Yanlız Adam;Tanpınar
Tanpınar, yalnızlıkla, kahramanlarının kalabalığı arasında bir hayat yaşamış denilebilir. Bu anlamda hem yaşarken hem yazarken kalabalıklar içinde yalnız bir insandır. Bu yolculuk, bir seyr-i sülük yolculuğu gibi gizli ve esrarlı. Tanpınar, Tanpınar’ı aramak için çıktığı yolda yalnızlık ve kimsesizlik terkibini bulur ve öyle yaşar. Tanpınar, uçsuz bucaksız yalnızların okuduğu eserleri yazan, uçsuz bucaksız bir yalnız adamdır.
Tanpınar’ın ilim ve fazlına, zeka ve kabiliyetine hiç kimsenin diyecek ne bir sözü ne de bir gücü vardır.Kafasına koyup ta kurguladığıyla yazdıkları arasında hiç bir kopukluğun ve kırılganlığının olmaması onun zekasının açık delilidir.
O yalnız olmasının şuuruyla kalemini, tıpkı ayakkabıda bulunan çivinin ayağa batması gibi ruhuna batırmıştır. Kalem ruhunu yaralamış ama o zoru başarmış ölmemiş ve eserlerinde yaşamıştır. Bu anlamda Tanpınar’ın her roman ve hikâyesin de kendi vardır denilebilir. Hem bazen erkek hem bazen kadın; İhsan, Mümtaz, Selim, Nuri Paşa, Halit Ayarcı, Nuran, Sabire, Sabri ve Yaz Yağmur’u hepsi kendi. Kitapları onun aynası olmuş, kendini çoğaltıkça çoğaltmış.Yaz Yağmur’unda da her damla Tanpınar ve yağmurdan sonra çıkacağı beklenen gök yüzündeki gökkuşağının her rengi Tanpınar.Bütün hikaye ve romanlarındaki kahramanları ve benzetmelerin ışık oyunlarının toplamı tek bir Tanpınar’dır.Tanpınar’ın roman ve hikayeleri korku roman ve hikayesi olmadığı için Tanpınar’ın yüzlerce kılığa giymesinden okuyucuyu korkmuyor.
Tanpınar’ın hiç bir hikayesi ne başlar ne biter. Okuyucu hem başlarken hem bitirirken bir garip serüvendeymiş gibi kendini his eder ve hikaye bitse bile yeni başlamış gibi bir süre dahi hikayenin içinde yürüdüğünü sanır.Tanpınar roman ve hikayelerinde ki her kelimeyi ve cümleyi şiirde kullanmış olsaydı, şiir kutsiyeti ve manası, roman ve hikayesindeki kutsiyetinden ve manasından hiç bir şey kayıp olmazdı. Dolayısıyla Tanpınar roman ve hikâyeleri şiir, şiirleri roman ve hikâyedir. Sonuç olarak, Tanpınar hem şair, hem romancı ve hem de hikâyeci olan tek fakat üç adam. Şiiri romanın, romanı hikâyenin, hikâyesi şiirinin aynasıdır. Bu anlamda Tanpınar sadece edebiyatçı değil bir sanatkârdır. Şairliği, romancılığı ve hikâyeciliği Tanpınar’ın kendini aynada çoğaltmasıdır. Yaşadığı devri ve yaşamadı devri gören ve ikisi arasındaki boşluğu kendini yeniden yaratacak olan insanların dolduracağına inanmış bir insandır, Tanpınar.
Tanpınar roman ve hikâyelerini hakikat üstüne gelişi güzel yığılmış, birtakım zarif ve süslü kelimelerle yazmamıştır. Tanpınar, hakikatin kitaplarda olmadığı, hayatın içinde olduğunu ve eserlerinde bir “ akıl ambarı” olmadığına dikkat çeker.
