Bütün anneler böyle mi kokar, bilemiyorum… Anne kokusu diye bir şey var, baba kokusu da…
“Valide” derdim ben, o da bu hitabıma alışmıştı…
Son demlerinde artık çocuktu ve sadece çocukluğu üzerine konuşuyordu ben de dinliyordum… Tekrar tekrar dinliyordum… Hasta olan kuzusunun acısını unutmamıştı, kaç defa dinledim bilmiyorum.
Yirmi gün önce filan “Annem çağırıyor!” diyerek evden çıkmıştı, umulmayacak kadar çevikti; bu son maratonuydu. Çeneye kadar takip ettim ve “Acele etme, gidersin hele bir kahvaltı yapalım dedim!” mahzunlaştı…
Huysuzlaşmıştı… Kendine hizmet eden herkese kızıyordu; gelinine, torunlarına, hastabakıcılara, doktorlara herkese… “Valide!” deyip yanağını okşadığımda ise hiç birşey olmamış gibi kanatlarını indiriyordu… Galiba az sevdim; o elmacık kemiklerine toplanan masumiyet bir daha elime geçmez; solmasın Allah’ım, beni de onun şefaatine, merhametine nail et…
Son üç gününde tam anlamıyla bebekti…
Bebek gibi kokuyordu… Sütünü içirip kundağını bağlıyorduk ve ben işime gidiyordum…
İnsan yükü ağırdır ama Allah’a ayan hayatım boyunca sütünü içirip kundağını bağlamaya razıydım… Hakkını asla ödeyemeyeceğimi de biliyorum…
Fazla söz bu konuda beni ezer, valideyi de üzer…
Soğuk bir ter dökmüştü, zevcem çağırdı… Elimi alnına götürdüm, buz gibiydi; ecel teriymiş…
Ölüm atı yüğrük olur; öyle oldu… Herşey benim için hayal âlemindeymişim gibi geçti, vardık ahiret kapısına…
Bir soru vardı kalbimde… Bir soru… Bir soru… Annemi kabre indirecektim, babamı olduğu gibi… Nasıl kokar diye merak ediyordum…
İndirdik, sağımda torunlarından biri, solumda kardeşim vardı; sağa yatırdık… Üç yıl önce, babamı yola vururken ferim fesim yerindeydi; dışarıya bir sıçrayışla çıkmıştım, bu sefer yardım aldım…
Öyle güzel kokuyordu ki…
Bu koku bir çiçekten; aradığım, belki unuttuğum bir cennet bahçesinden…
İptida anneydi, sonra çocuk, sonra bebek, en sonunda bir çiçek.
Adı: Valide Çiçeği…
Öksüzlük her yaşta öksüzlüktür, artık öksüzüm; hem yetim, hem öksüzüm…