hikâyeyi 23 yaşında iken Hicri 1290 (Miladi 1873) yılında tasnif etmiştir ve bir buçuk senede tamamlamıştır. Bunu hikâyenin sonunda son manzum kısımda şöyle ifade etmektedir:
Ben Lele ´yim derdim çoktur sinede
Söz bent oldu yüz altmış hanede
Tarih bin iki yüz doksan senede
Çıldırlı Şenlik ´in yadigârıdı
Lâtif Şah hikâyesinin pek çok varyantının olmasına karşılık bunlardan dördü önemlidir. [3] Bizim burada tanıttığımız Sivas Yıldızeli Bakırcıoğlu Köyü varyantı ise, Âşık Ahmet tarafından anlatılmıştır. Derleme 1989, yılında tarafımızdan yapılmıştır.
Türk Halk hikâyeleri içinde Lâtif Şah ile Mihriban sultan hikâyesinin yeri ve özelliği redir.
Hikâyeyi çeşitli cepheleri ile ele aldığımızda şu sonuçlara ulaştık:
1. Musannifi belli olan ve Âşık Şenlik tarafından tasnif edilmiş bir hikâyedir.
2. Hikâye manzum ve mensur yapıya sahiptir.
3. Anlatıldığı coğrafya İç Anadolu´dan başlamak üzere Doğu´da ve Azerbaycan´da ve İran´ı kapsamaktadır.
4. Konusu; aşk ve kahramanlıktır.
5. Oldukça geniş hacme sahip olup anlatımı beş veya yedi gece sürmektedir.
  LÂTİF ŞAH İLE MİHRİBAN SULTAN
  Yemen şehrinde Gamküşad isminde bir padişah vardı, ama bunun ismine Gamsız Şah diyorlardı. Dillerde dolanan ismi Gamsız Şah idi. Yanında Oniki Mirzahanları vardı. Akıldanesi Koca Lele isminde iktidarı yetik, bir de adamı vardı. Bu adamın adını Gamsız Şah koymuşlardı ama içinde çok büyük gamları vardı. En büyük gamı da dünyaya çocuğu gelmemişti, oydu.
Birgün makamında otururken memleket işlerinden çeşitli mevzuatı kendilerine konuşuyorlardı. Kendisi makamında, ihtiyar Koca Lele de kendine ait olan yerine oturmuştu. O ara Gamsız Şah´ın içerisine bir acı düştü. Kendi kendine dedi ki: Ulan ben buranın hükümdarıyım. Bu makam benim. Ben öldükten sonra acep tacım, tahtım kimlere kalacak? Yerimde kim gelip hüküm sürecek acaba? Ben bir çocuk babası olamadım ki ben öldükten sonra yerimi zapt etsin de aklına düşünce beni hayır dua ile ansın, diye. Bunun içerisi doldu tabi kendini tahammül edemedi, dolukup ağlamaya başladı. Orada oturan Oniki Mirzahanlar, hep birden müteessir olup, şahın yüzüne bakmaya başladılar.
İhtiyar Koca Lele ayağa kalkıp;
-Devletli Şah´ım! Bir kederin var. Bu kederin neyse benim bunu anlamam lâzım, dedi.
Dedi ki:
Lalam! Ben bu makamda oturduğum müddetçe, gelene gidene; fakir fukaraya; yetime, öksüze, gariplere çok ihsan, bahşiş verdim ki belki bir ağzı dualıya rastlarsam, o bana bir dua eder de Cenab-ı Allah onun duası hürmetine bana bir çocuk verir, diye. Benim keyfime göre yanıma bir ağzı dualı kul gelmiyor, dedi. Arkasından da dedi ki:
-Gel, seninle bir kılıklarımızı değişelim. Padişah, vezir kılığından çıkalım, bezirgân kılığına girelim. Diyâr-ı gurbetlere düşelim. Gezdiğimiz yerlerde belki bir ağzı dualı kula rastlarız. Adam da benim izzetimi alır, bana bir dua eder. Belki onun duası hürmetine ben de bir çocuk babası olur da el babalarına karışırım.

[1] Nurhan Eldemir, Yıldızeli Halk Şairleri , Sivas, 1994, s. 36-42.