Tanpınar ve İstanbul
Tanpınar, senelerce gezdiği Beş Şehri’in ( başta İstanbul olmak üzere) sokaklarında, çarşılarında ve pazarlarında karşılaştığı her bir ferdin ve evin birer kitabı olduğunu çok iyi bilen biridir.Tanpınar’ın eserleri içerisinde Beş Şehir’i onun kültürel annesidir denebilir. Fakat İstanbul onun için kovandaki ana arıdır. Bu nedenle romanlarında İstanbul önde ve öncelikte bir mekan olmuştur.Bu bağlamda İstanbul tek başına milyarlarca sayfası olan bir kitap olduğu ustası Yahya Kemal’ den öğrenmiştir.Bu nedenle Tanpınar eserlerinde bir şehrin, bir sokağın bir şahsın ( Halit Ayarcı gibi) veya bir evin, Acıbademde Bir Köşk gibi) roman veya hikayesini yazmayı tercih etmiştir, denilebilir.Kısaca o, taklitçi değil gözlemci bir romancıdır.Daha farklı bir ifadeyle Tanpınar, İstanbul’un Dostoyevsky’si, Tolsdoy’u ve Balzac’ı. Dostoyevks ise Saint-Petersburg’un Tanpınar’ı, Balzac ise Paris’in Tanpınar’ıdır.
Tanpınar’ın roman ve hikâyelerinde okuyucunun burnuna bazen şehir bazen köy bazen toprak bazen deniz kokusu gelir. Bütün bunların üstünde bir koku daha gelir ki, oda insan kokusudur.Bilindiği gibi insan kokusu veya insanın ten kokusu farklı farklıdır.Bu farklı ten kokusunu Tanpınar’ın her bir kahramanda açıkça fark edilir.Bu anlamda Tanpınar’ın bütün roman ve hikayelerinde “dünya ve ahret, kısaca ruh” kokar denilse fazla abartılmış olmaz.Kahramanlarında ilk anda tek bir birey anlatılıyor gibi görünse de roman ve hikayenin bütünün de büyük resmin aslında bütün insanlığı anlattığı fark ediliyor.Burada ki asıl anlatılmak istenen husus onun insanlığın gizli sıfatlarını kahramanlarında aşikar etmesidir.Tanpınar bu noktada insanlık celladına gülümsememiş tam aksine zaman-mekan ilişkisinde acımazsızca eleştirilmesinin önünü açmış ve “insan-zaman-mekan” olgusuyla “insan ayarı” yapmaya çalışmıştır.Bu haliyle Tanpınar’ın her kahramanı bir zaman ve mekanın çocuğudur.Her bir kahramanına kendi tecellisine göre değer atfeden Tanpınar, her şeyin özellikle eşyanın zaman-mekan içinde ölmediği, değer değiştirdiğini ve her bireyin ise bir zaman-mekan içinde her an değiştiği bir mantık üzerine roman ve hikayelerini yazmıştır.Daha geniş ve açık bir ifade ile Tanpınar, eşya ve insanın “bir anın içinde ölüp ölüp tekrar dirildiğini” satır aralarında ifade etmiştir.Özellikle bir antika eşyayı ele alırken, şuna dikkat çeker;aslına sadık kalarak çağa doğru yürümesi.Bu cümleden olarak, o,  insanı da aynı analiz laboratuarına koyarak, onunda aslına sadık kalarak çağa doğru yürüme sürecinin olması gereğine vurgu yapıyor.
Eserlerinde ki en önemli ayrıma gelince o “bir ölünün soğuk veya durmuş kalbini” anlatmamış olmasıdır. Tam aksine yaşayan canlı bireyin toplumsal ruhunun metafizik derinliliklerinde ki pozitif ve negatif dalgaların grafiğini tek tek çizmiştir.Buda onun eserlerini ayrı bir canlı organizma yapmıştır.
