Ergenekon davasına bulaşan üç adam milletvekili şimdi… Bence çok şey bilen adamlar, devlete çok derin hizmetleri var. Bir de İlhan Cihaner… İsmail ağa cemaati hikâye; dikkat, savcının Erzincan’daki derin organizasyondaki rolüne çevrilmelidir. Cihaner’in başından itibaren kendine güveni muhtemelen bildikleri ve yaptıkları nedeniyle taşıdığı kıymettir. Ortalık kanlı bir şekilde karışacak, darbeye zemin hazırlanacaktı. Cihaner yargı kararıyla örgütçülükten kurtuldu, görevi suiistimalle bir nevi aklandı. O ve ötekiler; hepsi bir bütünün parçaları.
Haberal, Ecevit’i cezaî ehliyetsizlikten emekli etme hadisesiyle şöhret buldu ama o kamuoyuna akseden şayia; başka üstün hizmetler yapmış mıdır bilmemiz mümkün değil. Sinan Aygün ağır adam; bıyıklı hali ve söylemi milliyetçi, şu anki haliyle ulusalcı; bir rivayet masonluğu da var. İlhan Beyin masonluk yanı nicedir bilmem ama o da hem Alperenlerle, hem Ülkücülerle iş tutarak, iç savaş görüntüsünü pekiştirecek eylemler düşünmüş; gizli tanık “Efe” anlatmış, yalan olabilir. Ülkücüleri Kürtlere, Alperenleri de Alevîlere takmak için uğraş vermiş. Biz bu takma, çakmaları bizzat yaşayan nesiliz; kazara sağ kaldık ve hapse düşmedik. Balbay, meslek icabı tuttuğu notlardan mahkûm edildiğini söylüyor. Brifing adaletinden ilk defa sıyrılmış görülen yargı kurumu, kendilerini geçmişte hep takdir eden kesimler tarafından fena halde hırpalanmaktadır. Askeriye ve yargı safralarını atmadıkça iktidarlar ve darbeciler elinde oyuncaklaşır; itibarları sıfıra iner. “Sizi burada tutan kuvvet böyle istiyor!” diyerek başbakan, bakan katleden adalet, ancak “Emin Bey ve Zevcesi” romanının kahramanları gibi kızışmış vicdanları soğutur. Öyle bir roman yok değil, henüz yazılmadı; sözlü roman olamaz mı?
CHP’nin sivilleştiği, artık sivil darbecileri tercih edişinden anlaşılıyor. Askerlerden neden aday gösterilmediği, sivilleşmeyle izah edilebilir. Öyle yapsaydı muhtemelen, asker için de, kendileri için de iyi olmazdı diye düşünmüşlerdir; CHP’nin geçmişi de böyle bir şeye imkân vermemiş olmalı. Kemal Beylere ihtimal başka ricalar olmuştur, o da “Kusura bakmayın bu şartlarda elimizden gelen bu!” demiştir. YGB’nin Deniz Baykal’dan birebir devraldığı Ergenekon avukatlığı şahin ulusalcıların, darbeseverlerin gönlünü almaktan ibarettir.
Bir “Komplo Teorisi” filmi vardı. Mel Gibson, kendini ölüm makinasına çeviren tabip bilim adamının burnunu ısırmıştı hani. Başına getirilenleri babası gibi savcı olan Julia Roberts’e anlatınca, kadıncağız inanmamış ve “Kim Bunlar?” diye sormuştu. Zavallı Mel bocalamış ve sadece “They!” yani “Onlar” diyebilmişti. Haberal’ın bir bilim adamı olarak ne yüksek işlere imza attığı malum; Süleyman Beyin has adamı, sağa yakın bilinen bu zatı en çok savunanların sol görünümlüler olduğu aşikâr. Tabii bizim solcularımız bilimi çok severler çok; darbecilikten yargılanan bilim adamlarını daha çok severler. “Darbecinin sağcısı, liberali, ulusalcısı olmaz!” diyebilen fikir namusu, bu memlekette solun oluşmasının ön şartıdır. Sol irice bir kütlenin kod adıdır; müşterek yönleri sosyalizm filan değil, tarihî tortulardır.
Gizli tanıklara yapılan ilk muamelenin Mel Gibson’a yapılandan farklı olduğunu zannetmiyorum. Hâkim ve savcılar inanmamış defalarca sorgulamışlardır. Sol kod adıyla anılanlar, kendilerine dokunmayan her darbeyi ve darbeciyi severler. Darbecinin burnu ısırılmış yahut ısırılmamış bilim adamı, liberal, ulusalcı, milliyetçi, dinci olması fark etmez. Peki, kim bunlar derseniz, sadece “Onlar!” diyebilirim; İngilizcesi malum.
Merhum Ecevit, olacak iş değil ya! Takat getirip kendisini hastanesinde ağırlayan büyük bilim adamı Sayın Haberal’ın burnunu ısırsaydı, farz-ı muhal! Ne olurdu? Ecevit cezaî ehliyetsizlikten azledilen ilk başbakan; Haberal da burnu hastası tarafından ısırılan büyük bilim adamı olurdu.
Ne film olurdu ama!