[2] Ensar Aslan, Çıldırlı Âşık Şenlik Hayatı, Şiirleri ve Hikâyeleri (Metin-İnceleme-Sözlük) Ankara, 1975, s. 56-57.

[3] A(hmet) Caferoğlu, Doğu İlleri Ağızlarından Toplamalar I, İstanbul, 1942, s. 19-47.
Ensar Aslan, Çıldırlı Âşık Şenlik Hayatı, Şiirleri ve Hikâyeleri (Metin-İnceleme-Sözlük) Ankara, 1975, s. 226-276., s. 276-305
Doğan Kaya, Acıyurt Köyü Ağzının Fonetik ve Morfolojik Hususiyetleri, İstanbul, 1974, s. 39/74 (Basılmamış Lisans Tezi)
Ali Berat Alptekin, Nizamettin Coşkun, Çıldırlı Âşık Şenlik Divanı - Hayatı, Şiirleri, Atışmaları ve Hikâyeleri), Ankara, 2006.
Türk Halk hikâyeleri içinde Lâtif Şah ile Mihriban sultan hikâyesinin yeri ve özelliği redir.
Hikâyeyi çeşitli cepheleri ile ele aldığımızda şu sonuçlara ulaştık:
1. Musannifi belli olan ve Âşık Şenlik tarafından tasnif edilmiş bir hikâyedir.
2. Hikâye manzum ve mensur yapıya sahiptir.
3. Anlatıldığı coğrafya İç Anadolu´dan başlamak üzere Doğu´da ve Azerbaycan´da ve İran´ı kapsamaktadır.
4. Konusu; aşk ve kahramanlıktır.
5. Oldukça geniş hacme sahip olup anlatımı beş veya yedi gece sürmektedir.
LÂTİF ŞAH İLE MİHRİBAN SULTAN
  Yemen şehrinde Gamküşad isminde bir padişah vardı, ama bunun ismine Gamsız Şah diyorlardı. Dillerde dolanan ismi Gamsız Şah idi. Yanında Oniki Mirzahanları vardı. Akıldanesi Koca Lele isminde iktidarı yetik, bir de adamı vardı. Bu adamın adını Gamsız Şah koymuşlardı ama içinde çok büyük gamları vardı. En büyük gamı da dünyaya çocuğu gelmemişti, oydu.
Birgün makamında otururken memleket işlerinden çeşitli mevzuatı kendilerine konuşuyorlardı. Kendisi makamında, ihtiyar Koca Lele de kendine ait olan yerine oturmuştu. O ara Gamsız Şah´ın içerisine bir acı düştü. Kendi kendine dedi ki: Ulan ben buranın hükümdarıyım. Bu makam benim. Ben öldükten sonra acep tacım, tahtım kimlere kalacak? Yerimde kim gelip hüküm sürecek acaba? Ben bir çocuk babası olamadım ki ben öldükten sonra yerimi zapt etsin de aklına düşünce beni hayır dua ile ansın, diye. Bunun içerisi doldu tabi kendini tahammül edemedi, dolukup ağlamaya başladı. Orada oturan Oniki Mirzahanlar, hep birden müteessir olup, şahın yüzüne bakmaya başladılar.
İhtiyar Koca Lele ayağa kalkıp;
-Devletli Şah´ım! Bir kederin var. Bu kederin neyse benim bunu anlamam lâzım, dedi.
Dedi ki:
Lalam! Ben bu makamda oturduğum müddetçe, gelene gidene; fakir fukaraya; yetime, öksüze, gariplere çok ihsan, bahşiş verdim ki belki bir ağzı dualıya rastlarsam, o bana bir dua eder de Cenab-ı Allah onun duası hürmetine bana bir çocuk verir, diye. Benim keyfime göre yanıma bir ağzı dualı kul gelmiyor, dedi. Arkasından da dedi ki:
-Gel, seninle bir kılıklarımızı değişelim. Padişah, vezir kılığından çıkalım, bezirgân kılığına girelim. Diyâr-ı gurbetlere düşelim. Gezdiğimiz yerlerde belki bir ağzı dualı kula rastlarız. Adam da benim izzetimi alır, bana bir dua eder. Belki onun duası hürmetine ben de bir çocuk babası olur da el babalarına karışırım.