Genel anlamda gerçek okuma olgusunu, o metni okuyan tarafından ikinci kez yazılması olarak değil, gerçeğini anlamak için “okumak” olarak değerlendirmek gerekir.Tanpınar okumaları işte böyle bir okumadır denilebilinir.Ve bu okumalarda şu görülüyor ki Tanpınar’ın her hüzünlü cümlesinin altında sevinç, her sevinçli cümlesinin altında ise hüzün var. 
Tanpınar’ın kırk yıl önce yazdıkları, onun bu yazıları yazmadan önceki yaşanan kırk yılı anlatır.Yazıldıktan kırk yıl sonrada, seksen yıl önce yaşanılanları, kırk yıl önce yazılmış romanlarını okuyanlar, “mazi ve çağ zamanının terkibi olan ruh zamanıyla” okurlar.Bu bir anlamda zaman terkibinin birbirine zincir halkaları gibi birleşerek sonsuzluğun kıskacına doğru yol alma sürecidir.Okuyucu işte bu zincir halkasından bir tanesidir. Bu nedenle her eseri okuyucuyu yıllarca önce yaşanmış hayatın sonsuz zincirini halkasına götürür. Her okuyucu da bu hayatları okuyarak eski zamanların ruhu, gönül ve aklını bilincinde yeniden yaşatır. Tanpınar, sanki  eserleriyle yaşamadığı zamanı yaşadığı zamanda yazıp, yaşamayacağı zamana bir mektup gönderir gibi yazar ve gönderir. Bu bağlamda o kendi, yaşamadığı ve yaşamayacağı çağlar arasındaki nesle köprü olmuştur. Bu cümle her yazar için geçerlidir ama bazı özel yazarlar için daha anlamlıdır;Tanpınar gibi.
Önsöz gibi bir şey, 
Tanpınar ile ilgili binlerce sayfa yazılarlar yazılmış, binlerce yorumlar yapılmıştır. Ama ben hiç birini okumadan, hiç birine müracaat etmeden ve hiç birinden etkilenmeden Tanpınar’ı yazmak istedim. Belki de bu istek, binlerce yazının sahnesinin içinde olmaktansa “Sahnenin Dışında” Tanpınar’la sohbet etme isteği veya benim de Tanpınar gibi Sahnenin Dışında kalma isteğimden olmuş olabilir. Bunu da biliyorum. Yine biliyorum ki benim bu isteğim akademik olmanın yegâne şartı olan objektiflikten uzaktır. Ama benim Tanpınar’da akademik olmak gibi asla bir ideam ve idealim yoktur. Ben sadece Tanpınar’ın yazdıklarından ben de uyandırdığı şimşekleri yazarak ona teşekkür etmektir. Bu anlamda şunu da söylemekten imtina etmiyorum; Sahnenin Dışında kalarak  sahnenin içini seyretmek beni daha mutlu ediyor.Bu mutluluğumu kimse lütfen elimden almasın. Zaten ben de engel olmak isteyene asla izin vermem. Ayrıca Tanpınar’la bire bir sohbet ederken, konuşurken, aramıza kimsenin girmesini istememek benim hakkım diye düşünüyorum. Yine kimsenin, sohbetimizi, kesmesin düşüncesinde olmamın, kime ne zarar verebilir ki?O da yalnız, ben de. O da “kıtıbık”, ben de! 
Kendimi kurtarmak için veya korkmadan, bilerek ve isteyerek, özgür irademle, sahnenin dışında mı yoksa içimde mi olduğumu Kul Nesimi’in Melalimi’ meşrep şiiriyle anlatmak isterim;
Gâh çıkarım gökyüzüne
Seyreylerim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne
Seyreyler âlem beni
Bu yazıların “Günahı benim sevabı sizin kime ne”
Tabii bu cümlelere “O yar (Tanpınar) hepimizin diyenler çıkacaktır, ben de yine Nesim’inin dediği gibi “o yar benim kime ne”, sende ki yar’i de (Tanpınar’ı da) sen anlat, bana ne” derim.